Flow: Oscar’a Koşan Kedi
“Flow: Bir Kedinin Yolculuğu”, evi büyük bir sel yüzünden yerle bir olunca kendisini birbirinden farklı hayvanların olduğu bir teknede bulan bir kedinin hikayesi. Şahane bir animasyon, en başından söylemeliyim ki, mutlaka izlenmesi gereken bir film. Ve Flow: Bir Kedinin Yolculuğu, bu hafta Türkiye’de vizyona girdi.
Yönetmeni Gints Zilbalodis’in senaryosunu Matiss Kaza ile yazdığı “Flow”, Avrupa Film Ödülleri’nde 2024’ün en iyi animasyonu seçilmesi dahil şu ana kadar birçok ödül kazandı. Aldığı tüm ödülleri hak ediyor.
Filmde bir kere alışıldığı gibi insanlar ortalıkta görünmüyor ve hiç diyalog yok.
Ana karakter kedi, yaşadığı orman içindeki evinden kısa süre önce ayrılmış.
İpucu yok.
İnsan seyirciye birazcık ipucu vermez mi? Hayır yok! Sürekli izleyerek çıkarımlar yapacaksınız. Tembellik yok… Yarıda kalmış ahşap kedi heykeli, kâğıt üzerindeki eskizler, evin hızla boşaltıldığına işaret ediyor. Bir sel veya tsunami yaklaşınca bölgede yaşayan insanlar can havliyle mevkiyi terk etmişler.
Tekneyi ve hayvanları görünce insanın aklına ister istemez Nuh’un gemisi geliyor. Fakat o da ne gemiymiş; onca hayvanı al, karısını kocasını, kurdu kuşu, (ağaç kakanı almamıştır herhalde), onca kalabalığa Titanik olsa dayanmaz. Bu filmin gemiciği de artık iman gücüyle mi çalışıyor nedir…
Özetle, insanlara ait terk edilmiş evler, tekneler, eşyalar, tarihi kentler, heykeller ibadullah. Filmin görsel öyküsü böyle. Masalsı esrarengiz bir coğrafya.
Sular altında kalan yapıların görüntüleri, insan uygarlığı karşısında doğanın gücünü gösteriyor.
Gerçek yaşamda da böyle değil mi? Dünya kurulduğundan beri ne uygarlıklar çökmüş, kıtalar yer değiştirmiş. İnsan güçsüzlüğünü hissedip şöyle eni konu bir ürperiyor haliyle.
Sudan korkan siyah bir kedi, kleptoman bir lemur, oyuncu bir köpek, uykucu bir kapibara, koruyucu, karizmatik bir balıkçılın yolları kesişiyor. Sinema yerine tiyatro olsa finalde alkış için selama bunlar duracak. Bremen Mızıkacıları’ndan daha halliceler fakat teknedeler.
Hayvan kahramanları seviyoruz esasen. Stalin’in tavuğu, Schrödinger’in kedisi, Pavlov’un köpeği, Nasrettin Hoca’nın eşeği derken liste uzayıp gider.
Bebek deve sesi.
Fark olarak ortalıkta konuşan yok, diyalog yok, doğal olarak hayvanların beden dili, mimikleri, çıkardıkları sesler var. Anlatım yolu bu. Kemirgen arkadaş kapibaranın sesi tiz ve feci olduğu için onun dublajında bebek deve sesi kullanılmış. Bebek deve sesi nedir yahu? Biz çocukken radyo tiyatrosunda gacıııırt diye açılan kapı efektleriyle büyüdüğümüzden bunları duyunca kal geliyor… TRT’nin ilk efektörlerinden Korkmaz Çakar ve Ertuğrul İmer’in kulakları çınlasın.
Hayatta kalma mücadelesindeki hayvanlar arasındaki ilişkiler, kırılma noktaları, karar anları, ikilemleri, değişen koşullardaki krizler ve çözüm arayışları çok iyi anlatılıyor.
Kedicik kendisini koruyacak insanların olmadığı mekanlarda çatışmaya girmek istemeyeceği hayvanlarla karşılaşıyor. Endişe, güvensizlik, travma yaşatacak koşullarda bir yolculuk bu.
Köpeğin arkadaşlığı, can havliyle tırmandığı teknede karşısına çıkan kapibaranın yoldaşlığı ve kâtip kuşu ile balıkçılın varlığı, kediyi yavaş yavaş değiştiriyor.
Tüm film hayvanların davranışları, duyguları, eylemleri üzerine… İçimizi iyilikle dolduran etkileyici anlara tanık oluyoruz. Flow, farklı türlerdeki hayvanların yaşamda kalabilmek için yardımlaştıkları, dayanıştıkları şiirsel, etkileyici, benzersiz bir yapım.
Yelkenlide yaşamda kalma savaşımını hayvanlar kendileri organize ediyor.
Sonuçta görsel zenginlik, diyalogsuz ifadeler, duygular izleyeni büyülüyor. Bu küçük kara kedi Oscar’ı alacak gibi görünüyor. Almalı da…
Füsun ALTINOK
Önceki Bölüm