Toplumu okumak kavramı 14 Mayıs 2023 seçimlerinden sonra yeniden gündeme geldi. İktidara yakın çevreler, muhalefeti ve muhalif temelde yazanların toplumu okuyamadıklarını iddia ettiler. Bu iddia öncelikle toplumu kendilerinin okuyabildiği kabulüne dayanır. İkinci olarak muhalefetin toplumu anlamadığını, bilmediğini içermektedir. Aslında aşırı genellemeci ve basitleştirici bir yaklaşım üzerinden kendilerini meşrulaştırmak için bu kavramı piyasaya sürmektedirler. İktidarın muhalefete yönelik ötekileştirici söyleminin iktidar yanlısı medya mensupları tarafından daha ince biçimde dile getirilmesidir. Aslında gizliden gizliye muktedirler gibi kibirli bir tavrı dışa vurmaktalar. Onlar dışında kimsenin toplumu anlayamayacağını düşünürler, savunurlar. Anlamak, kavramak onların tekelindedir. Aslında bu ideolojik hegemonya kurmak için ileri sürülen bir iddiadır. Toplumu anlamak kavramı çerçevesinde “hakikatin” kendi tekellerinde olduğunu ve ancak onu açıklayabilecek durumda olanların da kendileri olduğunu ileri sürmekteler. İddialı ama o kadar da kof bir görüştür bu.
Toplumu anlamak denirken toplumu kendi pencerelerinden yani dünya görüşleri temelinde anladıklarını gizlemektedirler. Sanki toplum yekpare bir bütünden oluşuyormuş gibi bir anlayışı örtük biçimde savunurlar. Hâlbuki gerçek hiç de böyle değildir. Öyle olsaydı toplumda farklı görüşler, siyasal örgütlenmeler ve onların temsilcileri olmazdı. Zaten toplum en azından yönetenler ve yönetilenler olarak ikiyi ayrılır. Türkiye toplumu ele alındığında büyük değişim ve dönüşüm geçirdiği bir hakikattir. Burjuvası vardır, esnafı vardır, sanatçısı vardır, yazarı vardı, köylüsü vardır, işçisi vardır, emeklisi vardır, memuru vardır, işsizi vardır, genci vardır, öğrencisi vardır, kadını vardır, çocuğu vardır. Yani toplumda farklı toplumsal sınıf ve katmanlar bulunmaktadır. Dolayısıyla toplumu okumaktan söz edilirse bu farklı toplumsal sınıf ve tabakaların yaşam tarzlarını, eğilimlerini bilmek gerekir. Toplumu okuduklarını söyleyen muhafazakâr ve milliyetçiler bir mahallede oturduklarından oradakiler üzerinden genelleştirme yapmaktadırlar. Liberal, seküler kesimler hakkında fazla bir şey bilmemektedirler. Üstelik mahalleler arası geçiş de vardır. İnançlı muhafazakâr, inançlı sosyalist, liberal solcu, liberal milliyetçi, ulusal solcu, vb. kategoriler bu geçişin somut ifadesidir.
Tam da İsmet Özel’in dediği durumdur bu: “İnsanlar hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır.” Yaptıkları kendilerinin okuyamadığı bir kesim üzerinden genelleme yoluyla ötekileştirdiklerini suçlamaktır.
Toplum da film gibi, roman gibi, şiir gibi farklı okuma türleriyle okunabilir. Bunun için tarih, sosyoloji, siyaset, sosyal psikoloji, antropoloji, teoloji vb. alanlarla ilgilenmek gerekir. Üstelik bu alanlarda da en az iki farklı ekol bulunuyor. Yani demem o ki, toplumu okumak kimsenin tekelinde değildir. Toplumu biz okuyoruz diyerek dayatma yapmak da mümkün değildir. Her zaman farklı görüşler ve değerlendirmeler olacaktır. Üstelik Türkiye toplumu gibi Batının ve Doğunun kesişiminde yaşayan bir toplumun analizini yapmak o kadar da kolay değildir. Uzun zamandır sosyologların sustuğu, olguları açıklamaktan kaçtığı ya da yetersiz kaldığı bir süreçten geçiyoruz. Ülkede yaşananlar sosyal bilimler açısından önemli bir laboratuvar niteliğindedir. Gelecekte bu verimli alanı değerlendirecek entelektüeller ortaya çıkacaktır. Ama bunlar medya zombileri olmayacaktır. Medya zombileri hakikatle bağlarını koparmış, kendi algısal dünyalarında yaşamaktadır. Gerçeklik yerine yeni bir gerçeklik inşa etmektedirler. Bu öznel gerçekliği de hakikat sanmaktadırlar. Medya zombileri somut olguları, olayları değerlendirmekten uzaktırlar. Zombi gibi ruhsuz ölü bedenler olduklarından kendileri dışında yaşayan her şeye karşıdırlar. Medya gibi içeriklerin her gün hatta yeni medya ile dakika dakika oluşturulabildiği bir ortamda gerçekliğin değişen doğasına algıları kapalıdır. Ezberledikleri şablonlarla konuşmayı yeğlerler. Medya zombileri alanları olmasa da her konuda ahkam kesmeyi, konuşmayı severler. Medya zombileri muktedirin sesi olmaya çalıştıklarından kendi seslerini unutmuşlardır. Onların kendilerine ait sesleri yoktur. Onlar, sahibinin sesini dillendirir.
Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi