4 Ekim 2021’e Doğru Ülkemizde Hayvan Haklarına Bakış.
UNESCO’nun (United Nations Educational, Scientific and Cultural Organization) Paris’deki merkezinde 15 Ekim 1978 tarihinde ilan edilen Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi, 1989 yılında revize edilmiştir ve 1990 yılında UNESCO Genel Direktörüne sunulup, aynı yıl 14 madde olarak kamuoyuna açıklanmıştır. Türkiye bu konuda ilk adımını 2003 yılında Ev Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesini imzaladıktan ve anayasanın 90. Maddesi uyarınca meclisten geçmesinden sonra, bu konuda kanun yapılması gereğince 26/06/2004 tarihinde 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu yürürlüğe koyarak atmıştır.
Aslında ülkemiz bu tarihten çok daha önce hayvanların hak ve özgürlüklerini temin etmek, soylarını sürdürebilmelerini sağlamak, onların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerini engellemek, doğal yaşam alanlarını koruyarak hayvan refahını güvence altına almak amacıyla birçok uluslararası sözleşmeye imza atmıştır (Örneğin, 1993 yılında Dünya Doğayı Koruma Birliğine üye olmasının ardından Nesli Tehlike Altında Olan Yabani Hayvan ve Bitki Türlerinin Uluslararası Ticaretine İlişkin Sözleşmeye (CITES) katılmış, 1984 tarihinde Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarının Korunmasına Dair BERN Sözleşmesini imzalamış ve 1982 tarihinde özellikle su kuşlarının yaşama alanı olarak uluslararası öneme sahip sulak alanlar hakkındaki RAMSAR Sözleşmesine katılmıştır).
Ülkemizde 2000’li yıllardan önce bu konuda geniş kapsamlı bir kanun çıkarılamamış ve bunun sonucu olarak hayvanların korunması için gerek kamu kurumları gerek belediyeler ve gerekse de sivil toplum kuruluşlarının iyi niyetli çalışmaları yeterli ve istendik düzeye ulaşamamıştır. Bunun da ötesinde toplumun hayvan seven ve hayvan sevmeyen şeklinde ayrışmasına ve çeşitli çekişmelerin yaşanmasına sebep olduğu görülmüştür.
Gelişmiş medeniyetlerde insan haklarıyla beraber hayvan haklarının da geliştiği bilinmektedir. Bu bağlamda ülkemiz gelişmiş medeniyetlere ev sahipliği yapan bir coğrafyada bulunmakta olup, yüzlerce yıldır bu topraklarda yaşayan toplumların hayvan hakları açısından hiç de küçümsenmeyecek birikim ve hassasiyete sahip olduğu bir gerçektir.
Anadolu tarihini incelediğimizde insanların ister evcil hayvanlar olsun, ister çiftlik hayvanları olsun ya da ister doğal yaşam hayvanları olsun tümünü korunması ve tümünün refahı için çaba sarf ettiği aşikardır. Toplumdaki bu birikim ve hassasiyet doğru değerlendirilip zamanında gündeme alınabilmiş olsaydı, inanıyorum ki Türkiye olarak Avrupa’dan çok daha önce Hayvanları Koruma Kanununa kavuşmuş olabilir, hayvanların hak ve refahının sağlanması konusunda bu kadar gecikmezdik. Ayrıca sivil toplum kuruluşları ve kamu yönetimleri arasındaki işbirliği ve uzlaşma daha istendik düzeyde olup ve daha sağlıklı bir süreç yürütülebilirdi.
Hayvan haklarının ve refahının korunmasına yönelik çalışan sivil toplum kuruluşlarının, özellikle bu konuda mücadele veren derneklerin oldukça yoğun çabaları söz konusudur. Bu konuda ilk olarak Osmanlı devleti döneminde 1912 yılında kurulan Hayvanları Koruma Derneği (İstanbul Himaye-i Hayvanat Cemiyeti) tam olarak faaliyetine Cumhuriyet döneminde başlayabilmiştir. Daha sonra kurulan dernekler ve sonrasında Federasyonun kurulması ile daha güçlü bir kamuoyu oluşturulmuş ve toplumun birçok kesiminin konunun içine çekilmesi sağlanmıştır.
Peki kamu yönetimi konunun neresindedir? 2004 yılında çıkarılan hayvanları koruma kanunu ve buna bağlı yönetmelikler ne yazık ki hayvan hakları ve refahı konusunda toplumsal hassasiyeti karşılayamadığından (özellikle hayvan haklarının ihlalleri konusunda caydırıcı olamaması nedeniyle) yetersiz kalmış ve 09/07/2021 tarih 7332 sayılı değişiklik kanunuyla daha kapsayıcı hale getirilmiştir. Bu kanunun tam olarak uygulanabilmesi için buna bağlı yönetmeliklerin de bir an önce çıkarılması ve uygulamaya geçilmesi hala sürmekte olan hayvan hakları ihlallerinin önüne geçilebilmesi için elzemdir.
Çıkarılacak bu yönetmelikler idari işlemlerde ve eylemlerde toplumun birinci basamak muhatabı olan yerel yönetimleri daha ön plana çıkarmalı ve onlara sorumluluk veren bir içerikte olmalıdır. Yerel yönetimlerin mevzuatları içinde bu konuda daha çok yetkiye yer verilmeli, bu yetkiler ve icra faaliyetleri merkezi yönetimce denetlenir olmalıdır. Bu sayede bugüne kadar uygulamada yetersiz ve hantal kalan kanun daha sarih ve objektif olarak uygulanabilecektir. Ayrıca kanunun ve konunun toplum tarafından tam olarak algılanabilmesi ve anlaşılır olabilmesi için yerel yönetimler ve ulusal TV ve radyo kanalları aracılığıyla bilinçlendirici yayınların ve kamu spotlarının yapılması ayrı bir önem taşımaktadır. Bunlara ek olarak toplumun eğitimiyle ve bu konularda önemli katkılar sunan gönüllülerin daha yoğun katılımlarının sağlanmasıyla hayvan hakları ve refahı ile ilgili daha uygulamalar daha istendik seviye gelecektir.
Gerçekleştirilen etkili ve sistematik çalışmaların 4 Ekim Hayvanları Koruma günü ve sonrasında da devam etmesi dileğiyle bu yazımı da Necati Cumalı’nın ‘Serçe Kuşu’ adlı güzel şiiri ile sonlandırıyorum.
Serçe Kuşu
Bu sabah bahçede karşıma
Küçük bir serçe kuşu geldi;
Havuzun taşına kondu,
Bir içti, bir doğruldu,
Nasıl da korkuyordu.
Sen hiç korkma serçe kuşu,
Suyunu rahat rahat iç,
Sıhhat afiyetle uç,
İnsanoğlu çeşit çeşit
Beş parmağın beşi bir mi?
Necati Cumalı
Teoman ASLAN/Veteriner Hekim
TeomanASLAN/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 02 Ekim 2021