BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE ÖZDEŞTİR (2. BÖLÜM)

0
BOĞAZİÇİ’Nİ TANIMLAMAK MUTLULUĞUN RESMİNİ ÇİZMEKLE ÖZDEŞTİR (2. BÖLÜM)
Tümüyle bir doğal ve kültürel SİT alanı olduğuna inandığımız  için kesinlikle UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alınmasını ısrarla istediğimiz İstanbul Boğazı Yöresi’nin, yâni Boğaziçi’nin, daha fazla bozulmadan, “5K”sı (Köyleri, Koyları, Koruları, Kıyıları, Kültürleri) ile betimlediğimiz doğal ve kültürel bütünlüğünü yitirmeden, dünyada eşi benzeri bulunmayan varlıklarının yaşatılması konusunda ilgili sivil toplum örgütlerinde yıllardır yoğun çaba sarf ediyoruz…
Öz olarak Boğaziçi’nin gizemli “5K” formülü diye tanımladığım Boğaziçi’nin varlıklarını ve değerlerini şematik başlıkları altında şöyle sıralıyorum;
-Köyler,
-Koylar,
-Korular,
-Kıyılar,
-Kültürler,
ve bunları sözcüklerimin elverdiği, kalemimle yazabildiğim ölçüde sizinle paylaşmaya devam ediyorum…
1. Köyler
Bizanslıların özellikle son dönemlerinde, daima düşman hücumları ve kuşatma baskısı altında olduklarından şehir surlarının haricinde pek az yerleşim bulunuyordu.
Bizans devrinden sonrasına birkaç kiliseden, ayazmadan ve manastır harabelerinden başka iz olmadığı biliniyor. Ancak Osmanlı döneminde Boğaziçi’nde insan toplulukları halinde yerleşimler başlamış, tarım ya da balıkçılıkla geçinen köyler oluşmuştu. Tarihsel süreç içerisinde yerleşmelerin başka ihtiyaçlara göre, özellikle sayfiye denilen yazlık ev gereksinimine cevap verecek şekilde, gelişmekte olduğu görülüyor. 17.yy’da İstanbul, Anadolu’dan gelen halkla dolmaya başlayınca, dar gelirli halk ve dış ticaret erbabı, kent dışında Eyüp ve Boğaziçi köylerine yönelmişti. 18.yy’da Boğaziçi, halkın, saray erkânı ve devlet ricalinin yerleşmeye başlamasıyla, İmparatorluğun son döneminde her gruptan insanın yaşamaya başladığı bir yer olmuştu.
Bu dönemde Boğaz’ın Karadeniz’e açılan kentin çeperlerindeki yeni yerleşimler olarak Kilyos, Anadolu Feneri, Rumeli Feneri, Rumeli Kavağı, Garipçe köyleri de kurulmuştu. İşte bu Boğaziçi köyleri de bugüne kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir…
2. Koylar
Geliniz sizinle şimdi Boğaziçi’nin gizemli formülü “5K”nın açılımındaki ikinci K olan KOYLAR’da bir gezintiye çıkalım…
İstanbul Boğazı’na havadan baktığımızda Boğaziçi’nin iki yakasını ortadan elle kırılarak ikiye bölünmüş bir elmanın bölümlerine benzetebiliriz.
Genel olarak İstanbul coğrafyası ve İstanbul Boğazı’nın 4. jeolojik zamanda oluştuklarını biliyoruz.
Ancak İstanbul Boğazı’nın nasıl oluştuğu sorusuna kesin yanıt verebilen dünyaca kabul görmüş bir görüş yoktur. Bugüne dek yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda ağır basan kanı, jeolojik açıdan İstanbul Boğazı’nın deniz suları ile dolmuş bir fay çöküntüsü ve bir vadi olduğudur. Buna göre, MÖ 20.000 ilâ 18.000 yılları arasında, Buzul Çağı sonlanmış ve dünyanın büyük bölümünü kaplayan buz kütleleri erimeye başlamıştır. Binyıllarca süren bir erime sürecinin sonucunda, MÖ 8.000 ilâ 7.000’lerde Akdeniz’in suları ilk hâlinden yaklaşık 150 metre daha yukarı çıkmıştır. Deniz seviyesindeki bu büyük ölçekli artış nedeniyle Akdeniz’in suları Marmara’yı basmış; Marmara Denizi’nin suları da devam eden yükselmeler sonucunda Karadeniz ile birleşmiştir. Boğaz’ın derinliğinin kuzeyden güneye azalma  göstermesi, geçmişte kuzeydeki bu yükseltilerin Marmara’nın sularına karşı bir set görevi gördüğü ve bunların deniz seviyesindeki yükselmeyle aşıldığı savını güçlendirmektedir.
Profesör Dr. Celal Şengör’ün “İstanbul Boğazı Niçin Boğaziçi’nde Açılmıştır” başlıklı ünlü makalesi (Fiziki Coğrafya Araştırmaları; Sentez ve Bölgesel, TCK Yayınları, No:3, 1-51, İstanbul 2011), insanlığın mitolojik çağlardan beri üzerinde kafa yorduğu, ama hâlâ tatminkâr bir şekilde çözemediği, İbrahim Hakkı Akyol’un tabiriyle «Yakın-Şark coğrafyasının en muammaengiz, en münaziunfih mes’elelerinden biri olan» (AKYOL, 1930, s. 303) «İstanbul Boğazı Sorunu» konusuna hasredilmiştir.
Boğaz’ın eski bir veya birkaç akarsu vadisi içine yerleşmiş olduğunu biliyoruz . Aşağı yukarı 7.100 ilâ 8.400 (hattâ 8900?) yıl öncesi aralığında herhangi bir zamanda, son buzul çağından sonraki Flandr deniz seviyesi yükselmesini izleyen olaylar silsilesi içinde ânî bir su basmasıyla deniz altında kaldığı da artık yaygın olarak kabul edilen bir görüş (ör. bkz. RYAN 2007 ve oradaki atıflar). Ancak Boğaziçi niçin bulunduğu yerdedir? Niçin Marmara’nın suları Karadeniz’e ulaşmak için çok daha müsaitmiş gibi görünen Büyük Çekmece-Terkos berzahını değil de, daha engebeli ve yüksek olan Trakya-Kocaeli yüksek sathının ortasını tercih etmişlerdir? Niçin Boğaz’ın içine oturduğu vadi ne doğusundaki ne de batısındaki vadilere benzer? Niçin boyunca hem kuzeye hem de güneye akan akarsu izleri/belirtileri vardır? 
Şengör Hocanın makalesi tüm bu sorulara çok basit bir cevap sunmaktadır:
İstanbul Boğazı veya diğer adıyla Boğaziçi, birbirine aykırı yönlerde çarpılan Trakya ve Kocaeli yarımadalarının arasındaki «nötral» noktaya karşılık gelen su bölümü çizgisinin aşınma yoluyla hem Trakya’daki hem de Kocaeli’deki su bölümü çizgilerinden daha alçak bir düzeye inmesinin en son Buzul Çağı sonrasında gelişen Flandr transgresyonu tarafından kullanılması sonucunda oluşmuştur. Boğaz’ın İstanbul’un Trakya ve Kocaeli yarımadaları üzerinde bulunan derelerinin egemen kuzeybatı-güneydoğu uzanımlarına karşı tüm zigzaglarına rağmen genelde kuzey kuzeydoğu bir uzanım sergilemesi birbirine aykırı yönlerde çarpılan iki yarımadanın arasındaki nötral bölgede olması dolayısıyladır. Hem Trakya’da hem de Kocaeli’de, akarsu vadilerinin konumlarını herşeyden önce bahis konusu çarpılmanın yarattığı eğim şartları belirlemiştir. Bu eğim şartları içerisinde akarsular zeminde bulabildikleri zayıflık hatlarını da kullanmışlardır. Kocaeli yarımadasında bilhassa Paleozoyik yaşlı büyük sürüklenim faylarının yüzeyi kestikleri yerlerin vadi kuruluşunda ancak belirli, dar alanlarda kullanıldığını görüyoruz. Trakya’da ise vadi yeri seçiminde burulma sonucu oluştuğu sanılan fay ve çatlak sistemlerinin rolü olduğu gözleniyor (Büyükdere, Paşaçayırı). Ancak her iki yarımadada da yapısal jeolojik gözlemlerin son derece yetersiz olması jeomorfolojik yorumları güçleştiriyor.
İstanbul Boğazı, Karadeniz’den alçak, Marmara Denizi’nden yüksek bir konumda yer alır.
Ortaya atılan bir diğer görüşe göreyse İstanbul Boğazı’nın olduğu yerden çok eski çağlarda büyük bir akarsu geçiyordu. Başta Haliç olmak üzere, bugün Boğaziçi’nde koy olarak beliren yeryüzü şekilleri o dönemde bu akarsunun kollarının ana suyla birleşme noktalarıydı. Buzul çağı bitip dünyada buzul çözülmeleri başlayınca tüm sular gibi bu akarsunun da su seviyesi yükseldi ve günümüzdeki biçimini aldı.
Marmara Denizi’nin suyla dolarak Karadeniz’le birleşmesi olayı, mitolojide bilinen ve kimi kutsal kitaplarda da yer alan Nuh Tufanı ile de ilişkilendirilmiştir.
Bu konuda pek çok araştırma yapılmış ve 2001 yılında Amerikalı araştırmacı Robert Ballard’ın bulgu ve savları büyük yankı uyandırmıştır. Çalışmaları 2001 yılı Mayıs ayında National Geographic dergisinde de yayınlanmıştır. Ballard’a göre Buzul Çağı’nda Karadeniz, çevresinde verimli tarım alanları bulunan büyük bir tatlı su gölüydü.
Günümüzden 12.000 yıl önce başlayan buzul çözülmeleriyle birlikte ortaya çıkan sular, İstanbul Boğazı’nın güneyindeki engelin ardında birikmeye başladı. En sonunda bu engeli aşmayı başaran sular muazzam bir hızla Karadeniz’e akmaya başladı. Bir tatlısu gölü olan Karadeniz’e tuzlu deniz suyu doldu ve bu süreç boyunca Karadeniz’in suları günde 15 cm kadar yükseldi. Su seviyesindeki toplam yükselmenin 150 metre olduğu kabul edildiğine göre bu süreç 1000 gün yani yaklaşık 3 yıl sürdü. Tufan savını savunan bilim insanlarına göre verimli tarım alanlarını ve göl çevresi yerleşimlerini yutan bu olağanüstü su yükselmesi kuşaktan kuşağa Nuh Tufanı olarak aktarılarak günümüze dek ulaştı.
Boğaziçi’nin oluşumu hakkında elimizde mevcut genel bilimsel bilgilere göre Marmara Denizi ile İstanbul Boğazı’nın 4. jeolojik zamanda oluştuklarını biliyoruz. Bu oluşum hakkında kesin yanıt verebilecek bilimsel olarak kabul görmüş bir görüş yoktur. Bilimsel çalışmalar sonucunda ağır basan kanı, jeolojik açıdan İstanbul Boğazı’nın deniz suları ile dolmuş bir fay çöküntüsü ve bir vadi olduğudur. Buna göre, tahminen M.Ö. 20 bin yıllarında Buzul Çağı sonlanmış ve dünyanın büyük bölümünü kaplayan buz kütleleri erimeye başlamıştır. Binyıllarca süren bir erime sürecinin sonucunda, yaklaşık olarak M.Ö. 8 bin ila 7 binlerde Akdeniz’in suları ilk halinden yaklaşık 150 metre daha yukarı çıkmıştır. Deniz seviyesindeki bu büyük ölçekli artış nedeniyle Akdeniz’in suları Marmara’yı basmış; Marmara Denizi’nin suları da devam eden yükselmeler sonucunda Karadeniz ile birleşmiştir. Boğaz’ın derinliğinin kuzeyden güneye azalma göstermesi, geçmişte kuzeydeki bu yükseltilerin Marmara’nın sularına karşı bir set görevi gördüğü ve bunların deniz seviyesindeki yükselmeyle aşıldığı savını güçlendirmektedir.
Ortaya atılan bir diğer görüşe göreyse, İstanbul Boğazı’nın olduğu yerden çok eski çağlarda çok büyük bir akarsu geçiyordu.
Başta Haliç olmak üzere, bugün Boğaziçi’nde koy olarak beliren yeryüzü şekilleri o dönemde bu akarsuyun kollarının ana suyla birleşme noktalarıydı. Buzul çağı bitip dünyadaki buzul çözülmeleri başlayınca tüm sular gibi bu akarsuyun seviyesi yükseldi ve günümüzdeki biçimini aldı. Marmara Denizi’nin suyla dolarak Karadeniz’le birleşmesi olayı, mitolojide bilinen ve kimi kutsal kitaplarda da yer alan Nuh Tufanı ile de ilişkilendirilmiştir.
2001 yılında ABD’li araştırmacı Ballard’ın bulgu ve savları büyük yankı uyandırmıştır. Ballard’a göre Buzul Çağı’nda Karadeniz, çevresinde verimli tarım alanları bulunan büyük bir tatlı su gölüydü.
Günümüzden 12 bin yıl önce başlayan buzul çözülmeleriyle birlikte ortaya çıkan sular, İstanbul Boğazı’nın güneyindeki engelin ardında birikmeye başladı. En sonunda bu engeli aşmayı başaran sular muazzam bir hızla Karadeniz’e akmaya başladı. Bir tatlı su gölü olan Karadeniz’e tuzlu deniz suyu doldu ve Tufan savını savunan bilim insanlarına göre verimli tarım alanlarını ve göl çevresi yerleşimleri yutan bu olağanüstü su yükselmesi kuşaktan kuşağa Nuh Tufanı olarak aktarılarak günümüze dek ulaştır.
Dionysios Byzantios adlı bir Bizanslı yazar MS. 1. Yy’da yazdığı Anapolis Bospori adlı kitabında Boğaz’ın koylarını tek tek anlatmış, Istanbul Boğazının ilginç yanlarına değinmiştir.
Sonuç olarak özetlersek, Boğaziçi’nin her biri ayrı doğal güzellikler sunan koylarının oluşumu din kitaplarında geçen Nuh Tufanı Efsânesi’ne kadar dayandırılabilir…
3. Korular
Sırada sizi Boğaziçi’nin gizemli formülü “5K”nın açılımındaki üçüncü K olan KORULAR’da gezdirmek var…
Boğaziçi Korularını mercek altına alan bu özet bölümü sunmamda asıl amacım, tarihî doğa mirasımız olan koruların önemini belirterek onların eşsiz güzelliklerine dikkatinizi çekmek, toplumuzda olabildiğince özel bir farkındalık yaratmaktır. İstanbul’un Boğaz’a bakışını bir kolyeye benzeterek onun zinciri boyunca sıralanmış olduklarını kabul edersek, benzersiz güzellikteki, asırlara meydan okumuş korularımız da bu kolyeye dizilmiş zümrüt taşları misâli mücevherler durumundadır. Türkiye ile ilgili tarihî ve kültürel birçok unsurun yanında, yıllara meydan okumuş bu doğal ve tarihî korularımızın da ayrıca tanıtılması gerekmektedir. Bugün dünyada  tanınan Türkiye’ye ve Türklere ait tanıtıcı ögelerin yanında Boğaz’daki korularımız da kesinlikle yer almalıdır. Bunun için korularımızın içerisindeki mevcut ağaç türlerinin bakımları düzenli ve sürekli yapılmalı, yeni bitki türleri ile paha biçilemez bu oksijen kaynaklarımız zenginleştirilmelidir. Kapsamlarındaki yürüyüş parkurları ve spor alanları, donanım ve etkinlikleri bakımından zenginleştirilmelidir.
Örneğin; korularımızda düzenlenmekte olan Lâle Festivali ve Boğaziçi Erguvân Şenliği gibi bize ait şenliklere uluslararası tanıtım etkinlikleri yoluyla dünya kamuoyunun dikkati de çekilmelidir.
Boğaziçi korularının özellikleri
Koru, kent içinde veya kentin yakın çevresinde yer alan, etrafı çevrilerek emniyeti sağlanmış, koruma altına alınmış büyük ağaç topluluğu; küçük orman parçası ya da yollarla bölünmüş bir parkın, gezinti yeri olarak düzenlenmiş kapalı ağaçlık kısmına verilen addır. Ormancılıkta, kütük (çotuk) sürgünlerinden yetişen ve genellikle yalnız yakacak ya da diğer kullanım odunu veren ağaçların oluşturduğu ormanlara “baltalık”, tümü tohumdan yetişen ağaçların meydana getirdiği ormanlara da “koru” adı verilir.
Ormancılıktaki koru ormanı ile kent içindeki koru arasında önemli bir fark vardır. Ormancılık açısından, koru ormanını oluşturan ağaçlar tohumdan gelişmişken, kent içi korularda ağaçların tohumdan veya sürgünden gelişmiş olması fark etmez; uzun süre koruma altında tutulmuş olması, rekreasyonal açıdan kentliye hizmet vermesi, ağaçlığın “koru” kabul edilmesi için yeterlidir.
İstanbul Boğazı’nın yeşilliği, doğal bitki örtüsü dışında koruluklar, park ve konut bahçelerinde toplanmıştır. Boğaz’da yeşil alan denince ilk akla gelen anıtlaşmış korularıdır. Boğaziçi’ndeki korular, Avrupa yakasındaki korular ve Anadolu yakasındaki korular olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır.
Boğaziçi SİT alanında 22 adedi Avrupa Yakası’nda, 19 adedi Anadolu Yakası’nda olmak üzere kayıtlı – tescilli 41 adet koru vardır. Bunların dökümü aşağıdadır.
Avrupa Yakası’ndaki Korular
1. Yıldız Korusu,
2. Naile Sultan Korusu,
3. Naciye Sultan Korusu (Enver Paşa Korusu),
4. Vakıf Korusu (Prens Sabahattin Korusu),
5. Emin Erkayınlar Korusu (Şeyhülislam Cemaleddin Efendi Korusu),
6. Arnavutköy Robert Koleji Korusu,
7. İpar Korusu,
8. Fransız Yetimhanesi Korusu,
9. Kortel Korusu,
10. Ayşe Sultan Korusu,
11. Arifi Paşa Korusu,
12. Boğaziçi Üniversitesi Korusu,
13. Emirgan Korusu,
14. Said Halim Paşa Korusu (Yapı Kredi Bankası Korusu),
15. Avusturya Elçiliği Korusu,
16. Fransa Elçiliği Korusu,
17. İngiltere Elçiliği Korusu,
18. Alman Elçiliği Korusu,
19. Huber Korusu (Cumhurbaşkanlığı Yazlık Köşkü Korusu),
20. İspanya Elçiliği Korusu,
21. Rusya Elçiliği Korusu,
22. Ayazağa Korusu.
Anadolu Yakası’ndaki Korular
1.Abraham Paşa Korusu,
2.Beykoz Kasrı Korusu,
3.Hıdiv İsmail Paşa Korusu (Çubuklu Korusu),
4.Mihrabad Korusu (Mihrabad Ormanı),
5.Amcazade Hüseyin Paşa Korusu,
6.Cemil Filmer Korusu,
7.Kandilli Kız Lisesi Korusu,
8.Vaniköy Rasathane Korusu,
9.Vaniköy Korusu (Eski Papaz Korusu),
10.Vahideddin Korusu,
11.Cemil Molla Korusu,
12.Münir Bey Korusu,
13.Fethi Paşa Korusu,
14.Demirağ Korusu,
15.Hüseyin Avni Paşa Korusu,
16.Abdülmecid Efendi Korusu,
17.Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi Korusu,
18.Küçükçamlıca Korusu,
19.Adile Sultan Validebağı Korusu
(Devam Edecek)
Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ/İstanbul Araştırmacısı

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 7 Kasım 2021