Bad-el harab-ül Suriye

0

Suriye’de yaşananlar, güç zehirlenmesinin tipik bir örneğidir. 

Tarihin en eski zamanlarından beri var olan ve toplumların yapısını derinden etkileyen hastalıklı ruh hali, adaletli ve dengeli yönetimin önündeki en büyük engellerden biridir. 

Bu tür liderlere bağlı rejimlerin sonu hiç parlak olmamıştır. 

Anayasal çerçevenin dışına çıkarak ülkelerini yöneten bu profiller, dünyada yaşanan gelişmeleri takip etmez ve gereken tedbirleri zamanında alamazlar. 

İnsanları düşlerle aldatır, onları bağlamak için her yolu ve yöntemi mubah görürler.

Kimi zaman kendilerini tanrı yerine koyacak kadar ileri giderler.

Totaliter rejim kaynaklı nefret dolu programlarını uygularken, kitlesel ölümlere neden olduklarını görmek istemezler.

Tarih, bu tür liderlerin ülkelerini harap eden iç savaşlara rağmen görevde kalma arzularını ve hırslarını bolca örneklemiştir. 

Değerli yalnızlıkları ile gün gelip kimsesizler mezarlığında yer alacaklarının farkına varamazlar. 

Kimi zaman ölümle, kimi zaman üçüncü ülkelere sığınarak sahneden çekilirler. 

Bu liderlerin olmayan ideolojileri ise tarih sahnesinden silinmeye mahkumdur.

Biat eden yargı, asker, polisle devlet güçlerini, ahlaktan yoksun bir anlayışla paralel yapılara dönüştürür; politik ve sosyal düşünceyi, hatta mizahı bile öldürmekten geri kalmazlar.

Tunus’ta fitili ateşlenen ve ¨Arap Baharı¨ olarak adlandırılan ayaklanmalarda, Irak ve Libya’daki yolu izleyen Beşer Esad, ülkesini harap ve yorgun düşüren liderler kervanına katılmıştır.

Moskova’ya sığınan kaçak lider, yalnızca 61 yıllık Baas rejiminin sonunu getirmekle kalmamış, milyonlarca insanının başka ülkelere göç etmesine neden olmuştur.

Halkını mezhep ve etnik temelli çatışmalara sürüklemiş, ülkesini parçalanmaya müsait bir ortama taşımıştır.  

İsrail’in uçaklarını, helikopterlerini, gemilerini, istihbarat merkezini yok etmesine, hatta Golan ötesine ilerlemesine olanak vermiştir. 

Osmanlı Devleti’ni tasfiye etmek amacıyla Sykes-Picot ile kurulan Irak’ın ardından Suriye, uluslaşamamış ve yapay bir devlet olmasının cezasını çekmiştir. 

Örselenen ve sınırları değişen tüm devletlerin ortak noktası, petrol ve türevi kaynaklara sahip olmaları ve emperyalist düşüncelere açık kapı politikaları uygulamalarıdır.

Zafer nidaları atılsa da, siyasal kültürde değişime ihtiyaç duyan Suriye’nin önümüzdeki yıllarının parlak geçmeyeceğini görmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

Ülke güvenlik ve siyasal açıdan kontrol altına alınmadıkça, kısa sürede normalleşme beklenmemelidir.

Suriye’yi bekleyen iki önemli aşama vardır: 

Yönetimin, ülkedeki tüm grupları temsil edecek şekilde yeniden tesis edilmesi.

Ülkenin yeniden imar edilmesi.

Batı Dünyasıyla iş birliği yapan etnik ayrılıkçıların, sınırları değiştirme ve yeni devletçikler kurma girişimlerini gündeme getirmesi muhtemeldir. 

ABD’nin zamansız, gereksiz ve kafa karıştırıcı açıklamaları, bölücü terör örgütü PKK/YPG/PYD’yi cesaretlendirdiği bir gerçektir.

Irak ve Libya’da zaman zaman iyimserlik içeren bir sessizlik hâkim olsa da, bu ülkelerde gelinen durum Suriye için doğru bir örnek teşkil etmemektedir.

Arap dünyasında seçimli demokrasiye geçişin son örneği olan Tunus, daha olumlu bir görünüm sergilemektedir. 

Ortadoğu sınırlarına dayanan gerçek ulus-devlete sahip tek ülke Türkiye’dir. 

Bu coğrafyanın yönetim ve halklarının, gerçekleri görerek Türk karşıtlığını bir tarafa bırakması zorunludur.

Suriye’nin onarım sürecinde talep gelmesi halinde, ulusal güvenlik ve demografik yapıyı gözeten bir politika çerçevesinde Afganistan, Irak ve Libya deneyimleri yeni yönetimle paylaşılmalıdır.

Avrupa Birliği’nden gelecek dayatma ve jestlere mesafeli durulmalıdır; aynı şekilde ABD’ye de.

Son sözse; Suriyeli olunmadan, Suriye’nin gerçek bir devlet olarak yaşam bulması zordur.

İsmet HERGÜNŞEN