Teşt’te Ağlamıştı Denizkızı… Bu, Katledilmeden Önceydi

0
Teşt’te Ağlamıştı Denizkızı…
Bu, Katledilmeden Önceydi
Yazıya, başlık ilgi çekip de gelindiyse, öncelikle okura borcumu ödemeliyim.
“Nedir bu ‘teşt’ yahu?” deniliyorsa; “Teşt” Farsçadan dilimize geçip yer yer yöresel kullanılan bir sözcüktür.
Bizim Gaziantep’te yöresel ağızla “teşti” derler. Çamaşır leğenidir aslı… Ama gözünüzün önüne şöyle çok kocaman bir çamaşır teknesi filan gelsin. Çocuklar yazın içinde yüzdürülebilir. Öylesine geniştir.
Artık hikâyenin detaylarına geçebilirim.
Yaz akşamlarında, aileler nispeten esintili bahçelerde serili kilimler üzerine yerleşip, bir de çaylar yudumlandıktan sonra başlar hikâye anlatımı…
Ortamı ya bir lüks lambası ya da bir soluk sarı ampul aydınlatıyordur.
Ailenin en yaşlı kadınına rica edilir:
Nine, hele şu büyük dayının Fırat nehrinde tuttuğu deniz kızını anlat…
Ortam ne kadar tanıdık geliyor değil mi?
Orta Asya diyeyim…. Anahanlık geleneği; diyeyim… Yaşlı kadın şaman, diyeyim de; gerisini uzun uzun anlatmayayım.
Bu, bir sosyal grubun, lider yaşlı kadınına denk düşer.
Aynı zamanda sık sık toplumsal sorunları da çözümleyerek aileye liderlik yapan yaşlı bilge kadından hikâye dinleme geleneği, bizim genlerimizde var.
Kültür, bu hikâye anlatıları üzerinden kemikleşir. Anlatılan hikâyeler üzerinden topluma, doğaya ve evrene karşı derin felsefi görüşler kazandırılırdı.
***
Nine, ısrarlara daha fazla dayanamaz. Soluk ışıkta dinleyenleri hayal aleminde gezdirip, zihinlerde zengin görseller galerisi oluşturmak, onun aile görevleri arasındadır.
Büyük dayım, Fırat nehri üzerinde salcıydı. İnsanları salıyla karşıdan karşıya geçirirdi. Bir gün sal iskelesinde beklerken, nehrin kenarında bir denizkızı görmüş.
Hissettirmeden yanına gidip kıskıvrak yakalamış ve alıp eski caminin oradaki ilk evimize getirmiş. Evin bodrum katındaki çamaşırhane olarak kullanılan yerde, teştiye su doldurmuşlar ve kızı da içine koymuşlar.
Dışarıda uzun süre yaşayamıyormuş ve arada bir suya girmesi gerekiyormuş. Teştiye koymaları ondanmış…
Gel zaman git zaman, denizkızı ailesinden ayrı kaldığı için önce hüzünlenmeye, sonra da ağlamalara başlamış.
Büyük dayının yüreği buna dayanamamış. Denizkızına, onu tekrar Fırat’a götürüp suya bırakmayı teklif etmiş.
Denizkızı daha da ağlamış ve geleneklerinde insanla temas edenlerin tekrar suya dönecek olursa, aile kararıyla katledilmesi gerektiğinden bahsetmiş.
Ancak yine de, ailesini son bir kez görmek pahasına gitmek istediğini belirtmiş.
Eğer suya bırakıldıktan sonra su kanlanırsa, ailesinin kendisini infaz ettiğine işaret edermiş.
Kim bilir, belki de su kanlanmazmış.
O vakit salcı büyük dayım onun adına sevinebilirmiş.
Fırat’a gitmişler…
Denizkızı suya girdikten biraz sonra, önce suda bir çalkalanma görülmüş; sonra da dipten geniş ve kıpkırmızı bir kan lekesi yükselmiş…
Büyük dayı suyun başında çok ağlamış.
***
Hep merak ederim, bu tür anlatılar, aslında hangi gerçekliğin zaman içinde şekil değiştirmesidir?
Şunu bilimsel çalışmalardan biliyoruz; sözlü kültürde iki şey ön plana çıkar:
Çok önceleri olmuş olaylar bile, sanki dünmüş gibi anlatılır. Zaman içinde, zaman kavramı iç bükey bir kıvrılmaya uğrar. Kadim zamanlar gelir düne yaslanır.
Sözlü kültürde anlatılar, sürekli eklemlenir ya da değişikliğe uğrar.
Ancak böyle de olsa, acaba bu hikâyenin ne kadarı gerçektir?
Mesela benim bu hikâyeye ilişkin şöyle bir teorim var…
Fırat’ta tutulan devasa balıkları gözlemlemiş ve etkilenmiş biri olarak; balıkların sudan çıkarıldıktan saatler sonra bile solungaçlarıyla nefes almaya çalıştıklarını gördüm.
O, cidden azap verici bir manzaradır.
Zavallı balıklar gözünüzün önünde saatlerce can çekişir…
Belki de bizim yufka yürekli büyük dayı, aslında sadece iri ve güzel bakan bir balık tuttu.
Balığın can çekişmesine dayanamayıp onu tekrar suya bıraktı ama bitkin ve yorgun düşen balık, orada bulunan diğer nehir hayvanları tarafından parçalandı…. Sonra da o müthiş insan muhayyilesi, yaşadıklarından etkilenip olayı böyle bir hikâyeye çevirdi.
Belki de tüm bu yaşananlar, büyük dayıdan bile önceydi.
Teorim doğru mudur değil midir bilmiyorum.
Fakat şunu biliyorum ki, bu hikâyenin her formunda değişmeyen ve yeni nesillere aktarılması gereken şeyler;
VİCDAN olacaktır! MERHAMET olacaktır!
Yapabiliyorsan, her şeyi eskisine döndür ve sonra hiçbir şey olmamış gibi yeniden başlat hayatı…
Dene bunu…
Defalarca başarısız olsa da yine dene!..
En azından “denedim” dersin.
Vicdanının yükünü hafiletir.
***
Not: bu yazıyı müthiş bir yaşlı Türk kadın bilgesi olan anneanneme ithaf ediyorum. Nur içinde yatsın.
Dr. A. Erhan AYBERK

 

Dr. A. Erhan AYBERK/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com  24 Mart 2021

Yazarın Tüm Yazıları