Hannah Arendt’in “karanlık zamanlar” dediği dönemler, sadece büyük savaşlarla ya da şiddet olaylarıyla değil, ahlaki ve siyasi yapıların çökmesi, sorumluluk bilincinin yok olması ve ihmalkarlığın sıradanlaşmasıyla ortaya çıkar.
78 kişinin hayatını kaybettiği, ailelerin yok olduğu ve onlarca kişinin yaralandığı Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’ndeki Grand Kartal Otel’de çıkan yangın, önlenebilir bir trajedi olarak karanlık zamanların somut bir örneği. Bu felaket, sadece bir yangın değil; çalışmayan alarmlar, eksik güvenlik önlemleri ve otel yönetimi ile yetkililerin ihmalleriyle örülmüş sistematik bir çöküş.
Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” kavramı, bu yangında ihmallerin sıradanlığı biçiminde karşımıza çıktı: Kötülük her zaman büyük ve kasıtlı eylemlerden doğmaz; bazen düşüncesiz bir itaatten ya da ihmaller zincirinden kaynaklanır. İhmal, fark edilmeden büyüyen sessiz bir şiddettir; görmezden gelindiğinde kontrolden çıkar ve sonunda kaçınılmaz bir felakete dönüşür.
İhmalin Sıradan Vatandaşlar Üzerindeki Ağırlığı
Türkiye’deki felaketlerde sıradan vatandaşın sırtına yüklenen ihmalin ağırlığınından yakınan oyuncu Ali Atay’ın sözlerini, yaşadığımız trajedi sonrası bir kez daha hatırlayalım: “Bu ülkenin seliyle, yangınıyla, tufanıyla ben niye mücadele ediyorum?” diye soran Atay, devletin ve kurumların eksikliklerinin bireyleri krizlerin yükünü taşımaya mecbur bıraktığını ifade etmişti.
Atay’ın, “ Neden elimizde kovalarla ormana koşturuyoruz?” , “Eşim doğum yaparken benim Maraş’ta ne işim var?” şeklindeki serzenişleri; sistemin yetersizlikleri yüzünden bireylerin kendi hayatlarını hiçe sayarak krizleri çözmek zorunda bırakılmasına duyduğu tepkiydi.
Trajedinin Kıyısında: Bir Fedakarlık Hikayesi
Bu durum, 25 yaşındaki intörn doktor Yiğit Gençbay ve makine mühendisi Alp Mercan’ın trajik hikayesiyle daha da derinleşti. Lise yıllarından beri ayrılmaz bir dostluk sürdüren bu iki arkadaş, yangından sağ kurtulmalarına rağmen mahsur kalanları kurtarmak için yanan otele geri döndüler ve bu cesur çabaları sırasında hayatlarını kaybettiler. Onların fedakarlığı, sistemin eksikliklerini bireylerin hayatları pahasına gidermeye çalışmalarının en trajik sonucuydu.
Vicdani Çabanın Sınırları: Gerçek Değişim Nasıl Mümkün?
Felaket zamanlarında kolektif eylem önemli ve gerekli olabilir; ancak bireylerin vicdani çabalarına dayanan bir düzen, asla güvenilir ve etkin bir sistemin yerini tutamaz. Böylesi bir sorumluluk kayması, yalnızca bireyleri yıpratmakla kalmaz; aynı zamanda çökmüş bir sistemin hala işliyormuş gibi algılanmasına yol açar ve gelecekteki felaketlere zemin hazırlar. Gerçek çözüm, bireylerin omuzlarındaki bu yükü alıp; kurumsal yapıları sorumlu, işlevsel ve hesap verebilir bir şekilde yeniden inşa etmekle mümkün olabilir.
Hesap Vermeyen Güç: Trajedinin Gölgesinde Siyaset
Hannah Arendt, “karanlık zamanlar” ancak bireylerin gücü sorgulayıp hesap sormasıyla aşılabilir, der. Ancak Kartalkaya yangını sonrasında bu sorumluluğun üstlenildiğini görmek mümkün değil. Muhalefet ve hükümet, felaketin sorumluluğunu birbirine yüklemekle meşgul. Gazeteci Fatih Altaylı, bu siyasi çekişmenin anlamsızlığını ve trajedinin boyutunu şu sözlerle ifade etti: “En az 78 can gitmiş. Aileler yok olmuş. Siyaset kayıkçı kavgasında. Senin suçun hayır senin suçun. Hepinizin suçu ulan. Alayınız suçlusunuz. Bu otelden canlı kurtulan bir kaç kişi olduğuna şükretmeliyiz belki de.”
Arendt’in Uyarısı: Sorumluluk Kimin?
Bu trajik tablo, Arendt’in sorumluluğu devretmenin tehlikelerine yönelik uyarısını doğrular nitelikte. Çoğu zaman devletin, liderlerin ya da kurumların bizi koruyacağını varsayarız; ancak Kartalkaya gibi felaketler, bu varsayımın ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor. Arendt’e göre toplumu felaketlerden koruma sorumluluğu yalnızca güç sahiplerinin değil, hepimizin görevi. Bizler, ortak dünyamızın bekçileriyiz.
Bekçi Olmak: Fark Etmek, Reddetmek ve Talep Etmek
Bekçi olmak, Ali Atay’ın eleştirdiği gibi kurumların ihmallerinin yükünü tek başına üstlenmek anlamına gelmez. Bu sorumluluk, ihmalleri fark etmeyi, bunlara karşı duyarlı olmayı ve bunları sıradan bir gerçeklik olarak kabul etmeyi reddetmeyi gerektirir. Aynı zamanda, eksiklikleri işaret etmenin ötesine geçerek değişim ve hesap verebilirlik talep etmeyi de kapsar.
Küçük Çabalar, Büyük Farklar: Toplumun Ortak Sorumluluğu
Ancak bu görev, yalnızca gazeteciler, aktivistler ya da uzmanlara ait değildir; toplumdaki her bireyin ortak sorumluluğudur. Bir otel müşterisinin eksik ya da arızalı güvenlik ekipmanını fark edip yetkililere bildirmesi, bir işletme sahibinin yangına hazırlıksız olduğunu kabul edip önlem alması veya yoldan geçen sıradan bir vatandaşın bir tehlikeyi fark etmesi, bu kolektif sorumluluğun somut örneklerini oluşturur. Görünüşte küçük gibi duran bu katkılar, felaketleri önlemede hayati bir rol oynar.
Felaketin Öğrettikleri: Sorumluluğun Yeniden Tanımı
Kartalkaya yangını üzerinden yürütülen bu sorumluluk tartışması, sadece suçun kime ait olduğunu belirlemekle ilgili değil; aynı zamanda siyasi, kurumsal ve bireysel düzeydeki ihmallerin felakete nasıl zemin hazırladığını hatırlatan bir uyarı. Fatih Altaylı’nın sert eleştirisi, artık bahanelerin son bulması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Soru şu: Bireyler ve toplum olarak, daha güvenli ve hesap verebilir bir gelecek için “bekçi” rolümüzü üstlenmeye hazır mıyız?
Hayatın Onuru İçin: Küllerden Yeniden Doğmak
Yangında hayatını kaybedenler ve yas tutmaya devam edenler, yalnızca üzüntümüzden daha fazlasını hak ediyorlar. Onların anısı bizi harekete geçmeye, insan onurunun kârın önüne geçtiği ve yaşamı korumanın her kararın temeli olduğu bir toplum inşa etmeye zorlamalı. Başka bir trajedinin kaçınılmaz hale gelmesini ancak bu şekilde önleyebilir, sistemin hatalarının bedelini hayatlarıyla ödeyenleri bu şekilde gerçekten onurlandırabiliriz.
Milan Kundera’nın dediği gibi, “İnsanın güce karşı mücadelesi, hafızanın unutmaya karşı mücadelesidir.” Gerçek direniş unutmayı reddetmekle başlar ve trajedilerden alınan dersleri geleceği şekillendirmek için kullanarak anlam kazanır. Kartalkaya’nın külleri sadece bir sonu değil, yeni bir başlangıcı da beraberinde getirsin: Yaşamı ve onuru ihmale kurban etmeyen, küllerinden yükselen bir geleceğin başlangıcını…
Derya ULUSOY