28 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra indirgemeci, diyalektik ilişki çerçevesinde olguları açıklamaktan uzak bir anlayış ortaya çıktı. Bu anlayışı savunanlardan bir kısmı 2012 yılına kadar LGBT etkinliklerini örnek göstererek iktidar yerine muhalefeti sorumlu tutan yazılar yazılabiliyor. İktidarın 2012’den bu yana toplumsal tabanı ve kurduğu ittifakların değiştiğini dikkate almayan bu anlayış partilerin tabanlarının sürekli aynı kaldığı varsayımına dayanıyor. Oysa gerçeklik öyle değil. 2012 yılından buyana siyasi iktidar devletin kurumlarında hegemonyasını kurduktan sonra güvenlikçi politikalara yöneldi, bu politikalara yönelişle birlikte desteklediği taban da iktidardan uzaklaştı. Bu çerçevede siyasal iktidar yeni ittifaklar kurdu giderek muhafazakâr ve milliyetçi otoriter bir konuma yöneldi. Yaşadığımız süreçte olan budur. Muhalefeti bu konuda suçlamak kolaycılık olur ya da akla iktidara yaklaşmak için yeni manevra alanları mı açıyor bunu yazanlar sorusu gelir. Siyasal partiler ve toplumsal tabanları yaşam gibi dinamiktir, süreç içinde değişim ve dönüşüme uğrarlar.
Bu noktada muhalefet de kendisini yenilemeli ve süreç içinde dönüştürmelidir. Seçim sonrası “öğrenilmiş çaresizlik” çerçevesinde verilen tepkiler ve değerlendirmeler bir noktaya kadar anlaşılabilir. “Bundan sonra sandığa gitmem”, “bir daha oy vermem”, “benim oyum neyi değiştirir ki zaten” ifadeleri bu çaresizlik duygusunun dile getirilmesidir. Mart 2024 seçimlerine yaklaşık 9 ay var. Türkiye bu süreçte oldukça zor koşullardan geçecek. Alınacak ekonomik kararlar ve sonuçları toplumsal kesimleri oldukça etkileyecek nitelikte olacak. Vergi yükü artacak, yoksulluk derinleşecek, orta sınıftan alt sınıfa yönelme olacak, büyükşehirlerde artan kira ve konut fiyatları dolayısıyla daha küçük kentlere yöneliş olacak. Gıda fiyatlarındaki yükseliş sürecek. Çalışan kesimlerle emeklilerin koşulları daha da zorlaşacak. Yerel seçimlere kadar iktidar otoriter yüzünü genelde gizleyecek ama kimi toplumsal talepler içeren hafızamızda yeri olan olaylarda (Cumartesi Anneleri, LGBT eylemleri, vb.) sert tepkiler ortaya koyacak.
Seçim sonrası tartışmaların odağında CHP’nin olması doğaldır. Seçim sonuçları üzerine değerlendirme yapılması, yerel seçimlere yönelik değerlendirmelerin öne çıkması, partinin yeniden yapılanması, tüzüğün demokratikleştirilmesi, örgütlenme yapısı, liderlik gibi konuların ele alınması da doğaldır. Doğal olmayan tartışmaların sadece liderlik üzerinden yürütülmesidir. Kemal Kılıçdaroğlu, seçim sonrası ile onu destekleyen seçmenlere yeterince net bir açıklama yapmamıştır. Sonrasında CHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeleri ile danışmanlarını değiştirmesi de kamuoyunda yeterli destek bulamamıştır. Kurultay sürecinin açıklanması ve bir takvime bağlanması da bu seçim sonrası tartışmaları sonlandıramamıştır. CHP seçim sonrası içine kapanan bir parti görünümüne bürünmüştür. Oysa sorunların giderek arttığı, toplumsal
muhalefetin giderek hareketleneceği önümüzdeki süreçte CHP yönetimi bu dinamikleri dikkate almalıdır. CHP’de görünürde liderlik tartışmaları Kemal Kılıçdaroğlu ve Ekrem İmamoğlu çerçevesinde yürümektedir. “Liderin değişmesi durumunda” sorunun çözüleceği argümanı sıkça duyulmaktadır. Oysa önümüzdeki süreçte muhalefetin hangi konuları öne çıkaracağı siyasal iktidarın ekonomik, yasal konularda gündeme getirmesi muhtemel konulara yönelik nasıl bir strateji izleneceği yani bir yeni program açıklanmalıdır. Bu programda yoksullukla mücadelede neler yapılması, çalışan kesimlerin ve emeklilerin gelir kayıplarının önlenmesi için nasıl bir yol izlenmesi gerektiği konularına ağırlık verilmelidir. Özellikle yerel seçimler sonrası otoriterleşmenin daha da artacağı ve kamu kurumlarındaki dönüşüm süreçlerinin hızlandırılacağı dikkate alınırsa hazırlanacak programda hukuk, demokrasi, hak ihlallerine karşı yapılacak çalışmalar öneriler kamuoyuyla paylaşılmalıdır. Büyükşehirlerde kira ve konut fiyatları yaşamayı giderek zorlaştırmaktadır. Bunlara yönelik neler yapılabileceği, yapılması gerektiği de ortaya konulmalıdır. Özellikle yerel yönetimlerde 2019 seçimlerindeki gibi bir ittifak olanaklarının giderek zorlaştığı dikkate alınırsa bu kesimlerle nasıl yeniden anlaşma zemini kurulabileceği üzerinde düşünülmelidir.
Muhalefet blokunun lokomotifi görevini seçimlerde üstlenen CHP siyasal iktidara yakın medyanın da desteği ile kendi iç sorunlarına yönelmesi bu alanda bir boşluk yaratmaktadır. Bu boşluk kısa sürede doldurulamasa da orta vadede daha sol bir parti tarafından giderilebilir. Liderlik tartışmalarına sıkışan CHP’den bir küçük grup İmamoğlu ve ekibi çerçevesinde ayrılabilir. Ama ayrılan bu ekiplerin ana gövdeyi pek etkilemediği 1990’lardan bu yana yaşanan süreçlerle ortaya çıkmıştır. PR çalışmalarıyla kamuoyunun bir kesimine yönelik lider yaratabilir ya da pazarlanabilir ama CHP seçmeni açısından bunun derinlemesine bir karşılığı olmaz. Nasıl 1960’ların ortalarında TİP’in ortaya çıkmasıyla CHP ortanın soluna yönelmiş ise 1970’lerin başında genel başkan değişimiyle (İnönü’nün yerine Ecevit’in gelmesi) ve toplumsal talepleri dikkate alan bir programla kamuoyunda karşılık bulmuş ise günümüzde de buna ihtiyaç var. Ancak, Kemal Kılıçdaroğlu da bu kurultaydan sonra genel başkanlık görevini sürdürmeyeceğini açıklamalıdır. Bu onun bugüne kadar geliştirdiği demokratik tavrın da gereğidir. CHP, tarihsel kökeni itibariyle sosyal demokrat bir parti değildir. Parti içi demokrasinin işletilmesinde sorunlar bulunmaktadır. Kılıçdaroğlu’nun yapması gereken bu konulara odaklanıp partinin yerel seçimlere hazırlanmasını sağlamaktır. Şimdiden yerel seçimlerdeki stratejiler, vaatler belirlenmeli ve geniş muhalefet bloku ile hareket ederek önümüzdeki yerel seçimlerde 2019 yerel seçimlerinde elde ettiği başarısının üzerine çıkmalıdır. Başta İstanbul olmak üzere 11 büyükşehir belediyesini kaybetmemeli bunlara yenisini eklemelidir. Şimdiden yerel yönetimlerde elde edilen başarılar ve yapılacaklar oluşturulan ekiplerce mahalle mahalle seçmene aktarılmalıdır. CHP’nin önündeki temel görev bir an önce toparlanmasıdır.