Bir Ağustos Böceği Hikayesi
“tanrı boş yere bir şey yaratmamıştır
anlayan için muştucu duyan için uyarıcı”
Akdeniz bölgesindeyim. Sarı sıcak bir yazın ortasında. Gece olup da odama çekildiğimde onların seslerini duymazdan gelmeye çalışmak nafile çaba. Sakın ha şikayetçi olduğum sanılmasın sadece en ufak bir sesten ürküp kaçıveren uykum bana sorun yarattığından şarkılarına tanıklık ediyorum diyebilirim. Ağustos Böceklerinden bahsediyorum. Nasıl göründüklerini bilmediğimi fark ettim bu arada. Sadece sıcak yaz gecelerinin değişmez senfonisinin yaratıcıları olduklarını biliyorum. Uyuyamayınca ve fakat uyumaya çalışınca beynim bana oyunlar oynuyor. Daldan dala atlayıp bir sürü düşünceyi açık büfe önüme koyuyor. Bu böcekler neye benziyorlar? La Fontaine masalındaki gibi tembeller mi? “Hayat bir gün o da bugün” diyerek mi yaşıyorlar vs. vs. Onların yaşamlarının bir hayat mottosu olabileceğini düşündüğümde ise internette sörf yapmaya başlayıp aklıma gelenin hiçte içi boş olmadığını anlıyorum. Görüntüleri bir hayli ürkütücüymüş aynı zamanda. Aşağıda biraz anlatacağım…La Fontaine masalında karıncanın itibarını elinden aldığı bu saygıdeğer böcekle ilgili bilgiler enteresan.
Mesela Platon’a göre; Ağustos böcekleri zamanında aslen birer insanmış. İlham perileri ellerindeki sanat ve müzikle ilk defa dünyaya ayak bastıklarında bazı insanlar bu yeni hediyeler karşısında ister istemez büyülenmişler. Bu durumda yemeden içmeden kesilip hiç susmadan şarkı söylemeye başlamışlar. Belirli bir süre sonra ise mutlu bir şekilde bu dünyadan göçüp gitmişler. Sonra ilham perileri mucizevi bir şekilde bu insanları besine ihtiyaçları olmaksızın mutlulukla şarkı söylemeleri için Ağustos Böceği olarak tekrar hayata getirmiş.
İşte bu ne harika bir düşünce şekli! Öyle güzel bir akıl ki okuyanı büyülüyor, insanın yemeden içmeden şarkı söyleyesi geliyor. İlham perilerinin hareketi de takdire şayan.
Sizin Ağustos Böceklerinin olağan üstü yaşam döngüsünden haberiniz var mı? Hazır olun muhteşem ders alınacak bir macera. Yaklaşık 17 sene toprak altında kalıp yeryüzüne çıktıktan sonra sadece 4 haftalık ömre sahipler. Bu dört haftayı şarkı söyleyerek ve eş arayarak geçiriyorlar üstelik nasılsa kışın yaşamayacakları için yiyecek biriktirme endişeleri olmuyor. Şarkılar söyleyip, sevişiyorlar mevsimin değişiyor olmasıyla ya da yiyecek bulmakla hiç ilgilenmiyorlar, ilgilenmeleri gerekmiyor. Bu kısacık yeryüzü maceraları kulağa hoş gelmiyor mu?
Yaşamları toprak altında başlayan Ağustos böceklerinin özellikle yeryüzüne çıkmak için 17 yıl sabreden türü bütün böcekler arasında en uzun ömürlü olanı. Bilmiyorum belki benim gibi bir gece uyuyamadığı için olabilir, Şair Sezai Karakoç Ağustos Böcek’lerinin bir nevi savunmasını yaptığı bir şiir yazmış. Ben bu şiirden habersizken ikimiz de aynı şeyleri düşünmüşüz. Şiirinde; Kış geldiğinde yer altına giren, bütün yaz çalışıp çabalayıp biriktirdiklerini yiyen böceklerin tersine Ağustos Böceklerinin gerçeklik arayışında olduğu anlatılmakta.
Şair, La Fontaine masalında tembellikle suçlanan bu böceğin tüm özellikleri ile muhteşem olduğunu söylüyor. Şöyle bir düşünelim; Yaratılış özelliklerinin gereğini yerine getiren Ağustos Böcek’lerini nasıl suçlayabiliriz? Yumurtaları ağaç dallarından toprağa düşüyor, uzun yıllar boyunca toprak altındaki vitamin ve suları alarak besleniyorlar. Yalnızca bir aylığına yeryüzüne çıkıp kanatlanıp, nesillerini devam ettirip ölüyorlar. Kış ayları için yiyecek biriktirmeleri bir hayli saçma olurdu bu durumda. Demem o ki; Yeryüzüne çıkabildiği sıcak ve harika günlerini çalışarak geçiren, kış için yiyecek biriktiren karınca aslında sandığımız kadar akıllı ve haklı olmayabilir!
Şairimiz Sezai Karakoç bu harika böceği sadece bir böcek olarak da resmetmiyor Batılı aldatmalara karşı bir metafor niteliğinde onun Ağustos Böceği. Diyor ki; “En çalışkan onu görüyorum ben”. Batılının böyle bir yaşamda hikmet aramayıp “en tembel” ilan ettiği bu böceği bizim coğrafyamızdan bakınca bambaşka görebiliyoruz.
Yıllarca yer altında bir kabuk içinde yaşadıktan sonra kavuştuğu özgürlüğün sevinciyle şarkılar söyleyen bu böcek kısa da olsa gerçek bir mutluluk yaşıyor aslında. Karıncaya bakalım; Pek tekdüze yaşantısı var ve biriktirdiği yiyecekleri yeraltına kapanıp televizyon karşısında yerken Ağustos Böceği’nin yaşadığı mutluluğun yanından bile geçemez kanımca.
Sezai Karakoç şiirinde Ağustos Böceği bir varoluş hikayesini, bir hikmet arayışını, tefekkürü, inanışı ve elbette teslimiyeti sembolize ediyor .
Anı yaşamak konusuna kafa yoran biz insanlara da iyi bir örnek böceğimiz. Trafikte yeşil ışık yandığı anda arkamızda korna çalan arabanın sürücüsüne sabrı öğretebilir mesela. Bilumum çeşit vesveselerle hayatı kendine zehir eden o kişiye de mutlu anlarının tadını çıkarmak ve bundan sonra olacaklar için endişelenmemek konusunda yardımcı olabilir. Kendini, varoluşunu biraz fazla önemseyen bu yüzden hayat döngüsünün değiştiremeyeceği şeklini eline geçen her fırsatta inatla başka formlara sokmaya çalışan o kişilere de teslimiyet dersi verebilir.
Batı, bireylerin yaşamda kalmalarının tek çaresinin çalışmaktan geçtiğini empoze etmek için karıncayı alıp baş tacı ettirirken anlamdan yoksun bir hayatın tanımı yapmakta olabilir mi? Üstelik Ağustos Böceği ocağına düştüğünde onu aşağılayıp bir lokma yiyecek vermeyerek bu anlamsızlığa bir de acımasızlığı eklemiş olmuyor mu? Ağustos Böceği varoluşunun gereğini yerine getirirken neden onu anlamaya çalışmayarak sorgusuz sualsiz dışlayarak bir “öteki” yaratıyor?
Çalışanlar ve tembeller olarak guruplara ayırmıyor mu? Taptaze beyinleri yiyecek stoklayan karınca vasıtasıyla robotlaştırıp para odaklı bireyler haline getirmek amacı gütmüyor mu sizce?
Hala saklıyorum babamın bana aldığı La Fontaine’in “Karınca ile Ağustos Böceği” masal kitabını. İlk okuduğum andan şimdiye dek karıncayı takdir etmekten Ağustos Böceğini anlamak seviyesine geldiğim için mutluyum. Çalışmamalı demiyorum fakat ne için çalıştığımıza arada bir dönüp bakalım diyorum.
Aşağıya Sezai Karakoç’un “Ağustos Böceği Bir Meşaledir” şiirini bırakıyorum.
Sevgiyle kalın.
ey masalcı adam iftira ettin sen
bu harikalar harikası böceğe
onu suçladın tembellikle
en çalışkan onu görüyorum ben
hiç bir karşılık beklemeden
yazı ağustosu çamı çınarı
tanıtıyor bize yazı ağustosu çamı ve çınarı
ağacın dalında güneşe doğru yaklaşarak
suyun, bir damla suyun değerini altın ediyor
çiğ damlası bir zümrüttür diyor
susadıkça eşsiz sesiyle şarkılar söylüyor
ilahiler okuyor güneşe gönderiyor
sen bunları levha levha kızart diyor
bir daha yanmayacak şekilde kızart diyor
kıyamete kadar kalsın insanlığa uzat diyor
güneşi yakıcı güneş bilen gölgeyi reddeden
gölgede saklanma kurnazlığını reddeden
aç kalma pahasına olsa da öten
susamanın armonilerini en iyi bilen
matemden alevden bir gömlek giyen
yapraktan bir saray ören
sesini bir şehir gibi boşaltan nehre
dağlara kırlara ve ormanlara zerre zerre
sonra kış gelince karıncalar saklanır toprak altına
herkes bir önlem almıştır o hariç
o hep iyiyi güzelliği yaşamış
özgürlüğe dalıp çıkmış yalnız özgürlüğe
öbürleri hep gerçeklik taslamış
ama o hep gerçeği aramış
gerçeği aramağa çağırmış
ve gerçeği yaşamış
sizin acımanıza gülüp geçiyor
sizi gidi faydacılar çıkarcılar sizi
üzülmeyin evi yok yuvası yok diye
kışlık erzak biriktirmemiş diye
sizin acımanıza yok onun ihtiyacı
– sahtedir zaten acımanız
siz ancak alay edersiniz acımasız –
özgürlüğün sesidir o ürkmez korkmaz
titremeden geçer gündüzden geceye
bir başka ağustosta yeniden doğacaktır
ağaçların tepelerinde güneşe en yakın yerde
tanrı’nın sırrıyla bir mucizeyle
– oysa nesli kesilmeliydi size göre –
ama hiç bir zaman hiç bir yerde
sönmez tanrının yaktığı meşale
istersen bir böcekte olsun o meşale
temmuzda ağustosta ağaçlar cayır cayır yanarken
yalnız o, odur teselli eden dayanın diyen
yaşamanın en büyük ilkesi sabrı öğütleyen
yavru kuşlara masallar anlatarak geceye serine götüren
adeta güneşle onların arasına bir perde geren
şırıl şırıl sesiyle onları serinleten
gözlerine ışıltılı vahalar gösteren
çeşmelerden su sesleri alıp getiren
sesiyle – o ufacık gövdesinden tüten –
dağ gibi sessiz korumasız bahçeyi örten
herkese her yere mutluluk saçan sevinç serpen
dünya cehennemine cenneti karşı diken
ışık kıyametine mızraklar havale eden
harbeler gönderen oklar atan sesinden
ağustos böceği deyip hor gördüğümüz
minik göğsünde bir koskoca orkestra taşıyan
hiç yere hiç bir şey yaratmamış olanın
bize gönderdiği bir muştucu o yaratık
uyarıcı ve muştucu bir yaratık
– tanrı boş yere bir şey yaratmamıştır
anlayan için muştucu duyan için uyarıcı –
Sezai Karakoç