📽️SCHMİDT HAKKINDA

0

“İnsanoğlu kendisi için yaşar. Ama yaşayacaksak daha fazlası için yaşamalıyız. Öleceksek daha çoğu için ölmeliyiz.”

Film, yönetmeni Alexander Payne’in memleketi Nebraska’nın kuşbakışı alınmış bir görüntüsüyle başlıyor.

Alexander Payne’

Amerikan filmlerine meraklı olanlar, ilk sahneyi görür görmez hikâyenin nerede geçeceğini tahmin etmekte zorlanmayacaklardır. Görüntü aktıkça da bundan emin olacaklardır. Dıştan akan bu görüntü bir ofisin içine sızdığındaysa filmin kahramanı Warren Schmidt’i son iş gününün son dakikalarını gözlerini saate dikmiş beklerken bulacaklardır. Vakit dolduğunda masanın üstünden çantasını, kapının arkasından paltosunu alır ve odasına son kez bakıp önce ışıkları sonra kapıyı kapatır Warren Schmidt. Kapattıklarının sadece bunlar olmadığının farkında gibidir. Üzgün müdür, küskün müdür, içinde olan biten nedir, bunu tam olarak göremeyiz ama film de tam bunu göstermek için çekilmiştir zaten. Sonraki sahnede Warren Schmidt’e eşlik eden yağmur ve müzik içimize dokunmaya devam eder. Karısıyla birlikte arabasındadır Warren. Yine sessiz, yine bir heykel gibi kıpırtısız. Çok geçmeden mekânın girişindeki tabeladan Warren’ın emeklilik partisine geldiklerini anlarız. O tabela olmasa bir cenaze yemeğinde olduklarını sanmak çok olası. Yakın arkadaşı bir konuşma yaparak dağıtır bu kasvetli havayı. Neşelendirmeye çalışır Warren’ı. Nihayet iş hayatı boyunca her çalışan tarafından beklenen o mutlu ve huzurlu emeklilik günlerinin geldiğini söyler. Dönüp arkasına baktıkça ondan beklenen her şeyi fazlasıyla yaptığını görecektir Warren ve gurur duyacaktır kendisiyle. Bundan çok da emin değildir Warren. Bara gider ve tek başına içmeye başlar. Dışardaki yağmur gibi kesintisiz sürüyordur Warren’ın kıpırtısız ruh hali.

Karısıyla evlerine geçtiklerinde Warren’a ait bir şeyler arar gözlerimiz etrafta. Ofisinden de bellidir aslında bu aidiyetsizliği. Arşivlediği koliler dolusu belgeden başka içinde aidiyet hissettiren hiçbir şey olmayan bomboş bir ofisti gördüğümüz çünkü. Evi de öyledir. Karısının meraklısı olup biriktirdiği biblolarla doludur vitrinler. Bulmaca çözmekle televizyon izlemek arasında geçirmeye başlar ilk emeklilik günlerini. İlk emeklilik kahvaltılarını emekliliklerinde gezmek için aldıkları karavanlarında hazırlar karısı. Ama bu büyük sürpriz bile kıpırdatamaz Warren’ın kıpırtısız ruh halini. Yerine işe alınmış olan genç adamı ziyaret etmek için ofise gider. Ofis dört duvar olmaktan çıkmış, gençleşmiş, kisişelleşmiş, Warren’ın bıraktığı şahsiyetsizlikten arınmıştır. Genç adamın kendisine işle ilgili bir şeyler danışmasını bekler Warren, ama bu hevesi de boşa çıkar. Eski işinde işe yarama isteği havada kalır. Dışarı çıktığında ardında bıraktığı tek şey olan ve üstünde adı yazan kolilerin çöpe atıldığını görür. Beyaz yakalı dünya onu sisteminden aceleyle silip süpürmüştür bile. Warren çöpteki kolilere acıyla bakarken izleyicinin de içini sızlatır bu sahne. Warren Schmidt’i üç Oskar ve sayısız başka ödüller sahibi Jack Nicholson oynamaktadır çünkü. Ve yaşamın her alanına kattığı canlılıkla ünlüdür Jack Nicholson. Warren Schmidt olabilmek için kendi içini bir yerlerde askıya aldığı kesindir. Warren tam zıddıdır onun çünkü. Bomboş bir adamdır. İşe gidip gelmekten başka yaşamak adına hiçbir şey yapmamıştır. İşi de elden gidince kendi içindeki kocaman boşluğa düşmesine ramak kalmıştır. Ki bir televizyon reklamında gördüğü yardım kuruluşu ilgisini çeker. Ve Tanzanyalı küçük Ndugu’yu evlat edinir. “Sevgili Ndugu” diye başlık attığı mektupları aralıklı olarak yazmaya başlar. Kendini yalın bir içtenlikle anlattığı bu mektuplar Warren’ın yaşadığı korkuları ve çelişkileri açığa çıkarırken bir yandan da seyirciye kahkahalar attırır. Yerine geçen genç adama olan kızgınlığını yazarken oldukça canlanır Warren, silkelenir, tir tir titrer hatta. Eşinin sevmediği huylarını art arda sıralarken sevgiden çok nefret dilini kullanır. Anlarız ki işi gibi evliliği de bir yetişkinlik görevinin yerine getirilmesinden ibarettir. Yazdığı ilk mektubu postaya vermek için eşiyle vedalaşıp evden çıkar. Eskilerin, yazdığın gibi postalama bir hafta beklet, dediği hayat bilgeliğinden haberi olsaydı keşke. Döndüğünde eşinin ölüsünü bulur çünkü. Beyne pıhtı atması sonucu eşi de kayıp gider hayatından. Kızı ve damadı imdadına yetişir ama kızını ikna edemez onunla kalıp kendisine bakması için. Kendi hayat akışını bozmak gibi bir niyeti yoktur. Damat adayı ise, Warren’ın emeklilik ikramiyesi üzerinden kendine de çıkarım yapmanın yollarını aramaktadır bir yandan. Kızına oldum olası uygun bulmadığı bu züppe damat adayından iyice soğur Warren. Ama ne yapsa kızını bu evlilikten vazgeçiremez. Annesinin cenazesi yüzünden ara verdikleri düğün hazırlıklarına kaldıkları yerden devam etmek için çekip gider nişanlısıyla. Beslenme de dahil evdeki kurulu düzeni devam ettiremeyince karısının kıymetini anlar Warren. “Sevgili Ndugu” diye başlayan ikinci mektubu günah çıkarır gibi karısını ne kadar sevdiğiyle doludur. Karısı nasıl da iyi bakmıştır ona ama Warren bunun hiç farkında olmamıştır. Yaşarlarken değerini bilmeliyiz yakınlarımızın der. Öldüklerinden sonra bilinen kıymetin iki tarafa da faydası yok der. Ve yine yazdığı mektubu bir hafta bekletmeden postalar. Çok geçmeden karısının hatıralarına tutunabilmek amacıyla karıştırdığı bir kutuda Helen’e diye yazılmış aşk mektupları bulur. İzleyici tam da burada karısının cenazesinde neden en yakın arkadaşının Warren’dan daha çok üzüldüğünü, onun gözlerinden bir damla yaş düşmezken emeklilik partisinde konuşma yapan arkadaşının neden salya sümük ağıtlar yaktığını anlar. Varlığında sevmeyi başaramadığı karısını yokluğunda sevmeye başlamışken bir kez daha kayıp gidivermiştir elinden. Derhal evde karısına ait ne varsa toplayıp çöpe atar.

Heyecan bitti, duman aralandı, bu eski evde sadece ben ve düşüncelerim kaldı.”

Karısıyla olan anıları yüzünden evinden de soğur. Arabası zaten çoktan tekleyip kızağa çekilmiştir. Kala kala elinde emeklilik dönemi için aldıkları 35 fitlik Winneboga Adventurer karavan kalmıştır. Mecburen ona sığınır. Ve düğün hazırlıkları yapan kızına yardım etmek için yola koyulur. Yaklaştığında geliyorum diye arar kızını, ama erken gelme, yaptığımız plana uy, deyip geri çevirir babasını. Yola çıkmıştır artık Warren. O farkında olmasa da çok önceden çıkması gereken içsel yolculuğuna başlamıştır. Ve geri dönmeye hiç niyeti yoktur. Doğup büyüdüğü eve gider önce. Ama yerinde yeller esmektedir. Okuduğu üniversiteye gider sonra. Yıllıktaki resmine bakar, iki gençle yemekhanede yemek yer. Ama aradığı orada da değildir. İçindeki kocaman boşlukla düşer yine yollara. Bir karavan kampına park eder. Karavanı olan bir çiftle tanışır orada ve akşam yemeğine davet edilir onlar tarafından. Yiyip içerlerken çiftin kadın olanı “hüzünlü bir adam görüyorum senin içinde,” der Warren’a. 42 yıllık karısı da dahil hiç kimsenin göremediğini yedikleri akşam yemeği bitmeden görebilmiştir bu yabancı kadın. Çok etkilenir Warren. Kocasının bira almaya gitmesini fırsat bilip, göğsüne bir çocuk gibi sokulduğu bu kadını öpmeye yeltenir. Pek tabii ki oradan da kovulur. Az gider, uz gider, yeşillikler içindeki masmavi bir nehrin kenarında durur. Bir zen üstadı gibi gün boyu sessiz ve kıpırtısız nehre bakar, gece boyu da yıldızlara bakarak yüzleşir kendisiyle. Mistiklerin şu ‘ruhun karanlık gecesi’ dediğini yaşar tam da. Kendi eksikliklerini sorgulamakla kalmaz, kabul edip karısını affeder. Sabah, tekrar yola çıkmadan önce şunları yazar Ndugu’ya:

“Anlayacağın Ndugu, bu çok verimli bir yolculuk oldu diyebilirim. Ve bu sabah doğada geçirdiğim gecemden tamamen değişmiş biri olarak uyandım. Yeni bir insandım. Yıllardır ilk kez beynimde düşüncelerim açıktı. Ne istediğimi biliyordum. Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ve bu defa beni hiçbir şey engelleyemeyecek. Bu arada her zamanki çekin yanına istediğin gibi harcaman için ekstra bir şey de koyuyorum. Sevgilerimle.”

Filmin bundan sonrası bol kahkahalı. Warren, düğünden önce bir kez daha şansını denemek için yola koyulur. Bakalım kızını evlenmekten vazgeçirebilecek midir? Yoksa gece boyunca yaptığı sorgulamalar sayesinde sonuna kadar açılan gözlerinin gördüklerini kızına gösteremeyip sineye çekmesini mi izleyecektir? Kızını kurtarıp kurtaramayacağını ancak izlerseniz görebileceksiniz ama kendini züppe damadın baştan çıkarıcı annesinden zor kurtaracaktır. Yaşamın boş ve anlamsızlığı üzerine kafa yorarak, insan ne yaparsa boşa yaşamamış olur, diye bolca ve derince düşünerek evine vardığında, yeryüzünde içini sonuna kadar açabildiği tek insan olan Ndugu’dan gelen ilk mektubu bulacaktır. Mektubu Ndugu altı yaşında olup okuma yazma bilmediği için onun bakımından sorumlu olan bir rahibe yazmıştır. Ve bir de Ndugu’nun çizdiği bir resmi eklemiştir mektuba. Karısının ölümüne ağlamayan, hayattaki tek varlığı olan kızı tarafından yoldan geri çevrildiğinde bir damla göz yaşı dökmeyen bu koskoca adam Ndugu’nun çizdiği resmi görünce ağlamaya başlar. İzleyici durur mu? Aynı içtenlikle, filmin başında yağan yağmur gibi çoğu eşlik edecektir gözyaşlarıyla Warren Schmidt’e..

Film, Amerikan Rüyası’nın insanların içini nasıl boşalttığına iyi bir örnek olduğu gibi, günün sonunda içlerinin boşalmış olduğunu fark edenlerin onu neyle dolduracağına da iyi bir örnek.İyi kotarılmış bir sosyal hiciv örneği. Dolayısıyla da sadece komediyle trajedi, umutla umutsuzluk arasında gidip gelen ‘Schmidt Hakkında’ değil, film hepimiz hakkında diyebilirim rahatça.

Hülya Bilge Gültekin