SUSMAK NEDİR, OLRİC?

0

SUSMAK NEDİR, OLRİC?

Bir adam sendecilik bir vurdumduymazlık her yanımızda fark ettiniz mi?

https://youtube.com/shorts/01saOE-lvlA

Herhangi birimiz birazcık resme uzaktan baksa içler acısı halimizi görecek de… Ya öyle bir baba yiğit yok veya ne bileyim kimsenin kimseden farkı yok.
Burada yazıyorum diye bende bir tık var mı? Hayır.

Tüm zamanlarda önüne konan yemeği şükrederek yiyen bir millet olduk. Bu güzel de ne şekilde servis edildiyse öyle kabul ettik ama.

Daha önce evine 5 ekmek alan bir aile zaman içinde 3, sonra 2 ekmek almaya gücü ancak yetiyorsa şükretti.
Tamam azla mutlu olalım bir şey demiyorum da bir de haklarımız var; insanız ya hani düşünüyoruz.

Şimdilerde senelerce bu devlete vergi verip alnının teriyle para kazanıp çocuklarına helal ekmek yediren bir aile babası şu meşhur filesini doldurmak şöyle dursun sadece ekmeğini, makarnasını koyunca parası bitiyor. Fileyi sallaya sallaya evine dönüyor. Makarna domatesli bile olamaz zira domatesin kilosu olmuş 30 TL.  Sade makarna işte, yiyip doyacaklar.
Durum bu haldeyken, yani bir ülkede böyle bir ortam varken;
Sende bende ne değişiklik var? Kaç kişi yeter kardeşim, diyor, Olric ?

Çok kişi diyor efendimiz!

O kişiler ne yapıyorlar? Hiçbir şey!

Bu sorular ortaya atıldığında derin bir sessizlik falan olmaz her kafadan ayrı bir ses çıkar. Sesler yüksektir, herkes kendi dediğine ölümüne inanır. Diğer konuşanı dinlemez sadece konuşma sırasının kendisine gelmesini bekler (biraz saygılıysa).

Toplumumuzda tartışma olmaz kavga vardır. O yüzden ben kendi kendime sorup, cevap bulmaya çalışmadan lafı ortaya bırakacağım. Bunun için günümüzden birkaç yüzyıl geriye gidiyorum;

John Locke adlı filozoftan bahsedeceğim. Kendisi Rene Descartes ve Baruch Spinoza gibi filozofların içinde bulunduğu rasyonalist akımın karşısında durmuş, ortaya devlet kavramıyla ilgili başka fikirler atmış kişidir. Aslında, felsefede keskin ayrımlar olması fikrini pek benimsemiyorum. Yani “her şeyin başı su” diyerek başlatılan beyin fırtınasında tüm fikirlerin ucu açık olduğundan;  Suyun moleküllerinin ne ifade ettiği, su olmasaydı belki bambaşka formda canlılar olabilirdik gibi ütopik sonuçlara da varılabilir. Hepsinin sonunda bir bardak su içip kaldığı yerden yine moleküllere dönebilir, sabaha karşı yaratıcının hikmetini konuşuyor olabilir kişi.

Kısaca; Descartes ve Spinoza’nın rasyonalist akımında bilginin kaynağı akıldır, ancak zihinsel yolla kavranabilir.

Lockek ise bu iki filozoftan farklı olarak bilginin yegane kaynağının deneyim olduğu görüşünü savunur. Bu görüşüne “empirizm” ve bu bunu benimseyenlere de “empirist” adı verilmiştir. Şöyle der Locke;

“Hiçbir insanın bilgisi, edindiği tecrübenin ötesine geçemez”

Felsefeyi buraya birazcık sıkıştırdım ki düşünme yolumuz açılsın. Gelelim günümüz Türkiye’sine. Ben etrafıma bakıyorum yukarıda kabaca anlattığım iki görüşte aradan bu kadar yüzyıl geçmiş olsa da hala yurdum insanı için geçerli değil gibi.

Şu son yirmi yılda yaşadıklarımızı açıklamak gerekirise; Bilginin kaynağı akıldır desek mesela. Hadi aklımızı kullanamadık bir şeyler oldu bitti. Daha öncesinden derslerine iyi çalışmışlar aklımız yetmedi…  kavrayamadık. Burada bahsettiğim toplumun asgaride anlayabilecek akla sahip olanları elbette. Yoksa diğerleri zaten arkada çay tarlaları dururken devlet babanın kamyondan üstlerinde fırlattığı çay paketlerini bir nimet gibi kapışıyorlar onlara bir şey demek caiz değil.

Peki geri kalan biraz olsun aklını kullanabilenlere de şunu söylüyorum; Locke demiş ya bilginin kaynağı tecrübedir diye.  Bunlar da tecrübe edip, edip edip ve edip yirmi sene duruma çare bulamamışlar(ız). Aslında anlatacaklarımın geldiği noktadan memnun değilim çünkü kimin hangi ortamdan memnun kimin hangisinden memnunsuz… faydalanılan, faydalanılamayan, kazanç getiren, getirmeyen… akla gelebilecek tüm menfaatler ve tüm zararlar sonsuz değişken iken kime ve neye konuşmalı ? Bu yüzden bunu burada bırakıyorum. Asıl söylemek istediğim beni bunları yazmaya iten geldiğimiz son hal. Yurdum vatandaşının vurdumduymazlığı, adam sendeciliği.

Bir kere suyu muyu bırakıp bizim için her şeyin başına döneyim artık hepimiz doların 15 TL olmasını ne güzel içimize sindirdik farkında mısınız? Hatta 15 TL baya yakıştı sanki o tabelalara ne bileyim ben görünce heyecanlanıyorum, adrenalin oluyor yani. Ne kadar aksiyon dolu bir ülkede yaşıyorum diyorum yarının ne olacağı belli değil bu heyecan beni öldürmez güçlü kılar diyorum.

Otomatikman sonsuz zamlar oluyor, dalga dalga bitmek bilmiyor. Benzinin litresi 22 TL iken şöyle bir senaryo oluşuyor düşünen insanın kafasında: Yani bu zamdan sonra ne  bileyim sabahları insanlar her arabada tek kişi giderek eskisi gibi köprü trafiğini sıkıştırmaz, toplu taşımaya yönelir veya üç beş arkadaş buluşup tek arabayla giderler  yani trafik hafifler(meli). Pandemi var diyeceksiniz de arabada yanına kimseyi almayan, toplu taşıma kullanmam diyen dip dibe masalarda yemek yiyip, içki içiyor mesela. Sonuç olarak ne iş günleri, ne tatil günleri ne gece ne gündüz değişen hiçbir şey yok. Trafik yine trafik kimse hiçbir şeyini değiştirmedi, değiştirmeyecek de.

Kafeler, lokantalar tıklım tıklım. Bir kahve içseniz 25 TL vereceksiniz hah yanına bir de su etti mi 30 TL. Neyse durum buyken herkes hala gezmelerde. Doların 15 TL olması ya da ne bileyim marketten geleneksel kahvaltımızın baş aktörü beyaz peyniri almanın giderek zorlaştığını farkında olmak yurdum insanına teğet geçiyor valla bravo.

Sokaklardayız, eğlencedeyiz, vur patlasın çal oynasın. Millettçe bir kafa yaşıyoruz, bazen içtiğimiz suya bir şey karıştırıldığını bile düşünüyorum. Yoksa bu derece kabullenmek, eylemsizlik (mesela marketten domatesin kilosunu 30 TL den almayacağım diyebilmek gibi) ne bileyim insanın beynini kullandığına işaret eden sinyaller görmeliydik. Resmin dışına çıkıp bakabilenler mesela yurt dışındaki arkadaşlarım, iletişimde olduğum insanlar bize baya acıyorlar. Burada o kadar azından bahsettim ki içinde bulunduğumuz halin. Yani adalet sistemine, sanat yapamayan sanatçıların acısından vs. vs. vs. bunlardan konuşmadım. Anlattıklarım buz dağının görünen ucu yani üstünde bir tane penguen zar zor durur o derece.

Biz yıkılmıyoruz ayaktayız maşallah.

Hiç mi tepki gösterilmez?

Her şey mi kabul edilir?

Bir şekilde sindirilir vallahi !!

Ne Spinoza, ne Locke, ne Aristotales olan biteni geceler boyu konuşsalar anlamlandırabilirler miydi bilemedim. Ben kafamda soru işaretleriyle öylece duruyorum.

Yazım bitti kalkıp bir bardak su içeyim.