YERYÜZÜ EVRENDEKİ EVİMİZ, Güneş’i çevreleyen 9 gezegenden biri. Bilim adamlarının, yaşamın var olduğunu bildikleri tek yer. DÜNYAMIZ.
Dünya’nın üçte ikisinden fazlası okyanus, deniz, göl ve nehirlerden, yani sudan oluşuyor. Kalan kısım ise KITA dediğimiz büyük kara parçaları ve her kıtanın fiziksel yapısı birbirinden farklı.
Birçok ada gurubundan oluşan Yeni Zelanda, Fuji, Solomon adaları, Papua Yeni Gine, Mikronezya, Melanezya ve Polinezya,’nın da içinde olduğu Güney Pasifik Okyanusu, yani Okyanusya, modern atlasların hemen hepsinde Avustralya ile birlikte tek kıta sayılıyor.
5000 yıl kadar önce, kâşif ruhlarıyla Pasifik Okyanusuna ulaşan denizci halk Polinezyalılar, buldukları ada öbekleri boyunca yerleşim yerleri kurdular. Bunların büyük çoğunluğu volkanik patlamalar sonucu oluşmuş adalar, ya da mercan adalarıydı
Gündelik hayatlarının çoğu kanolar üzerinde geçen yerli halk, uzak adalara ulaşmak için katamaran benzeri, çift gövdeli kanolar kullanırlardı. Yıldızları takip etmede ustaydılar. Rüzgar hatlarını ve gelgit zamanlarını avuçlarının içi gibi bilirlerdi. Toplumlarına özgü inançları ve ritüelleri vardı. En önemlisi medeni dünyadan binlerce kilometre uzakta olmalarına rağmen kendi kendilerine yetebiliyorlardı.
Ada küçük ama gizemi büyük
Bu yazımda sizleri Güney Pasifikte yer alan volkanik bir adaya PASKALYA ADASINA götürmek istiyorum. Kolay kolay gidilemeyecek kadar uzak. Güney Amerika ülkelerinden ŞİLİ’ye 4300 mil, TAHİTİ’ye 2300 mil uzaklıkta olan bu küçücük volkanik ada, sadece 163 km kare yüzölçümüne sahip. Şili’ye ait bu adanın
haritalarda bile yerini bulmak neredeyse imkansız.
Dünyanın karaya en uzak noktalarından biri olan ve uçakla ancak 5 saatte ulaşılabilen PASKALYA ADASI, GİZEMLİ BİR ADA. Bilim adamlarının yıllardır süren çalışmalarına ve araştırmalarına rağmen, insanları şaşırtmaya ve sırlarını korumaya devam ediyor.
Adanın tam ortasında sönmüş bir volkan olan RANO RARAKU yanardağı yer alıyor. Doğusunda ve güneyinde de yine sönmüş volkanlar bulunuyor. POIKE ve TEREVEKA .Tahitili denizcilerin RAPA NUI adını verdikleri ada birkaç yüzyıl önce palmiyelerle, egzotik bitkilerle kaplı, kuşlarla dolu bir adayken, bugün üzerinde az sayıda ağaç kalmış, ot ve çalıdan oluşan bir toprak parçası.
5 Mayıs 1722’de , Hollandalı kaptan JACOB ROGGEVEEN ve denizcileri, adaya ilk ayak basan Avrupalılar oluyor ve karaya çıktıkları gün Paskalya Bayramı’na rastladığından buraya PASKALYA ADASI adını veriyorlar.
Karaya ayak basar basmaz, yarı çıplak yerli halk tarafından şaşkın gözlerle karşılanan denizciler, gördüklerine inanamıyor ve adeta şaşkınlıktan küçük dillerini yutuyorlar.
Adanın dört bir yanında dikili duran ve yerlilerin MOAI olarak adlandırdıkları devasa boyutlardaki heykeller onları çok korkutuyor ve hemen gemilerine dönerek adadan uzaklaşıyorlar. Sadece onları değil, sonraki yüzyıllarda adaya gelen kaşifler, bilim adamları ve araştırmacılar da korkuyla karışık, aynı şaşkınlığı yaşıyorlar.
Dev heykellerin sırrı hala baki
Pasifik Okyanusu’nun ücra bir köşesindeki bu volkanik adacıkta, taş bloklardan oyulmuş sıra sıra dizili insan kafalı bu heykelleri, kimler yaptı, niçin yaptı.?
Adanın çevresini yaklaşık 1,5 km aralıklarla çeviren ve yerlilerin AHU adını verdikleri platformların üzerine bu garip görünüşlü heykelleri kim dikti?
Heykeller yontuldukları yerden, yani adanın iç kısmında bulunan taş ocaklarından yerleştirildikleri kıyı bölgesine nasıl taşındılar?
Bunları ilkel bir halk olan RAPA NUILİLER yapmış olamazdı. Garip görünüşlü heykeller olsa olsa UZAYLILAR tarafından yapılmış ve getirilip adaya yerleştirilmiş diye düşünenler ortaya çıktı.
Bu ve bunun gibi sorular ortaya çıktıkça UNESCO Dünya Kültürel Mirası listesine alınan adayla ilgili olarak bir proje başlatıldı ve bilim adamları Paskalya Adası’ndaki araştırmalarını yıllar içinde daha da yoğunlaştırdılar.
İlk zamanlar adanın çevresini saran AHU, yanı taş plâtformların üzerinde 288 MOAI buluyordu. 7 yıl süren araştırmalar sonucu 887 heykel kayda geçirildi. Ayrıca adanın dört bir yanına dağılmış halde, bitirilmeden bırakılmış onlarca MOAI daha vardı ve toplam sayıları 1000’den fazlaydı. Kimileri tek, kimileri guruplar halinde dikilmişti. Bitirilmemiş ve yarıda bırakılmış, çok sayıda heykele de rastlandı.
ADIYAMAN NEMRUT DAĞIN’DAKİ heykeller benzeri, çoğu sadece baş kısmından oluşuyor gövde kısmı bulunmuyordu. Arkeolojik araştırmalar ilerledikçe ,kafaların altında gövdelerin de bulunduğu ortaya çıktı. Kimi gövde taş ocağından yuvarlanan taşların, kimi de yıllar içinde artan erozyon sonrasında, toprağın neredeyse 5 metre altında gömülü kalmıştı.
Jeolojik araştırmalara ve bir mezarda bulunan kalıntılar üzerinde yapılan karbon testi sonuçlarına göre ,adaya ilk kez Milattan Önce 318 yılında ayak basıldığı belirlendi. Heykellerin ise MS 1500-1600 yılları arasında yapıldığı ortaya çıkartıldı.
Okyanusa sırtı dönükler, okyanusa bakanlar ve diğerleri
AHU TONGARIKI bölgesindeki heykellerin tümü sırtları okyanusa dönük, adanın iç kısmına bakar durumda sıralanmışlar. Sanki ada halkını denizden gelecek tehlikelere karşı korumak ister gibi duruyorlar. Bunların, köyleri, tapınma alanlarını ve önemli kişilerin mezar yerlerini korumakla görevli olduklarına işaret eden yorumlar var. Dinsel anlamları tam olarak bilinmesede heykellerin Rapa Nui yerlilerinin atalarını temsil ettiklerine inanılıyor.
AHU AKIVI olarak adlandırılan bölgedeki diğer bir gurup heykel ise, tam tersine, yüzleri denize dönük olarak sıralanmışlar. Denizcilere adada birilerinin bulunduğunu göstermek için mi? Yoksa adamıza gelmeyin, geri dönün demek için mi bilinmez.
Guruplardan ayrı tek bir heykel daha var. Bu heykel ayakta değil, çömelmiş olarak yapılmış. Başı farklı olarak gökyüzüne doğru kalkık ve en ilginci; SAKALI var.
Bu heykel, katılaşmış volkan küllerinden yapılmış ve diğer heykellerin aksine, PUNA PUA olarak adlandırılan Kızıl bir taştan oyulmuş. Bir rahibe mi aitti? Çevresindeki insanlar çömelmiş olarak oturup onun anlattıklarını mı dinliyorlardı ? Bilinmiyor. Bu oturuş biçimi dini bir ritüelin parçası olabilir miydi? O da bilinmiyor.
Tahmin edilen tek şey tüm heykellerin, dini ve idari açıdan otoritenin ve gücün sembolleri olmalarıydı.
Adadaki en uzun MAOI, PARO olarak adlandırılıyor.10 metre uzunluğunda ve 82 ton ağırlığında. Henüz tamamlanmamış olarak bulunan 86 ton ağırlığın bir başka MAOI daha var ki, şayet bitirilebilseydi yaklaşık 21 metre boyunda ve 270 ton ağırlığında olacaktı.
RAPA NUI milli parkının en bilinen heykel gurubu, adanın Güney Bölgesinde 220 metre uzunluğunda ve ortalama 4-5 metre yüksekliğindeki bir AHU’nun üzerinde, okyanusa bakar durumda sıralanmış 15 dev MOAI. MOAI’nin anlamı Rapa Nui lisanında TAŞ TASVİR anlamına geliyor. 21 Aralık’taki yaz gündönümü ve 21 Mart’taki sonbahar ekinoksu arasında, platformun ardında yükselen güneşin bu dev heykeller arasında gizemli bir manzara oluşturduğu söyleniyor.
Heykellerin sadece birinin başına PU KAO olarak adlandırılan, kırmızı taştan yapılmış bir başlık yerleştirilmiş. Adanın Güney batısındaki Puna Pua volkanından alınmış kırmızı tüften ya da taştan yapılmış o ağırlıktaki başlık, nasıl o yüksekliğe çıkartılıp yerleştirilmiş? Bu da cevap arayan bir başka soru. Ayrıca kırık ve etrafa saçılmış vaziyette duran 7 adet başlık daha var. Yerleştirilirken düşüp hasar gördükleri düşünülüyor. Üst sınıf erkeklerin uzun saçlarını topuz yaparak bu başlıkların altında topladıkları ve PU KAO”ların heykellere sonradan eklenmiş olabileceği varsayımlar arasında .
Erkek heykellerinin MOAI KAVAKA, kadın heykellerinin MOAI PAEPAE olarak adlandırıldıkları bu devasa, gizemli yontuların kafaları çok büyük ve gövdeye oranla 8/3’lük bölümü kafalardan oluşuyor. Polinezya inancına göre, kafaların büyük olması bir tür kutsallık ifade ediyor. İri uzun burunlu, geniş çeneli, kalın kaşlı, ince dudaklı, dikdörtgen kulaklı heykellerin derin göz oyukları var ve burun deliklerinin girişi olta iğnesini andırıyor. İki yana sarkmış olarak duran kollar, uzun ellere ve parmaklara sahip. Bazılarında mercandan yapılmış göz küreleri ve obsidiyen taşından yapılmış göz bebekleri var. Nedense tüm MOAI’lerde endişeli ve somurtkan bir ifade mevcut.
Arkeolojik araştırmalar sırasında, insanları ve kuşları simgeleyen, taş üzerine oyma tabletler de bulunmuş. Bu tabletlerden ada yerlilerinin hiyeroglif benzeri RONGORONGO olarak adlandırılan yazılı bir dile sahip oldukları ortaya çıkmış. Bulunan 26 tabletin 10 tanesi müzelerde sergileniyor.
MOAI’lerin fotoğrafını ilk olarak Mohican gemisiyle adaya gelen bir Amerikalı çekmiş ve böylece dünya kamuoyu bu gizemli adadan ve garip görünüşlü bekçilerinden haberdar olmuş.
Sahili dik yamaçlarla denizin 3000 metre derinliğine inen adada, kumsal hemen hemen hiç yok. RANO RARAKU yanardağının ve diğer iki sönmüş volkanın etrafında çevreye saçılmış vaziyette duran, birçoğunun gövde kısımları halâ toprak altında duran pekçok tamamlanmamış heykel bulunuyor.
Nasıl taşındılar?
ŞİMDİ GELİYORUZ EN ÖNEMLİ SORUYA. BU HEYKELLER YAPILDIKLARI YERDEN YERLEŞTİRİLDİKLERİ “AHU”LARA NASIL TAŞINDILAR ?
Az buz değil. Boyları 5-10 metre arasında değişen, ağırlıkları onlarca tona ulaşan heykeller, bulundukları yerlere nasıl getirildiler? Bazılarının inandığı gibi dünya dışı varlıklar tarafından getirilmiş olabilirler miydi? Bilim adamlarının gülüp geçtiği bu varsayıma çok sayıda inanan da var. Aslında bu bakış açısı sadece efsane. Zira sönmüş volkanların çevresinde, taş yontmak ve cilalamak için kullanılan çok sayıda basit el aletleri bulunmuş.
Bu heykelleri bu kadar etkili kılan MONOLİTİK yani tek parça kayadan yontulmuş olmalarıydı. Sönmüş volkandan kaya koparmak, heykel haline getirmek yaklaşık 5-6 yıl sürüyordu. Ve çok sayıda insanın çalışmasını gerektiriyordu. Sönmüş bir volkan olan RONA RARAKU dağının eteklerinde bulunan ve heykellerin yontulduğu taş ocağının etrafında o kadar çok alet ve tamamlanmamış heykeller bulundu ki, sanki yontu işlemine kısa süreliğine ara verilmiş de daha sonra geri dönülüp devam edilecekmiş gibi.
GELDİK İŞİN EN ZOR KISMINA. En zor iş bitmiş heykellerin nakledilmesiydi. Birçoğu, nakledilemeden taş ocağından kopup yuvarlanan kaya parçalarının altında gömülü kalmıştı. Heykelleri nakletmek ise büyük bir operasyon gerektiriyordu. Bunun için çok sayıda ağaç kesiliyor, kütüklerden silindir formunda kızaklar oluşturuluyor, bunların üzerinden kaydırılarak dikilecekleri alanlara ulaştırılıyordu.
Bir varsayıma göre de, heykeller kalın halatların yardımıyla ve insan gücüyle, bir öne bir arkaya hareket ettirilmek suretiyle adım adım çekiliyordu. Heykellerin nakledilmesi , adadaki kabileler arasında işbirliği yapılmasını gerektiriyordu. Ada’da 12 farklı bölge bulunuyor, taşınma işlemi sırasında, birbirine düşman kabilelerin topraklarını kullanma durumu ortaya çıkınca iş uzuyor ve zorlaşıyordu.
Heykel uğruna tabiat feda edildi
RAPA NUILİLER adaya ilk geldiklerinde her taraf ağaçlarla kaplıydı. Giderek daha çok heykel nakletmek için 10 milyona yakın ağaç kesildi. Heykellere yer açmak ve tarım alanı sağlamak için ağaçlar ve yeşil alanlar yıllar içinde yok edilince hassas eko sistem çöktü. Erozyon başlayınca, kaçınılmaz son, kıtlık ve açlığı da beraberinde getirdi; kaynak suları azaldı. Düşman kabileler birbirleriyle savaşmaya başladılar.
Avrupalı denizcilerin beraberlerinde getirdikleri, başta Çiçek olmak üzere salgın hastalıklar, yıllar içinde nüfusu kırdı geçirdi.1500 adalı,18 ve 19. yüzyıllarda Peru’lu köle tacirleri tarafından çalıştırılmak üzere götürüldü. Bütün bunların sonucu olarak, RAPA NUI, ağaçtan yeşilden yoksun, bugün nüfusu sadece bir kaç binle ifade edilen, terkedilmiş, gizemli bir adaya dönüştü.
Bilim insanlarının araştırmaları sürerken, yeni araştırmalar yeni teorileri de beraberinde getirdi. Paskalya adasının çok daha büyük bir toprak parçasının geride kalan kısmı olduğu ve binlerce yıl öncesine uzanan karanlık bir tarihi geçmişi sakladığı öne sürüldü. Bazı teorisyenlere göre, dünyada kutsal bir coğrafyayı temsil ettiğine inanılan adanın tarihi, çağlar öncesinde yaşanan sel felaketlerinin öncesine kadar uzanıyordu.
Aslında RAPA NUI, binlerce yıl önce okyanusun içinden farklı zamanlarda patlayarak yükselmiş ve büyük kısmı sular altında kalmış volkanik bir kara parçasının tepesiydi. Üzerinde var olduğuna inanılan gözlemeviyle, gökyüzünü araştıran ileri bir uygarlığa ev sahipliği yapıyordu. Bu adanın küresel bir gözlem ağının parçası olduğu ileri sürülüyordu. Gözlemevi gelecekte yaşanacak meteor çarpmalarını ve depremleri tespit etmek için kullanılıyordu. Bir araştırmacı,12 bin yıl önce buzullar henüz erimemişken, su seviyesinin 100 metre daha düşük olduğunu ve Pasifik Bölgesinde, AND dağları kadar uzun, adalar zinciri bulunduğunu iddia etti.
Atlantis?
Bazı araştırmacıların adayla ilgili yazdıkları kitaplarında ,DÜNYANIN MERKEZİNE ve CENNETE BAKAN GÖZLER olarak da adlandırılan RAPA NUI, Kayıp kıta ATLANTİS’in ve esrarengiz MU kıtasının sular altında kalıp yok olmasına neden olan sel felaketlerinden birini yaşamış olabilir miydi? MÖ 7 binli yıllarda dünyaya ard arda çarpan kuyruklu yıldızlar ve kozmik cisimlerin sebep olduğu seller, depremler, volkan patlamaları gibi doğa felâketleri, adanın büyük bir kısmının sular altında kalmasının sebebi olabilir miydi?
Öyle ya da böyle. Dünyamız ve insanlığın tarihi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Gezegenimizin birçok yerinde karanlıkta kalmış, aydınlanamamış sırlar, suskunluğunu koruyan gizemler ve geçmişten kalan ve halâ çözümlenememiş pekçok tarihi yapı ,eser ve olay bulunuyor. PASKALYA ADASI’nın BEKÇİLERİ olan garip görünüşlü heykeller de onlarca gizemden sadece bir tanesi.
2017 rakamlarına göre RAPA NUI’nin nüfusu 7 bin 750 kişi olarak belirtilmiş. Turistlerin konaklayabileceği her kategoriden kaliteli oteller, adanın iç kısımlarında ise taş evler ve birçok pansiyonlar bulunuyor. Halk geçimini turizmden, denizcilikten ve tarımdan sağlıyor.
PASKALYA ADASI’nın gizemli atmosferini sizde yaşamak istiyorsanız, ŞİLİ SANTIAGO’dan düzenlenen turistik turlarla 6 saat süren bir uçak yolculuğunu da göze alarak adaya ulaşmanız mümkün.
Zor ama imkansız değil. Belki bir gün sizin de yolunuz düşebilir.
Başak DOĞRU/Gazeteci-Bizans ve İstanbul Araştırmacısı
Başak DOĞRU/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 01 Ekim 2021
Video Editing: Oğuz HAKSEVER