SÖYLEŞİ: İNCİ BÜŞRA AKSAK; “ASIL MESEL UNUTMAK DEĞİL , HATIRLAMAYA ALIŞMAK”

0

SÖYLEŞİ: İNCİ BÜŞRA AKSAK; “ASIL MESEL UNUTMAK DEĞİL , HATIRLAMAYA ALIŞMAK”

Kayıp ve ayrılıkların bıraktığı yaraları unutarak saracağına inanan haşarı bir kız çocuğunun gözünden büyülü bir evrene konuk ediyor bizi; ‘Unutursam Geçer Belki’

Çocuk tarafınızı kıkırdatırken büyümek zorunda kalan yanınıza gözyaşartıcı damlalar armağan eden bir ilk roman.

İnci B. Aksak ile ‘Unutursam Geçer’i konuştuk. 

👉Çok çarpıcı bir ismi olan yeni romanınızla tanıdık sizi. Dilimizin ucuna gelmişken soralım, gerçekten Unutursak Geçer mi?

Unutmak istediğimiz şeyin olmadık zamanlarda kendini hatırlatacağı gerçeğini kabul edersek geçer belki. Zamanın yardımıyla her hatırlayış bir öncekine göre daha ılımlı karşılanıyor, tepkilerimizin aşırılığı törpüleniyor ve böylece asıl meselenin unutmak değil hatırlamaya alışmak olduğunu anlıyoruz sanırım.

👉Hollywood senaryo kitaplarında, kurmaca atölyelerinde öğretilen ilk derstir: “En iyi kendi hikayeni anlatırsın.” Sizin için de süreç böyle mi oldu, Unutursam Geçer Belki’de sizden parçalar var mı?

Kurgu ile gerçeğin birleşerek yakından tanıdığım bir temaya yaslandığını söyleyebilirim.

👉6 yaşında küçük bir kız çocuğunu ana karakter olarak odağa almak, bir ilk roman için oldukça iddialı bir atılım, çünkü kahramanınız Melike’nin hikayesini ilk olarak babasının cenazesinde görüyoruz. Genç bir kadın yazar olarak o duyguya girip o kız çocuğunu hissetmek nasıl bir deneyimdi?

Küçük bir kız çocuğunun haylaz ve pervasız iç sesine sığınmak keyifli. Öte yandan koşup oynamaktan ve mızmızlanmaktan ibaret sandığımız çocukluğun hayatla tanışma yokuşunu Melike ile yeniden çıkmak zorlu bir yolculuk. Yetişkinler çarşı karıştığında kepenkleri indirip karanlık köşelerine çekilebiliyor ve içinde bulundukları durumu “Dünya başıma yıkıldı” tabiriyle izah edebiliyorlar. Her şey usulüne uygun bir şekilde süratle gerçekleşiyor. Melike ise bunu söyleyemiyor çünkü başına yıkılması için önce keşfetmesi gerek dünyasını. Ruhsal acı diye yeni bir tanım atılıyor önüne. “Nedir bu?” diye soracak kimsesi yok. Herkes sınavını bitirmiş, kâğıtlarını verip çıkmış, onlar için geriye bir tek zamana bırakmak kalmış. Melike ise hâlâ ilk soruda; ölüm, ayrılık, aile gibi büyük kavramların karmaşasının ortasında kalemi titriyor. Bir yandan da anlamlandırılmayı ve yaşanmayı bekleyen trajedisi içeriye girmek için kapıyı zorluyor. Kapana kısılmaya bir yaş sınırı getirilmesini talep edesi geliyor insanın.

👉Yas konusu her zaman zorlayıcı olmuştur, fakat sizin romanınızın genel aurası oldukça eğlenceli. Bir önceki bölümde gözyaşlarımızı tutamazken bir sonraki bölümde kahkahalarla gülüyoruz. Bunu nasıl başardınız, bu matematiği bilinçli mi kurdunuz?

Yas süreci hayatın bir müddet durduğu ve kendisi dışındaki tüm konuların “Acımız var” gerekçesiyle geri çevirildiği bir dönem. Çocuk zihnine yağmur gibi yağan soruların ise tatili yok. Hayata bir çocuğun gözleriyle bakmak görüş alanını genişleten bir olay. Geceleri yorganın altında hüngür hüngür ağlarken gündüzleri tam bir ruh tahlili uzmanına dönüşüp etrafınızdaki insanların röntgenini çekiyorsunuz. Sürekli açık tuttuğunuz algı radarınıza zaman zaman komik durumlar da yakalanabiliyor tabii.

👉Siz aslında tüm bireylerinin farklı yaralara sahip olduğu bir aileyi anlatıyorsunuz. Aile sizin için ne demek?

Dolapta kalan son şeftaliyi birbirine bırakanların yaşadığı ev; anne imparatorluğu.

👉Okurlardan duyduğunuz yorumlar nasıl?

Bir bölümü hangi hislerin etkisi altında yazdıysam, okuyanlardan da aynı bölümü aynı hislerle geçtikleri yönünde dönüşler almak çok anlamlı. Yorumlarıyla iç sesime ayna tutuluyor gibi hissediyorum ve “Sanırım derdimi anlatabilmişim” diyorum.

👉İsminizi nerelerde göreceğiz ilerleyen zamanlarda?

Yapılacaklar listesinin yanına tik atarak günü tamamladıysam bu hayatın sırrını çözmüş gibi davrandığım için onu ben de bilmiyorum henüz. Anda kalmak, öğrenmek ve yazmak üçlüsüyle devam ediyorum.