TUHAF ZAMANLARDA MUHALEFETİN İŞLEV(İ)SİZLİĞİ ÜZERİNE

0

İçinde bulunduğumuz zamanı “tuhaf” olarak nitelemek bazıları için belki de anlaşılmaz olsa da gerçeklik budur. Çünkü belirsizliği, kaosun hem dünyada hem Türkiye’de yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Tuhaf bir zaman, karşımızdaki olguyu açıklamak ve adlandırmakta zorlanıyoruz. İç içe geçmiş durumlar olgunun kendisinin kavranılmasını ve adlandırılmasını zorlaştırıyor. “Hem o olabilir hem de o olmayabilir” nitelendirmesi tuhaf zamanları açıklayabilir. Eski bilinen paradigmaların işlevsizleştiği yeninin tanımlanmasında zorluk yaşandığı için tuhaf zaman. Siyasal iktidarı eleştirenlerin özellikle düzen partilerinin parti içi demokrasi uygulamalarında siyasal iktidar gibi davranmaları, ona öykünmesi tam da tuhaf zamanla örtüşüyor. İlkelerin sözde kaldığı, herkesin çıkarına uygun davrandığı bir zaman. Tam da Richard Sennet’in öngörüsüyle “karakter aşınmasının” yaşandığı zaman. Neo-liberalizmin 40 yılı aşkın sürede yarattığı yıkımın her alanda kendini gösterdiği ama seçeneklerin ortaya çıkamadığı tuhaf bir zaman.

!980’lere kadar muhalefet ekonomik, ideolojik ve politik alanda mücadele ederdi. Özellikle özelleştirmeler ve kamusal politikalardan vazgeçilmesi sosyal devletin her alanda geriletilmesi ekonomik mücadeleyi veren bileşenleri de güçsüzleştirdi. Artık ekonomik mücadeleyi güçlü biçimde yürütecek güçlü sendikalar yok. Sendikaların gün geçtikçe üye sayısı açısından kan kaybetmesi bu alandaki mücadeleyi de etkilemektedir. Yani muhalif güçler, ekonomik mücadeleyi sınırlı alanlarda hem özel hem de kamu sektöründe vermektedir. Toplumsal dalga yaratacak diğer sınıf ve tabakaları etkileyecek güçleri yoktur. Gelinen bu aşama bir darboğazdır. Kısa sürede aşılması da olanaksızdır. 1970’lerde sendikalar dışında Pahalılık ve İşsizlikle Mücadele Derneği gibi bu alanlarda etkili olmaya çalışan demokratik kitle örgütleri vardı. Tarım kooperatifleri de ürünlerinin taban fiyatı konusunda mücadele ederdi. Şimdilerde sınırlı biçimde kendiliğinden gelişen ürün yakarak ya da tarlada bırakarak sınırlı protesto eylemleri var. Ama bunların mücadelesi yaygınlaştırılamıyor. Çünkü düzen partileri bu konuları örgütleme konusunda herhangi bir çaba içinde değil.

İdeolojik mücadele,  siyasal iktidarın eğitim, şehir içinde eskiden askeri alan olan yerlerin ve kıyıların ranta açılması dahil bir çok alanda aldığı kararlara yönelik olması gerekirken bu alanda dar bir alanda mücadele verilmektedir. Sürekli artan fiyatlar, enflasyon, halkın gelirinin düşmesi, satın alma gücünün düşmesi, yoksullaşma konularında çözüm de içeren önerilerde bulunmak muhalefet partilerinin görevi olmalıdır. Kapsamlı bir ideolojik mücadelenin yürütülmediği açıktır. Siyasal iktidarın kömür işletmek için orman alanlarında ağaç kemesine yönelik kararına yerel halkın ideolojik ve siyasal tavrı olmaktadır. Bu alanlarda muhalifler sınırlı bir biçimde yer almaktadır. Yani ideolojik mücadele yeni toplumsal hareketlerin sınırlı alanları çerçevesinde etkili olmayan biçimde yürütülmektedir.

Siyasal mücadele düzen partileri daha çok parlamentoda düzenledikleri basın toplantısı ile yürütmektedir. Türkiye’de bir tür yaygın olan “demeç gazeteciliği’”ne benzemektedir. Yani “demeç muhalifliği” yapılmaktadır. Üstelik bu alanda proaktif değil; reaktif olunmaktadır. Bu ister istemez kendiliğinden bir muhalifliğe yol açmaktadır. Yani gelişen olaylara göre tutum alan, demeçlerle konuyu savuşturan bir muhaliflik. Kendiliğinden hareketler gibi siyasal mücadele planlı, kararlı ve örgütlü olmalıdır. Ama muhalefetin böyle bir çaba içinde olduğunu söylemek zor. Üstelik ana muhalefet partisi 15 Ekim’e kadar il kongrelerini yapacak. Daha sonra Parti Meclisi kurultayı belirleyecek. Yani siyasal gündemin hava sıcaklıkları gibi insanların yaşamlarını etkilediği bir dönemde CHP iç sorunları ile uğraşmaktadır. Üstelik genel başkan adayı olması beklenen biri de siyasal bir programa ve değişimi yürütecek somut projelere dayanmadan gösteri toplumunun bir aktörü olarak ortaya çıkmaktadır. Karşı olduğu siyasal aktörle inşaatçılık ve Karadenizlilik ortak paydasını taşımaktadır. Kamusal politikalara yönelik tutarlı kapsamlı bir projesi yoktur. Medya rüzgârı ile ilçe belediyesinden geldiği yeni yerden başkanlığa ulaşabileceği kanısındadır. Üstelik ittifak kurduğu kadrolar CHP’nin bugünkü durumunda rol oynayanlardır. Bir tür “saray darbesi” ile işbaşına gelmesi planlanmaktadır. Kendisini, Ecevit’e benzeten gazeteciler olmaktadır. Yaşlarımız neredeyse yakın olan bu kişiler Ecevit ile bu kişi arasında ne entelektüel birikim ne siyasi öngörü konusunda ortaklık olmadığını bile bile analoji yapmaktadırlar. PR çalışmalarıyla liderlik bir yere kadar olur. Yaratılan rüzgârın etkisi dinmeye başladı. Ancak şu da bir gerçektir: Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu ne kadar bilge, demokrat ve öngörülü olarak ortaya çıktıysa şimdi tam tersi durum söz konusudur. Parti içi demokrasi bastırılmaya çalışılmıştır, dar ekibe dayanan bir kadro ile “dediğim dedikçi”bir anlayışla partiyi yönetmektedir. Bu satırın yazarı Kılıçdaroğlu’nun demokrat kişiliği ile tarihte yer almasını arzular. Ancak, olaylar başka yönde gelişmektedir. Seçimi kaybettikten sonra elinde var olanı tutmaya çalışmak, orada bulunmak için “her şeyi yapabilir “durumda olmak bu oy veren seçmenler açısından da kabul edilebilir bir durum değildir.

CHP’nin solundaki partilerin de (Yeşil Sol Parti ve HDP hariç) yaygın örgütlenmeleri olmadığından, daha çok popülist politikalar çerçevesinde var olan muhalif tabandan oy alma derdinde olduklarından sınırlı alanlarda mücadele etmektedirler. Kısaca siyasal alanda da mücadele etkin, sürekli biçimde yürütülmemektedir.

Kısaca tuhaf zamanlarda “vaziyet ve manzara-i umumiye” budur!

Kemal ASLAN

Kemal ASLAN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 15 Ağustos 2023