İki Küçük Bayram Şekeri

0

Hülyaperest

Bayrama Övgü, Bayrama Yergi, Bayrama Matem…

Hülya Bilge GÜLTEKİN, “Bayram” dedi; ruhumuzu nümayişe itti.

İki Küçük Bayram Şekeri.

Yine bir bayram. Yine onlarsız. Yine toprağın altıyla üstü arasında gezinen bir hayalete dönüştüm işte.

Belediyenin çöp kamyonu, gürültüsünü kulaklarıma bir balyoz gibi indirmese bu kadar erken kalkar mıydım bilmiyorum? Sanırım kalkardım ama davul zurna ekibi sokaktan geçinceye kadar uyanamazdım bayrama. Onlar bile eski bayramlarda olduğu gibi neşeli şarkılar çalmıyorlar artık. Özellikle seçmişler sanki. İçe dokunası şarkıları çalarak dolaşıyorlar sokakları. Böyle giderse eski bayramları özlediğim gibi eski çalgıcıları da çok özleyeceğim.

Bayramların bayram olduğu çocukluğumda, evimizin tam karşısında, eşini genç yaşta kaybetmiş yaşlı ve yalnız bir adam yaşardı. Her bayram davulculara “Gül Ali”yi çaldırıp onlarla birlikte yeni yetme bir delikanlı gibi oynardı.

Sararmış atleti, paçaları deforme olmuş koyu renk eşofmanı, eşinin bıraktığı yerden onunla yürümeye devam eden ev terlikleriyle, tam da çaldırdığı şarkıya yakışan kâh hüzünlü kâh neşeli haliyle, döne döne oynardı işte.

Bayramlar da insanlar da içe dokunur gerçeklikteydi o vakitler. Bugünse davulcular dışında bayrama dair ne varsa her şey sahte görünüyor gözüme. İz bırakmıyor artık ne insanlar ne bayramlar.

Bayramları dört gözle bekleyen yaşlı ve yalnız komşumuzun aksine kızardı babam bayramların gelişine. “Zenginlerle fakirler daha da belirginleşiyor,” deyip, sövüp sayardı bayramları icat edenlere. Ne bayram namazlarına giderdi ne de bayram ziyaretlerine. El öpmeye gelen bayram çocuklarını annem karşılardı. Tepeden tırnağa yeni giysilerle donanmış çocukların arasında bayramı eski giysileriyle geçiren çocukları görmeye tahammül edemezdi. O çocukların, babama, boynu bükük geçirdiği kendi çocukluk bayramlarını anımsattığını söylerdi annem. Yaşlandıkça unutacağı yerde inadına daha ayrıntılı anımsadığı için kızardı. Ben de kızardım o vakitler babama. Herkesin babası gibi giyinip kuşansın, süslensin, gülüp eğlensin isterdim bayramlarda. O yaşlı ve yalnız adam gibi hüznünü neş’esine katıp tadını çıkarsın isterdim bayramların. Babam ölene kadar da hep bunu istedim. Öldükten sonraysa ben de kızmaya başladım bayramları icat edenlere. Benim kızma sebebim babası olan çocuklarla olmayan çocukları görünür kılmasıydı bayramların. Annem babamdan önce ölmüştü. Babam da ölünce ne öpülecek el ne de gidilecek bir baba evi kalmıştı. Onun yerine ben kaçar olmuştum artık bayramlardan. Giyinmiyor, süslenmiyor, evden çıkıp insanlara karışmayı ölüm sayıyordum. Gelenlere kapıyı bin nazla açıyordum. Büyükleriyle bayramlaşmaya gidenlereyse hiç tahammülüm yoktu. Yağmur yağmadıkça açmadığım koyu renk perdelerimi bayramlarda daha da sıkı kapatıyordum.

Şu davul zurna…

Duyamayacağım kadar uzaklaştığında. Yatıp uyuyacağım yine. Uykuya saklanacağım. Uyursam babamın çocukluğundan da içimi deşip duran yokluğundan da kurtarabilirim belki kendimi. Yatak odam o kadar küçük ki. İlk zamanlar canımı sıkmıştı bu küçüklük. Biraz büyütebilmek için duvarlarım gibi perdelerimi ve çarşaflarımı da bembeyaza boyamıştım. Bilmeden, dünyanın bütün kirlerinden uzak yeni bir rahim yaratmıştım kendime. Ya da bir kefen, bayramlar gibi ana babayla geçirilecek günlerde toprağın altına kolayca ineyim diye.

Uyku ile uyanıklık arasında, yırtıp kefenimi koştum çalan kapıya. Ya sucu gelirdi ya da bakkalın çırağı. O da haftada ya da on günde bir, bir siparişim olduğunda. Açtım. Onlu yaşlarda iki çocuk. Eşiğe kadar da dayanmış biri. Alacaklı gibi de o çalmış olmalı zili.
“İyi bayramlar,” deyince bir kez daha uyandım bayrama. Ovalayıp gözlerimi daha dikkatli baktım ikisine de.

Çocukluğu erken bitmiş gibi bakıyordu öndeki. İçlerine ışık düşse parlayıverecek iki sönmüş yıldıza benziyordu göz bebekleri. Aklına kazır gibi yüzümün tüm hatlarında tekrar tekrar dolaştırıp duruyordu belleğini. Bir kaç adım geride duranın gözleri de giysileri de daha parlaktı diğerine nazaran. Arada bir bana attığı bakışlarını daha çok arkadaşının üstünde gezdiriyordu o. İyi ki babam görmemişti bu adaletsizliği. Ama ben babamın ta kendisiydim artık. İlk bakışta görmüştüm aralarındaki farkı.

Uzattım elimi. Öpmediler. Öndeki koca bir adam gibi sallayarak sıktı. Arkadaki de gönülsüzce sıkıp bıraktı.

“Bayram şekerimiz yok, bayram harçlığı vereceğim size.”

Olur da demediler, olmaz da. Girdim içeri. Bir gün önceden hazır ettiğim paralardan alıp ikisine de aynı anda uzattım. Öndeki içime düşecekmiş gibi bir bakış daha atar diye de umdum uzatırken. Sözleşmişler gibi bana değil de birbirlerinin elindeki paraya baktılar. Adil davrandığımdan emin olunca buram buram Anadolu kokan gözlerini bana çevirdi öndeki.

“Birer bardak da su verir misin bize.”

Belli ki çok bayram şekeri yemişler, çok susamışlardı. Mutfağa geçip buzdolabını açtım. Sokağa çıkarken çantama atmak için hazır bulundurduğum küçük şişelerden iki tanesini çıkardım.

“Şişeyle versem olur mu, daha sonra da içersiniz susadıkça.”

Elbisemin siyah beyaz çizgilerini önce soldan sağa, sonra yukarıdan aşağıya tek tek gözden geçirdi öndeki. Gözlerine benzeyen erken büyümüş küçük ellerinden birini cebine soktu. Kırmızı yaldızla sarılmış iki bayram çikolatasını çıkarıp uzattı bana.

“Bunları da bizden sonra gelen çocuklara ver, herkese de verme öyle paranı.”

“Tamam,” diyebildim sadece.

Şişelerin ikisini birden iki eliyle kavrayıp aceleyle merdivene yönelmişti ki babamın adını duymak ister gibi sordum.

“Adın ne senin.”

“Azad,” dedi arkasına bakmadan.

“Sen benim adımı sormayacak mısın?”

“Bilmeyen mi var senin adını, Orhan’ın baldızısın sen, adın da senin gibi çok güzel.”

Azad’dan sonra kaçmıyorum artık bayramlardan.

Çocukluğumda olduğu gibi giyiniyorum, süsleniyorum, kapı çalarsa koşa koşa gidip açıyorum. Ona benzeyen bir çocuk daha gelir de bayram şekerlerini benimle paylaşamadan dönüp gider diye kulağım kapıda bekliyorum.

Hülya Bilge GÜLTEKİN

 

Hülya Bilge GÜLTEKİN/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 20 Temmuz 2021