Füsun ALTINOK; Kediname 57; “Kargooo…”

0

Kapı zili çaldı. Görüntülü diyafondan kargocuyu gördüm. Giriş katında oturduğum için bir korkum da daire kapısını açtığım anda evdeki kedicanların dışarı fırlaması. İçeriye bir göz gezdirdim, asayiş berkemal. Tüylü nüfus gündüz uykusunda. Her biri değişik bir köşede konuşlanmış. Kargocu getirdiği paketi uzattı ve gitti. Uykudakiler tüyünü bile kıpırdatmadı.

Teyakkuz durumu.

Yarım saat sonra zil tekrar çaldı. Diyafondan bu kez Migros taşımacısının sesi duyuldu; “Benim Füsun hanım…”

Evin tüylü sakinleri bu sesi gayet iyi tanıyor. Taşımacı Mahmut Bey. O anda ortamda adrenalin deşarjı için düğmeye basılıyor; adeta hastanede “Dikkat, dikkat… Mavi kod, kırmızı alarm…” anonsu verilmiş, doktor tayfası acil servise hamle etmiş gibi ortam karışıyor.

Önde Siklamen ve ekürisi Paşa, arkada uykusunu açmaya çalışan Miso ve Fıstık, daire kapısına koşuyorlar. Her zamanki gibi kapıyı üç parmak aralayıp izin istiyorum, karşılama ekibi geri adım atıyor.
Bu arada Mahmut bey, “Oooo, bize bir şey var mı ekibi…” diyerek gülüyor. Sonra bana “Korkmayın, bir yere gitmez bunlar, bu pahalılıkta böyle kapı bulmuşlar…” diyor.

Bu tüylülerin okuması yazması, mürekkep yalamışlığı yok ama logoları tanıyorlar. Migros poşetlerini, tavuk paketlerini bellemişler. En derin uykularında bile olsalar bazı konserve kutu kapaklarının açılma efektiyle mutfağa doğru depar atıyorlar.

Bir de deli cesaretleri var ki… Kapı aralığından fırladıktan sonra en üst katın koridor penceresinden kuşlara doğru atlama harekatına girişmeleri feci oluyor. Arkasından deli gibi koşup baktığınızda pervaza tutunmuş iki pati ve iki kulak görürsünüz. Yaklaştığınızda mafya elemanları tarafından gökdelenden sallandırılan adam modunda bir şaşkınla bakışırsınız. Sakin kalmaya gayret edip tuttuğunuzda sanki kendi kurtulmuş gibi çevik bir hareketle içeri zıplar ve kös kös eve koşar. Hiçbir şey olmamış gibi mama kabına yumulur.

Sıkıntılı zamanlar.

Evdeki pisiler her zaman insanın sıkıntısını alıp huzur yüklemiyor. Her yaptıklarına ay ne komik deyip gülüp geçemiyor insan. Gecenin köründe tam en tatlı rüyaların başladığı rem uykusundayken iki delibaşın birbirini kovalayacağı tutar. Kovalama ekşınında peş peşe zıplayarak bastıkları yer karnındır. Hüaaaa gibi gecenin sessizliğini bozan canhıraş bir bağırışınızla sevgileri aklınızdan uçar gider.

Tekrar uykuya geçtiğin anda birinin tuvaleti gelir. Kumu eşeler de eşeler. Yer beğenmemiş gibi oradan oraya döner. Kumun üçte birini dışarı attırıp ortalığı batırdıktan sonra ses biraz kesilir. Bitti, neyse derken mucizesinin üstünü örtme harekatı başlar. Uykun iyice açılırken o kumlanmış patileriyle dışarı koşar.

Kızarsınız ama eve alınacak kediyle önceden mülakat yapma şansı yok.

Tuvaletimi kuma yaparım ama, koltukları tırmıklarım… Çiftleşme keyfime bağlı… Dışarıdan dövüşüp hırpalanmış gelirim. Veterinere götürüverirsin artık… Kapalı kapı sevmem. Kuru mamayı dayama her öğün, haşlanmış tavuk da severim.

Tamam yarın gel, başla…

Bildiğini okuyan bir mahlukla mutabakat bu kadar. O yumuşacık tüyleriyle salınırken dakikada “Atalarım ormanda antilop kovalıyor, akıllı ol” moduna geçivermeleri an meselesi. Tüy yumaklarıyla aşk, meşk böyle bir şey. Zaman zaman kızdıran ama çoğu zaman huzurla uyanmanızı sağlayan can yoldaşları. Ekosistemdeki varoluş nedenleri insanların onların tüylerini okşayıp mutlu olmaları diye düşünüyorum. En azından benim için böyle.

Füsun ALTINOK

Önceki Bölüm