Seni Andıkça Her Kıkırdamam İçin Bir Karanfil!

0
Bugün, -Eyvallah, deyip aramızdan ayrıldı, usta kalem Selahattin DUMAN… 
DUMAN, bir gün Oğuz HAKSEVER’i yazmıştı. 
Oğuz da bugün O’nu yazdı…
Seni Andıkça Her Kıkırdamam İçin Bir Karanfil!

Bazı insanlar vardır; yaşama sevincini, yaşamanın keyfini üzerlerinde tütsü gibi, titreşim gibi gezdirirler…

Selahattin Duman da öyleydi.

Çatlak sesinin her frekansında kendine yüklediği olağanüstü zengin bilgi birikimini titretirdi.

Yazılarında her satır zeka ve birikimle iğne gibiydi…

Ama gazeteciliği yaygın olarak bilinen o yazılarından ibaret değildi.

Haberin sızım sızım sızdırdığı o kokuyu kimseler farketmez ama Selahattin Ağabey kokuyu alırdı.

Kenarda köşede kalmış gariban haberi, eğip bükmeden aslına; özüne sadık kalarak mücevhere çevirirdi.

Editörlüğü müthişti! Bu fikrim ünlemleri hak etmektedir!

Kendisiyle tanışmam, İngiltere’ye doğru bir uçak yolculuğunda rast gelmiştir.

Yan yanaydık. Baktım; bir kalender deftere eski Türkçe hafler yazıyor.

“Hayrola” dedim.

“Aziz Nesin’in TKP tutanakları elime geçti. Bunları günümüz Türkçesine çevirmek için eski Türkçe öğreniyorum” dedi.

İçimden, “Vay be!” dedim.

Bunu yolculuklarda yaparmış. İçeriği ne olursa olsun eski Türkçe’yi görenlerin tipik tepkisidir. O da deneyimlemiş… Kimi hanımlar Selahattin Ağabey’in eski türkçe yazdığını veya okuduğunu görünce başlarını örterlermiş!

Sonra ben ve eşimi, Servet Yıldırım ve eşiyle birlikte Beyoğlu’nda Mari’nin Musevi Ortağıyla işlettiği meyhaneye davet etti. Bir yandan Selahattin Ağabey, bir yandan Mari, bizi kırıp geçirmişti. Aşağıda Uğur Yücel yukarıda biz, unutulmayacak saatlerdi.

Gazete deyince kağıdı hışırdattığımız zamanlardı.

Selahattin Duman yazdığı sürece ben, yazılarının bulunduğu gazetelerin sayfalarını kendisini buluncaya kadar sabırsızlıkla çevirirdim.

Yıl 2016 idi.

Ankara’da Ak Parti Kongresi yayınını yapmış; konakladığımız otelde ertesi sabah yolculuktan önce kahvaltı salonuna inmiştim.

Gazetecilik refleksi… Önce gazetelere bakılacak…

Elbette “Selahattin Duman ne yazmış” diye Hürriyet Gazetesi’nde o köşenin bulunduğu sayfaya gidilecek.

Yalçın Bayer de benim gibi kongre için gelmiş aynı otelde kalmıştı.

Kahvaltıdaydı.

Beni görünce, “gel gel” dedi….

Gazetede Selahattin Duman’ın köşesininin bulunduğu sayfayı önüme açtı.

Benden esinlenerek bir yazı yazmıştı… İstanbul’a uçarken “Oğuzlama” benzetmesine için için gülüyordum.

O’nun yaptığı gibi araya asteriksler koyayım…

Ruhun şad olsun… Işıklar içinde ol…

Seni andıkça her kıkırdamam için bir karanfil!

7 Ocak 2016 Hürriyet Gazetesi

Selahattin Duman

“GÜNAHI Oğuz Haksever’in boynunadır.

Bugün Türkiye’nin televizyon haberciliğinde “taksitle konuşma modası” varsa ben bunu Oğuz Bey’den bilirim. Dura dura haber okuma icadı onundur.

Bu tür antikalıkların bizim ekranlarımızda hayat bulması, televizyon işinin bünyemize geç girmesindendir.
Ben delikanlılığımda bile televizyonun Türkiye’ye gelebileceğine inanmayan kullardandım. Irak’ta, Suriye’de vardı. Bizde yoktu.

* * *

Nihayet bizim de televizyonumuz oldu. Olmasıyla birlikte Yeşilçam’a, Radyo’ya, gazinolara esaslı bir rakip çıktı.
Sinemada filmde oynayana artist diyorlardı. Televizyonda ise burnunun ucu görünen, hatta dublajlı dizide sesi duyulan artist oldu.
Üstelik o zamanın televizyonu tek kanallıydı, patronu da devletti. Televizyonda kadrolu çalışan kim varsa devlet memuruydu. Dolayısı ile Türkiye’nin bir anda 657 sayılı kanuna tabi binlerce artisti(!) oldu.

Televizyon olunca, televizyon haberciliği de gazetecilik sektörüne eklendi. TV dergileri çıkmaya, TV sayfaları yapmaya başladılar.
Andy Warhol’un dediği gibi devlet memurları her gün “15’er dakikalığına” şöhret olmaya başladılar. Harika bir şeydi bu.
Kadın gündüz evinde dolma sarıyor, bebeğinin altını değiştiriyor. Akşamları da ekranda haber okuyordu. Günün geri kalanında da “yarı zamanlı” şöhretin tadını çıkarıyordu.
Esas şöhret patlaması “çok kanallı düzene” geçince başladı. İşte o zaman ekranda sadece burnunu göstermek ünlü olmak için yetmemeye başladı. Başta şeyler gerekiyordu. Ne bileyim, tarz sahibi olmak gibi.
Misal, Ali Kırca, yönettiği “Siyaset Meydanı” programının konuşmacılarını dinlerken kendine şekil yapıyordu. Kollarını göğsünde kavuşturup bir elini yüzüne uzatıyor, şehadet parmağını da yanağına bastırıyordu.
Programda kim konuşursa konuşsun o ekranda Sean Connery’nin oynadığı ilk James Bond filminin afişi gibi duruyordu. Bu duruşun hesaplı bir “şekil” olduğunu bilmeyenler Ali Kırca’yı böyle şarj oluyor zannederdi.
Ardından rahmetli Mehmet Ali Birand yetişti. Onun tarzı elini kolunu, omzunu başını oynatarak haber söylemekti. Sesinin inişli çıkışlı halleri bir anda “Birand tarzı”nı yarattı.
Komedyenlerin en fazla taklit ettiği televizyon figürü oldu.

Oğuz Haksever de o günlerde bu ikiliye özendi. Heves yaptı. Haber okurken duruyor, birkaç saniye susuyordu. İzleyen de “Acaba kameramana tos mu atacak?” diye heyecanlanıyordu.
Ali Kırca bunun kendi başına şöhret olma, dolayısı ile kendine rakip olma gayretini sezince macera bitti, Oğuz kendini gece yarısından sonra bakılan haber saatlerinde buldu.

Lafını Bölmek

Lakin Oğuz Haksever yeniden küllerinden doğup, tekrar haber sunuculuğuna dönünce yeni bir tarz getirdi. Kendi icadıydı, özgündü, telif hakları kendisine aitti.
Haber sunarken birden susup, bir kelimelik “es” verdikten sonra kaldığı yerden devam ediyordu.
Haberciler bu “Bir konuşmak, iki bakmak” tarzını çok sevdiler. Bu tarz seyredene de heyecan veriyordu. Haberi izlerken, sunucunun “es” verdiği anlarda “Acaba ne diyeceğini unuttu mu?” diye heyecan yapıyorlardı.
Oğuz Haksever bunu kendisi için icat etmişti. Birden “taklitçilerin” türeyeceğini hesap etmemişti. Özellikle hanım haberciler “Oğuzlama” adı verilen bu yeni tarza bayılmıştı.
Modaya ilk uyan Saynur Tezel oldu. “Oğuzlama” tarzını cesaretle bünyesine uydurdu ve haber sunarken uygulamasına başladı.
Saçından kendine perçem yapıp, alnının üzerinden ikiye böldüğü için konuşurken sadece bir gözü görülebiliyordu. Bir de “Oğuzlama” yapıp susa susa konuşmaya başlayınca, habere kattığı heyecan katları.
Temsil “Memur maaşları” diye başlayıp “es” verdiğinde 657 sayılı yasaya tabi kim varsa nefesini tutuyordu.

* * *

“Oğuzlama” modasının başarılı uygulamacısı Saynur Tezel’in bugün onlarca taklitçisi var. Hepsi de “Kaşım gözüm bana yeter, kanalımın şanı beni satar” diye düşünen nisa taifesinden, lakıta (hanım kız) taifesinden haberciler.
Özellikle CNN Türk ve NTV gibi iki popüler haber kanalında “Ekranda kim nefesini daha çok tutacak” yarışması bütün hızıyla sürüyor.
Erkek habercilerin ise durumu perişan, aralarından daha bir Haksever, bir Kırca, bir Birand çıkaramadılar.”

Oğuz HAKSEVER/Gazeteci

 

OğuzHAKSEVER/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 22 Nisan 2021

Yazarın Tüm Yazıları