Şeyleriniz Bol Olsun!

0
Şeyleriniz Bol Olsun!
“Hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum” 
Bu en iyi giriş cümlesine sahip 11 romandan biri olan Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi”nin ruha dokunan ve fakat basitliği oranında anlam yüküyle sarhoş eden ilk cümlesi.
Romanı okurken zaman zaman sıkılmış olsam da, bu muhteşem giriş cümlesinin her şey bittikten sonra beni alıp güzel bir yere bırakacağından emindim ve öyle de oldu.
Tam da hayatımın eşyalara anlam yükleme, o anlamlara sahip çıkma konusunda hassaslaşan gidişatında bahsetmeden geçemeyeceğim; Dünya’da başka hiçbir romanın müzesi yok. Masumiyet Müzesi’nden bahsediyorum, İstanbul böylesine dokunaklı ve orijinal bir müzeye de sahip.
Ailemizden, sevdiğimiz bir takım insanlardan, dostlarımızdan, “ondan” bize kalan “şeyler” vardır hani. Onları bazen gözümüzün önünde, bazen de çekmecede veya dolapta kendimizce uygun yerlerde saklarız. Bir şekilde elimize aldığımızda çağrıştırdığı bir sabah veya gün batımı ya da bir gece yarısına…Bir kokuya, bir duyguya; mutlu, mutsuz, endişeli, neşeli ve telaşlı “o” anlara gidiveririz…
İngiliz yazar John Berger “Nesneler, bizim onlara yüklediğimiz anlamlardan ibarettir” der. İşte oradan oraya sakladığımız gözümüz gibi baktığımız bu “şeylere” anlam yükleyen bizleriz. Ve onlar anlamlarıyla o kadar güzeller ki!a
Gelelim Masumiyet Müzesi’ne, roman sonu mutsuz biten bir aşk hikayesi üstüne kurgulanmış. Bir müzeye sahip olması kişilerin ve olayların gerçek gibi düşünülmesine sebep oluyor. Mesela baş kahramanımız Kemal’in takıntılı bir aşkla sevdiği Füsün’a ait 4 bin 213 adet sigara izmariti sergileniyor, çay içilen bardaklar, yine Füsun’a ait küpeler. Orhan Pamuk; “Kelime başka bir şey, eşya başka bir şey. Kelimenin kafamızda canlandırdığı hayal bir şeydir, bir zamanlar kullandığımız eski eşyanın hatırası başka bir şey. Hayaller ve hatıralar birbirine yakındır ve romanımla müzenin yakınlığı bundan kaynaklanıyor” şeklinde konuşuyor müzesiyle ilgili. Bir katalog da oluşturmuş yazarımız, adı “Şeylerin Masumiyeti” ve bir kitap tadında.
Masumiyet Müzesi aynı zamanda bir İstanbul günlük hayat müzesi. Telefonlar, jetonlar, elbiseler, oyun kağıtları, fotoğraflar, vapurlar, şehrin sesleri, gemi düdükleri gibi İstanbul günlük hayatını anlatan şeyler var içerisinde. Müzenin çatı katında son bulan gezi misafirleri Kemal’in duvarda asılı şu cümlesiyle uğurluyor; “Herkes bilsin ki mutlu bir hayat yaşadım!” Romanda anlatıldığı gibi; Kemal sekiz yıl boyunca yaşadığı çatı katında çoğunlukla yatağa uzanır, örtüden çıkarttığı yastığa başını dayar ve tavana bakarak anlatırdı. Bu hikaye gerçek mi, Füsun’dan ayrı kaldığı zamanlar içinde kalabalıklar arasında onu gördüğünü zannederek özlem ve pişmanlık dolu bir hayat sürmüş mü? Roman sanatı zaten bu belirsizlik üzerine kurulmuştur. Bir şey okuruz ve “yazar bunları yaşadı mı, uyduruyor mu?” deriz. İşte bu çatı katının Orhan Pamuk’un el yazılarıyla, defterlerle ve aldığı notlarla dolu olması çok etkileyici. Sanki hepsi burada yazılmış… Hayalle gerçek ve kurgu birbirine karışıyor.
“Şeylerimiz” olması ve onlara yüklediğimiz anlam kadar mı hayatımız? Yaşadığımız hayatın kanıtı mı onlar? Bizden ve “o” her kimse ondan geriye kalanlar mı? Bir başka deyişle anılarımızın nesneleri mi? Bunların hepsi birlikte… Zihnimize hapsettiğimiz o karelerin tanıkları,  yani bütünü o “şeyler”.
“Aslında kimse onu yaşarken hayatının en mutlu anını yaşadığını bilmez”. Fark etmeden yaşadığımız o anın tanıkları olan nesneler zamanın içinden çıkıp gelerek bize o anın gerçekliğini yeniden hatırlatır. Bu durumda ne kadar değerli “şeyler” olduklarını her sefer yeniden hissetmez miyiz?
Hayat acımasız bir hızla akıp giderken, bizler ona anlam katmaya çalışırken ve o anlamları zihnimizin odalarında üzerine kilit vurarak korumaya uğraşırken, “şeylerle” olan bitenin gerçekliğini yeniden hatırlamak ne kadar değerli ve güzel!  Bazen mutlu ederken bazen de mutsuzluğu derinden hissettirseler de, duygunun somut halini sergiliyorlar. Mutlu anlardan kalan eşyalar o anların hatıralarını bize mutluluğu yaşatan kişilerden daha sadakatle saklamazlar mı? Onlar hep orada mutluluğumuzu görünür hale getirmezler mi?
Hayatımızda “şeyler” olmasına, o anlardan geriye kalanlara ihtiyacımız var. Geçip giden tek bir anı geriye döndüremezken “şeylerimize” sahip çıkarak zamanı geriye sarmayı başarabiliriz.
Kadehlerdeki dudak izlerini arayan şarkılarımız var bizim. Gece onunla içilen viskiden ya da şaraptan kalan kadeh gün ışığıyla buluştuğunda artık o eski kadeh midir? Yoksa geriye kalan zamanda bize hissettirdiklerinin, o geceden ve ondan kalan anıların bekçisi mi olmuştur artık?
Hayat yaşanıldığı kadar güzel ve değerli. Sadece hayatta olmak yaşıyor olmakla eş değer değil. Yaşanmışlık, insanların yüz hatlarına anlam katarak ve çoğalan “şeylerle” somut hale gelerek kanıtlarına kavuşuyor.
Şair Didem Madak’ın bir dizesindeki gibi; “Keşke birkaç dakikayı ipek mendillere sarıp saklasaydım”  dediğimiz o anlarız biz… O anlardan ibaretiz, yaşamımızın değeri böyle artıyor.
Masumiyet Müzesi’ni gezmek hem hüzünlendirecek hem de bir romanın müzesi olması sebebiyle nasıl da güzel düşünülmüş, ne çok emek var üzerinde dedirtecek.  Bir romanı yaşamaya burada tanık olabilirsiniz.
Baş karekterimiz Kemal’in hastalıklı sevgisi sizi kendisine hayran bırakacak. Yukarıda da bahsettiğim gibi Füsun’un içtiği üzerinde ruj izleri olan sigara izmaritlerinin altında hatıraları ve tarihleri var “bu üç sigarayı 37 dakikada içti” gibi…ne hassas bir kalp. Kadehi saklayan sevgili, bazı anları ipek mendillere sarmayı hayal eden şair, izmaritlerde sevdiğini yaşatan Kemal, hayatı anlamlandıran kişiler.
Demem o ki yaşamak güzel şey, sonunun nasıl geleceği ihtimalleri üzerinde düşünmeyi bırakıp cesaretle hakkını verebilmeli! Öyle ya kahramanımız Kemal yaşadığı pişmanlık ve acı dolu yıllara rağmen; “Herkes bilsin ki mutlu bir hayat yaşadım” diyor. Geriye dönüp baktığımızda aynı şeyi söylemek güzel olur.
O anlardan kalan “Şeyler” iniz bol olsun!

Hüma SEVİM

humasevim02@gmail.com

HümaSEVİM/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 10 Ocak 2021