Sultanahmet Meydanı’nda Bir Gezinti.
1964 yılında, üniversite giriş sınavında, ilk tercihim olan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazandım ve 21 Eylül Pazartesi günü, Trabzon’dan Ordu Vapuru ile İstanbul’a yollandım.
23 Eylül 1964 Çarşamba günü saat 17.30 da İstanbul’a vardım. Ordu Vapuru, Salıpazarı’nda rıhtıma yanaştı ve ben orada İstanbul toprağına ayak bastım.
Karaköy ile Tophane arasında bulunan Salıpazarı, Osmanlılar döneminde kasır ve yalıların yer aldığı bir semtti. Burada, Salı günleri pazar kurulduğu için “Salıpazarı” adını almış ve bu ad günümüze ulaşmıştır.
İstanbul’da, Çemberlitaş’ta Yüksel Öğrenci Yurdu’nda kalıyor ve fırsat buldukça İstanbul’u geziyordum.
Semte adını veren Çemberlitaş, 330 yılında Bizans İmparatoru Konstantin tarafından Roma’dan, Apollon Mabedi’nden getirilmiş ve bugünkü yerine dikilmiştir. Sütunun üzerinde güneşi selâmlayan Apollon heykeli bulunduğu sanılıyor. Sütun mermer bir kaide üzerine oturtulmuştu. Zaman zaman tamir gören sütun 17. yüzyıl başlarında bir yangından etkilenmiş ve bazı taşları çatlamıştı. Takviye için demir çemberlerle sarıldığı için adına “Çemberlitaş” denildi.
İstanbul’u tanıma gezilerime Sultanahmet Meydanı’ndan başlamıştım. Aslında Sultanahmet Meydanı, İstanbul’un Bizans dönemindeki en önemli yerlerinden biriydi. Bizans dönemindeki adı “Hipodrom”, Osmanlılar dönemindeki adı ise ,bu adın Türkçesi sayılabilecek “At Meydanı” idi. Bizanslıların tanınmış araba yarışları ve diğer yarışmalar burada yapılıyordu. Bu yarışmalar, imparator dahil, devletin en üst düzey memurları ve halk tarafından izleniyordu. Yeşiller ve Maviler olarak adlandırılan takımları da vardı. Bizans döneminde Sultanahmet Meydanı, çeşitli anıtlarla süslenmişti. Bunlardan Dikilitaş’lar ve Burmalı Sütun günümüze kadar ulaşmıştır.
Sultanahmet Meydanı’nın, Ayasofya’ya tarafındaki dikilitaş, Firavun III. Tutmozis tarafından, milattan önce 1547 yılında Mısır’da yaptırılmış ve dikilmiştir. Üzerindeki hiyeroglif yazılarda firavunun zaferleri anlatılmaktadır. Bu anıt, Bizans imparatoru Büyük Teodosius tarafından 390 yılında, İstanbul’a getirtilerek, Bizans döneminin en önemli meydanlarından olan Hipodrom’da şimdiki yerine dikilmiştir. “Teodosius Sütunu” olarak da adlandırılır. Mermer bir kaide üzerine oturmaktadır ve kaidenin dört yanında, İmparator Teodosius’un günlük yaşamını, ailesini ve yarışçıları gösteren kabartmalar yer almaktadır.
Sultanahmet Meydanı’nda bulunan diğer dikilitaş VII. Konstantin tarafından yaptırılmıştır ve bugün bulunduğu yere, Teodosius Sütunu’nun güney- batısına diktirilmiştir. Burmalı Sütun ise, Sultanahmet Meydanı’nın batı tarafında, bir çukurun içindedir etrafı korkuluklarla çevrilmiştir. Bu sütunun, Delfi Tapınağı’ndaki üç ayaklı kazanın bir ayağı olduğu söylenir. Sütunun yılan şeklinde olduğu ve ağzından sular aktığı, Sultanahmet Meydanını tasvir eden minyatürlerde görülmektedir. Sonradan sütunun başı kaybolmuş ve şimdiki parçası kalmıştır.
1964 yılında, halkın ziyaretine açık olmayan Yerebatan Sarnıcı, Sultanahmet Meydanının kuzey doğusundadır. Büyük Konstantin tarafından (527-565) yaptırılmıştır. İstanbul’un su deposu olarak kullanılırdı. Günümüzde bu sarnıç ziyarete açıktır.
Ayasofya, Sultanahmet Meydanı’nın kuzey-doğusunda yer alır. Tarihte 3 kez yapılmıştır. Birinci Ayasofya, 360 yılında, ikinci Ayasofya, 415 yılında, üçüncü Ayasofya ise, İmparator Jüstinyanus tarafından yaptırılmış ve 527 yılında tamamlanarak hizmete açılmıştır. İstanbul’un fethinden sonra (1453), Ayasofya camiye çevrilmiş ve yapıya minareler eklenmiş, depremlerde hasar gören duvarları onarılmış ve destek yapıları ile güçlendirilmiştir. Ayasofya günümüzde cami olarak kullanılmaktadır.
İstanbul’a geldikten sonra, 30 Eylül 1964 tarihinde Topkapı Sarayı’nı gezdim. Topkapı Sarayı’na giderken yolun sağında, Üçüncü Ahmet Çeşmesi vardır. Çeşmeyi geçtikten sonra, büyük bir kapıdan (Bâb-ı Hümâyûn) girilen bahçenin sonunda, Boğaz ve Haliç manzaralı bir tepede kurulan Topkapı Sarayı ve ek binaları yer alır. Topkapı Sarayı’nda sergilenen tarihi eserleri görünce çok etkilendim. Topkapı Sarayı, Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılmıştır. Zamanla saraya yeni bölümler eklenmiştir. Sarayın bazı bölümleri: Alay Köşkü, Çinili Köşk, mutfaklar, Kubbealtı, Arz Odası, Fatih Köşkü, Hırka-i Saadet Dairesi, Revan Köşkü, Bağdat Köşkü’dür. Sarayın bahçesinde bulunan “Siyaset” ya da “Cellât Çeşmesi”nde, cellâtlar baltalarını yıkarlardı. “İbret Taşları” üzerine de katledilenlerin kesilen başları konarak teşhir edilirdi. Topkapı Sarayının deniz kenarındaki “İncili Köşk” ve “Yalı Dairesi”, 19. yüzyılda, tren yolu yapılırken yıktırılmıştır. Aya İrini kilisesi de Topkapı Sarayı alanı içerisinde bulunan bir yapıdır. En eski Bizans kiliselerindendir. Günümüzde konser salonu olarak kullanılmaktadır.
Sultanahmet Meydanı’nın doğusunda, aşağıya doğru inen bir yolun yanında, tanınmış tanınmış “Sultanahmet Cezaevi” vardı. Bu cezaevi, nice yazar, gazeteci, diğer sanarçıları ve düşünce erbabını konuk etmiştir. Cezaevi sonradan oradan taşındı ve bina restore edilerek otel haline getirildi. Günümüzde otel olarak kullanılmaktadır.
Sultanahmet Meydanı’na Osmanlı döneminde de heykeller dikildiğini çok acı bir olay eşliğinde biliyoruz. Bugün meydanın batısında yer alan İbrahim Paşa Sarayı’nda Kanunî Sultan Süleyman’ın vezirlerinden ve bir ara sadrazamlık da yapan İbrahim Paşa otururdu. Sarayın önüne Budapeşte’den getirilen heykelleri diktirmişti. O tarihlerde Trabzon’dan İstanbul’a gelen ve kısa sürede ününü duyuran Şair Figâni’yi kıskananlar İbrahim Paşa’ya: Figâni senin aleyhinde konuşuyor. Bu heykelleri diktirmeni eleştiriyor. Hatta:
Bir Halil-i evvel gelip esmanı etmişti şikest
Sen Halil’im şimdi geldin, halkı kıldın putperest
şeklinde bir beyiti dillerde dolaşıyor”, dediler. Beyitin anlamı: “Bir İbrahim, yani Hazreti İbrahim geldi, putları kırdı. Bir İbrahim (Paşa) geldi. O da put dikti. Halkı putperest yaptı”, şeklindedir. Bunun üzerine İbrahim Paşa, Figâni’yi öldürtüyor. Aslında bu beyit Figâni’nin değildir. Fakat o zamanlar yalan ve dedikoduların araştırılması yerine, insanların kellelerinin uçurulması yolu seçildiği için; çok kabiliyetli ve başarılı bir genç şair Figâni bir dedikodunun kurbanı olarak yaşamını yitirmiştir. Uzmanların, eldeki Figani Divançesi’ni inceleyerek söylediklerine bakılırsa, 28 yaşında haksız yere idam edilen Figâni, eğer yaşasaydı, Bâki, Fuzûlî ayarında bir şair olacaktı. Talihin cilvesine bakın ki, İbrahim Paşa da sonradan gözden düştü ve idam edilerek öldürüldü. Ondan bugüne, Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı kaldı.
Sultanahmet Meydanı’nda, Sultanahmet Camii karşısında, 1898 yılında İstanbul’u ziyaret eden Alman İmparatoru II. Wilhelm’in bu gezi adına yaptırdığı Alman Çeşmesi yer alır.
Sultanahmet yöresinin en önemli tarihi eserlerinden biri de batılıların “Mavi Cami” dedikleri Sultanahmet Camii’dir. Geniş kubbesi ve mavi çinileriyle tanınmıştır. Sultanahmet Cami’nin minareleri ve kubbesi, İstanbul’a, Çanakkale ve İzmit taraflarından deniz yoluyla gelenlerin ilk gördükleri muhteşem manzaralardandır. Sultanahmet Camii, At Meydanı’nın doğusunda, eski Bizans saraylarının kalıntılarının olduğu yerde inşa edilmiştir. Camiin yapımı 1616 yılında tamamlanmıştır. Mimarı Sedefkâr Mehmet Ağa’dır.
Sultanahmet Meydanı günümüzde de, her tarafı değerli tarihi eserlerle süslü bir alan olarak yerli ve yabancı turistlerin en çok ziyaret ettikleri mekânlarımızın başında gelmektedir.
Dr. Mustafa DUMAN
Dr. Mustafa DUMAN/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 04 Haziran 2020
Yararlanılan Kaynaklar: Niyazi Ahmet Banoğlu, Tarih ve Efsaneleri ile İstanbul, Ak Kitabevi, İstanbul,1966.
Eray Canberk-Rüknü Özkök, Ömür Biter İstanbul Bitmez, Heyamola Yayınları, İstanbul, 2007.