TÜRK SİNEMASINDA KADININ YERİ VE TEMSİLİ

0

TÜRK SİNEMASINDA KADININ YERİ VE TEMSİLİ

İNCELEME

Türklerin kültürlerinde ve geleneklerinde aile kavramı kutsaldır ve yüceltilmesi gereken olarak görülmektedir. Bu bakış Türk sinemasına da yansımıştır. Türk sinemasında aile olgusu ile ilgili olumsuz bir yaklaşıma rastlanılmamakla beraber iyilik, beraberlik ve dayanışma kavramları aileyle anlam kazanmaktadır. Ek olarak ailesine karşı gelenlerin başlarına kötü olaylar gelip mutsuz oldukları birçok kez görüntülenmiştir. Türk filmlerinde evlenmek ve aile kurmak ideal olan olarak gösterilir ama kolayca evlenmek imkânsızdır; çünkü filmlerdeki çiftlerin kavuşmasında önünde birçok engel vardır bu da filmlerin yapısını oluşturur. Bu engellerin başında iyi-kötü, zengin-fakir farklılıkları ya da tesadüfi yaşanan aksilikler gelir ve filmlerdeki çiftler bu zorlukların üstesinden gelmeye çalışır.

“Aile filmlerinde karşılaşılan temaların çoğunu “kadın kendini feda etmelidir” başlığı altında toplamak mümkündür.

Aile filmlerinde, kadının varlık nedeni ailenin, dolayısıyla toplumsal dokunun sağlamlığını korumakla eşleşmiş gibidir. Kendinden vazgeçme, kadının kadın olma özelliklerinin en temel olanıdır. Kadın, doğuran, bakıp büyüten, kol kanat geren, hizmet eden, başkaları için yaşayan bir varlık olarak çizilir”

Kadından, kadın karakterlerden fedakârlık yapması beklenir, olaylara göğüs germesi elinde olanla yetinmesi fazlasında gözünün olmaması istenir. Örneğin, pavyonda şarkı söyleyerek ya da benzeri işlerde çalışan kadın karakterler âşık olduktan sonra işleri sorun olarak görüldüğü için fedakârlık yapıp işlerini bırakırlar ve filmlerin sonunda mutluluğu evlilikte bulurlar.

İzleyiciye çoğu zaman ideal olanın bu şekilde olduğu yansıtılır. “Kadının temsil biçimi melodram anlatısı içinde erkek egemen ideolojinin kendisine biçtiği değerler ve sembollerle yer almaktadır.

Kadınlar melodram kalıpları içinde ‘faziletli anne’ ve ‘dokunulmamış sevgili’ olarak idealize edilmektedir. Bunun dışında kalanlar ise kötü kadın, erkekleşmiş kadın, isterik kadın, gizemli cinsellik örneği kadın vs. olarak tek boyutlu, iyi ya da kötü kadınlardır”.

Hedefleri olan, kimsenin himayesinde olmayıp daha rahat bir yaşam isteyen,kendi bildiğinden şaşmayan ve para ve kariyer sahibi olan kadınların başına kötü bir şey geldiği ya da yalnız kalıp mutsuz oldukları
gösterilmiştir.

Türk sinemasının başlangıcından beri kadın imgesi hep ikincil planda tutulmuş uzun bir süre özne haline gelememiştir.

1960-1970; “YEŞİLÇAM SİNEMASINDA KADIN”

Türk sinemasının altın çağı olarak da adlandırılan 1960lar döneminin hedef kitlesi geniş halk topluluklarıydı. Yeterli eğitimi olmayan, eleştirel bakmayan, sinemada gördüğünü kabul eden,
hikâyenin akışına kapılan kitleler tercih ediliyordu. Yeşilçam sinemasının en büyük izleyici kitlesi kadınlardır. Kadınların genelde evde oldukları ve sinemanın onlar için büyük bir aktivite olduğu ve sinemadaki kadın karakterlerle kendilerini özdeşleştirdikleri böylece yaşantılarını daha katlanabilir hale getirdikleri düşünülmektedir. Bu dönemin en belirgin özelliklerinden biri belirli temalar işlemesidir.

İyi-kötü, zengin-fakir, doğu-batı temaları Yeşilçam sinemasının olmazsa olmazlarındandır.

Yeşilçam senaryolarında zıtlıklar, tesadüfler, fedakârlıklar, aile konuları işlenir. “Yeşilçam senaryolarının işlevlerinden biri iki farklı çevre örüntüsünü bir araya getirmekti. Zenginlerin yaşadığı Boğaz’daki yalılar, fakirlerin yaşadığı gecekondular. Bunun arkasında bir çeşit toplumsal eleştirinin varlığından söz edilebilir. Köyden kente göçün işlendiği filmlerde ise mutlaka Doğu-Batı ikiliği, doğunun iyiliği, batının zalimliği işlenirdi. Orta-alt sınıfı temsil eden karakterler, erkekse adil, şefkatli, gururludur, kadınsa ailesine düşkün, terbiyeli ve suskundur. Ancak; kendinden üst sınıftan biriyle tanıştığında o hayatın cazibesine sadece kadınlar kapılır. Hiçbir zengin kız, fakir bir erkeği yoldan çıkaramaz ve onu kendi isteği dışında dünyasına alamaz. Erkekler bu konuda kararlı ve onurludur”

Türk sinemasının en çok izlendiği altın çağında bile kadınlar için değişmez kalıp yargılar vardı. Kadın karakterler, namuslu, fedakâr, ailesinin sözünden çıkmayan, iyi huylu ve zorluk yaşasa da acı çekse de sabırlı olmalıydı. Kadın karakterlerin meslekleri pavyonda, gazinoda çalışmaksa eğer ya evlenip mutluluğu eşlerinde bulup işi bıraktıkları ya da işi gereği, iş yerinde açık giyinse bile öğlen normal hayatlarında “edepli” giyindikleri ve kişisel hayatlarında son derece “namuslu, masum” oldukları görülmüştür.

“Melodramlarda kadınlar, daima erkeğin bakış açısıyla temsil edilirler. Erkeği mutlu eden kadın yüceltilir, mutsuz eden, aldatan ya da kendi sebep olmasa da namusunu kirleten kadınlar ölüme teslim edilir”

Bu dönemde işlenen kadın temalarından biri de kadınların sevdikleri erkeğe “kendilerini kabul ettirmek” olmuştur.

Kadın karakterler bakım yapmadıkları, şiveyle konuştukları, eğitimsiz oldukları için aşklarına kavuşamazlar.

Bu yüzden köylü kadın karakterler, büyük şehirlerde modern hayat süren zengin erkeklere kendilerini kabul ettirme çabasına girerler.

Modern hayata geçmek için; Diksiyonlarını düzeltmek, kıyafetlerini değiştirmek, dans etmeyi (tango) öğrenmek, eğitim almak gibi çeşitli kategorilerde kendilerini
geliştirmek zorundadırlar. Bu eğitimler alınıp değişimler tamamlandıktan sonra sınıfsal olarak yükselmiş olunur. Artık kadın, erkeğinin gözünde bakımlı, alımlı ve güzel olmuştur. Ama sinemada bu kadın karakterlerin doğallıklarını kaybetmeden, geleneklerini ve kültürlerini unutmadan batılı oldukları izlenir. “Köylü kadından kentliye; bakımsız bir kadın olmaktan aşk öznesi kadına; görgüsüzlükten modern/medeni bir kadına; çocuksuluktan çekici bir kadın olmaya ve ehil olmayan, erkek gibi kadınları ince işçilikle evcilleştirmeye kadar genişler: Yelpaze geniştir fakat filmlerin tematik zenginliği zayıftır, zira aslında hepsi aynı şeyi anlatmakta, aynı erkek fantezisini imgeleştirmekte gibidir”

1970’Lİ YILLARDA KADIN

1970ler dönemi, siyasal çatışmalar, ekonomik durum ve televizyonun ortaya çıkışı vb. nedenlerden dolayı Türk sinemasının en durgun olduğu dönemdir.
Bu dönemde yabancı dizi ve filmleriyle, eğlenceli programlarıyla insanların evlerinde yerini alan televizyon, sinemadan çok daha geniş bir alan sunmuş ve insanların sinemadan uzaklaşmasına sebep olmuştur. Ek olarak enflasyon yükselmekte ve ülkenin ekonomik durumu kötüye gitmektedir. Böylece sinemanın maliyeti de artmış ve kolay ulaşılabilirlikten çıkmıştır.

1970’lerde toplumsal bunalımlar, sağ-sol çatışmaları ve 12 Mart Muhtırasıyla beraber oluşan siyasal karışıklıklar nedenleriyle de insanların sinemadan uzaklaşmasıyla beraber yönetmenler filmlerinde yeni bir tarz arayışına girmişlerdir. Melodramların etkisi yavaş yavaş bitmeye başlamış, aileye yönelik olan film konuları azalmıştır. Ticari sinema anlayışı başlamış ve hedef kitlesi olarak; ekonomik durumdan dolayı işsiz kalan, yeterli eğitimi olmayan ve cinsellik açısından doyumsuz erkek izleyiciler belirlenmiştir. Böylece sinema sektörünün bitmemesi için çare erotik filmlerde bulunmuştur.

“Özellikle 70’li yılların ortalarından başlayarak mevcut kalıpların dışına çıkıldığı ve iyi kadın tipini temsil eden masum kızların soyunduğu görülür. Kadının kişiliğinin yok edildiği ve vücudunun bir
nesne olarak erkeklere sunulduğu bu filmlerde, erkekler egemenliklerini ve güçlerini kadını kişiliği ve bedeniyle yöneterek, hatta örseleyerek ortaya koyar”
Bu dönemde kadın karakterler cinsel haz nesnesine dönüştürülmüşlerdir. Kadının kişiliklerinin hiçe sayılıp obje gibi erkeklere sunulduğu 1970 dönemi filmlerinde erkekler, güçlerini kadınların vücutları üzerinde göstermeye çalışmış, şiddet gösterilerinde bulunup kadınlar üzerinde egemenlik kurmaya çalışmıştır.
Ve bu durum olağan olarak karşılanmaktadır. Erotik güldürülerin, kadınların nesnelleştirilmelerinin,
kadınların cinselliklerinin ön planda tutulduğu bu dönem erkek izleyiciler tarafından ilgi görmekte ama kadının temsilini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu dönem sinemanın toplumsal olaylardan kaçışını ve ticari getiriyi hedeflediğini göstermektedir ve 1980 ihtilaline kadar bu durum devam etmiştir.

1980’Lİ YILLARDA KADIN

1980ler döneminin en önemli olayı olan 12 Eylül 1980 darbesiyle beraber siyasal ve toplumsal sorunlar, sinemaların teması haline gelmiştir. Darbenin sonuçları ve toplum üzerindeki etkisi izleyiciye aktarılmak istenmiştir. Darbe’nin de etkisiyle bireysellik önem kazanmıştır ve bu durum sinemaya da yansımıştır. Bu dönemde dünyada yeniden hareketlenen feminizm, Türkiye’de de etkisini göstermiş, Türk sinemasında kadının da toplumsal sorunlarına yer verilmiştir. Bireyselliğin de etkisiyle filmlerde, kadınların toplumsal konumuna, yaşadığı sorunlara, çevresine yabancılaşmasına değinilmiştir.

“Daha önce filmlerde köy, gecekondu veya fabrikada kendilerine yer bulmuşlardı. Şehir merkezinde kadını ya şarkıcı ya da pavyon kadını olarak tanıyorduk, şimdi modern, yalnız şehirli, işi olan bir kadın olarak karşımızda duruyordu.
Bir yandan kentli ve mutsuz kadın tipi yaratılırken bir yandan cinsel özgürlükçü kadın tipi yaratılmıştır.

Bu dönemde modern kadın tipi ekonomik özgürlük sahibi, kariyeri olan ve kadın cinselliğine sahip çıkan olarak belirtilirken,
filmlerde namuslu eş kavramı gittikçe azalmakta hatta sadakatsizlik gösteren kadınlar da konu olarak işlenmektedir. Eşlerinin ilgisizliklerinden sıkılan ya da ev-iş arası hayatlarının monotonlaşmasından sıkılan kadınların evlilik dışı ilişki yaşadığı izlenilmiştir. Örnek olarak “Ölü Bir Deniz” (1989) filminde kadın karakterin evlilik dışı ilişki, yasak aşk yaşadığı konu alınmıştır.

1980’li yıllara kadar birkaç film dışında cinsellik sadece kötü kadınlara yakıştırılırken bu dönemde artık sıradan kadınların da yaşamlarında yer almaya başlamış, iyi-kötü olarak belirtilen kadın tipinin yerini modern-geleneksel tiplemeleri almıştır. Bu dönemde ikilikler ayrı ayrı temsil edilmeyip tek bir bireyde toplanmıştır. Bu yeni tiplemenin en iyi görülebileceği örnek Müjde Ar’dır. Müjde Ar, Türk sinemasının yeni anlayışına göre filmlerde oynamış ve “özgür kadın” imgesi oluşturmuştur.Ar, o zamana kadar olan tabuları ve Türkan Şoray’ın kanunlarını yıkmaya başlamıştır.

“Ah güzel İstanbul adlı filmde başrol oyunculuğu Türkan Şoray’a önerilir ancak o soyunamayacağını söyleyerek bu teklifi geri çevirir. Rol Müjde Ar’a kalır. Müjde Ar bu filmle Antalya Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü alır”

Türkan Şoray da bir süre sonra kendi kanunlarını yıkmaya başlamış ama bunu yavaş yavaş yapmıştır böylece halk da bu durumdan rahatsız olmamış birçok yenilik geldiği ve Müjde Ar filmleriyle de normalleştiği için bu durumu yadırgamamıştır.

Türkan Şoray bu değişimi nasıl yaşadığını şu sözlerle ifade etmektedir:

Toplumun zevkleri ve beğenileri değişmeye başladı. Eskiden izleyici o tarz filmleri seviyordu. Daha gerçekçi olmaya başlayan seyirci başka şeyler istemeye başladı.Bu değişime ayak uyduramadığımız zaman çağ dışı kalacaktık. Aynı kişilikte kaldığımız sürece unutulup gidecektik. Devamlı yeniliğe çağa ayak uydurmak zorundaydık ve bunu yapabilenler kaldı Türk sinemasında

Genel olarak 1980 dönemine bakıldığında kadın karakterlerin filmlerde artık özne olarak yer aldığını ve kısmen özgürleştiğini görülüyor ama özgürleştiği tek konu cinsellik olup kadınların sorunları önemseniyormuş gibi gözükse de bu karakterle küçük bir kadın kitlesinin
sorunları tüm kadınlarınmış gibi yansıtılmaya çalışılıp kadın cinselliği sömürülmüştür.

1990’lı yıllarda film sektöründekiler reklamcılığa yönelmiş ve dönemin yönetmenleri popülariteyi
önemsememişlerdir. Bu dönemde filmlerde politik, İslami, nostaljik türlere yer verilmekte ama yeni sinema döneminde kadınlara çok fazla yer verilmemektedir. Şarkıcı ya da manken vb. tiplemelerinde kadınlarla karşılaşılsa da direkt kadınları konu alan, kadınlar üzerinden giden filmler gittikçe azalmıştır. Bu dönemdeki kadınların sorunları ise maddiyat olarak işlenmiştir.

Milliyetçilik furyasından dolayı daha fazla eril film ortaya çıkmış, sessiz kadınlar ve faziletli anneler imgeleştirilmiştir.

Yeni dönem Türk Sinemasında kadının temsilinin görüldüğü filmlerden birisi “Gitmek (2007)” filmidir. Bu filmde Ayça ve Iraktaki savaşta askerlik yapan Kürt kökenli Hama’nın telefonla iletişim kurabildikleri bir aşk hikâyesi konu edinilmektedir. Ayça karakteri filmde, şu ana kadarki suskun karakterlerin aksine suskun bir kadın değil istediklerine ulaşmak için harekete geçen ve Irak’a Hama’nın yanına giden bir kadındır.
“Ayça yeni sinemada kendisine verilen ikincil konumlanmanın dışında bir kadın imge olarak farklılaşan bir karakterdir. Ayça kendisinden beklendiği gibi suskunlukla kendisini anlatmaz. Bağırır, çağırır, küfür eder dahası eyleme geçer. O ne istediği bilen bir kadındır. Kendisine verilene razı olmaz.
Bu anlamda Ayça yaşadığı habitusa rağmen özne olmak isteyen, direnen ve bu toplumun kadınları için umut vadeden bir karakterdir”

Kadınlar özne olarak filmlerde çok yer almasa da bu dönemde kadının temsilinin değişimi Ayça gibi karakterlerle anlaşılabilir durumdadır.

SONUÇ
Türk Sinemasında erkek birincil konumda tutulurken, kadın temsili genelde arka plana konmuş, ikinci planda tutulmuş ve susturulmuştur. Kadının sorunlarının, iç hayatının da gözlemlendiği ve kadının özne konumuna getirildiği filmler uzun yıllar boyu gelişememiştir. Türk sinemasında, kadına şiddet, kadın cinayetleri, toplumsal baskılar ve çocuk gelinler gibi büyük sorunların anlatıldığı filmlere çok az rastlanılmış olup rastlanılan filmlerde de nadiren eleştirel bakıldığı görülmekte çoğu zaman ataerkil düşünce biçimini onayladığı görülmektedir. Türk Sinemasının “Altın Çağı” olarak tanımlanan dönemde bile kadın ikinci planda kalmış ondan namuslu, fedakâr, iyi eş-anne olması beklenmiştir.
O dönemde; suskun, iyi, kaderine boyun eğen, kendini erkeğine adamış onun için her türlü fedakârlığı yapan kadın imgeleri görülmüş, bu ideal olan olarak belirlenmiştir. Bunun tersini yapan
yani ideal kadın tiplemesinin dışına çıkan kadınlar ise toplumdan dışlanmış kötü, vamp kadın olarak adlandırılmıştır. Kötü kadın karakterler filmin sonunda ya iyi olmuş ya da yalnızlığa, mutsuzluğa
terkedilmiştir. 1970’lerde ise özgürleşen kadın imgeleri görülür ama bu özgürleşme sadece cinsellik açısındandır. Bu dönemde de kadın seyirlik cinsel nesne olarak kullanılmıştır. Bu yıllarda kadın özgürleşse de yine de erkek bakış açısından görülmektedir. Kadının modernleşmesi, fiziksel görünümü, kıyafetleri, tarzı beğenildikten sonra kişiliğinin de dikkate alındığı görülmüştür.

Modernleşmeye, kendini beğendirmeye, kendini kabul ettirmeye ihtiyaç duyan kadın olarak görülmüş erkeklere bu konuda bir yük verilmemiştir. Erkekler medenileşmiş ya da batılı olarak gösterilişe de kendileri film boyu şarkıcılarla, başka kızlarla eğlense de kendi evleneceği kadın tipini namuslu, ideal kadın olarak ister. Bu konuda hala gelenekseldirler ama bu olağan bir şey olarak görülür.

Günümüze kadarki Türk sinemasında yaratılan kadın imgeleri: iyi, kötü, modern, geleneksel, suskun, namuslu faziletli, cinsel özgürlükçü ve batılıdır. Dönemlere göre kronolojik sırayla adım adım görülebilen kadın imgeleri “ ideal kadın” olarak adlandırılmamalılardır çünkü gelişmekte olan bu dünyada, her şey gibi kadın tiplemeleri de değişmektedir.

Sinema aracılığıyla da desteklenen ataerkil, eril düşünce yapısının kalıplaştırdığı yargılar sunulmaktansa daha cinsiyet eşitlikçi filmler yapılmalıdır. İşinden ve hayatından fedakârlık gösteremeyen kadınlar kötü olarak algılanmamalı ve anne olmak istemeyen kadınlar yargılanmamalıdır.

Filmlerde kadınları stereotipleştirmek ya da kadınları ticari getiri için cinsel nesne olarak kullanmak basittir. Film sektöründekiler; kadın istismarlarının, kadına şiddetin ve çocuk gelinlerin olmadığı filmler ya da bunları eleştiren filmler yapmalı, topluma bu durumun onaylanmadığını, zararlı olduğunu anlatan örnek filmler ve kadınların kaderlerine boyun eğmediği, susmadıkları ve seslerini çıkardıkları filmler yapmalıdır. “Ben erkeğim yaparım”, “kocamdır yapar” algısını yaymak ve eril tarafı güçlendirmek yerine bu algıyı ortadan kaldıracak filmler yapılmalıdır.

Çünkü sinemaların besin kaynağı halk ve toplum olduğu kadar etkilediği şey de yine toplumdur.

Buse ARSEVEN

 

Buse ARSEVEN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 05 Mart 2022