Resim yapmaya bir süre ara verdim. Yazın tüm malzemelerimi alıp gezmek işime gelmedi. Tembelliğim tuttu. Denize girerim, yüzerim, şu sıcaklarda boyalara bulanmayayım gibi türlü bahaneler uydurdum. Bu da kendimi kandırma sanatım… Boş duracak değildim. Kendi kendimle yarıştığım lezzetlerle mutfak aktivasyonlarımla çevremden övgüler aldım. Çakma Frida Kahlo havasında gezeyim, bir de İnci Küpeli Kız klasında bir resim yapayım, Monet nilüferleri döktüreyim modundan sıyrılınca içimden bir Cavidan fırladı ve mutfağın Sinsirellası olup çıktım.
Zeytinyağlı dolmanın kraliçesi, efsane çiğ börek ustası, damak çatlatan içli köfteci derken konukların da gazıyla iş ilerledi ve resim için uzun bir antrakt oldu. Utanmasam verandada bir akşam yemeğine Vedat Milor’u davet edecektim.
Şu üç rengi karıştırırsam nasıl bir armoni olur konsantrasyonum, sebzeli et kombinasyonlarına dönüştü. Bu gastronomi dünyasının Nobel’ine hazırlanıyormuşçasına hararetli performanslarım sırasında mutfak penceresinden sokağın kedileri meraklı gözlerle beni izlediler hep. Komşuda pişer, bize de düşer beklentisi de mevcut tabii.
Sonuçta yazın ikamet ettiğimiz mahalde kış boyunca kıtlık bilincinde yaşamış olan sokak kökenli kedi tayfası aşama yaptı. İlk günlerde ne verilirse iştahla yerken, yiyeceklerin arkasının geleceğine emin olduktan sonra bu tüylü şahıslarda seçicilik başladı. Markaların mamalarını ayırmaya başlamaları fazla uzun sürmüyor zaten. Derken benim imalatım olan yiyeceklere dadandılar. Beşamelli tavuk, kaymak yatağında limonlu somon menülerindeydi.
Verandaya çıktığım anda sokağın kedi nüfusu bana doğru koşturuyor. Tinerci çocuk gibi peşimdeler.
Yaz bitti ve malum ahalide ağırlık gözle görülür şekilde arttı. Zayıf, minyon pisicikler koca göbekli, parlak tüylü toramanlar oldular. Bizim de dönüş zamanımız geldi çattı. Aylarca iyi beslenip toparlanan tayfa, şimdi kedisever komşulara emanet.
Evdekilerden tripler.
Kışlık ikametgâhımız olan İstanbul’daki evimizin kadrolu iki kedicanı Paşa ve Siklamen, dönüşümde önce sevinçlerini gizleyemediler. Kızım onlara iyi bakmıştı. Fakat uzun süreli gelmeyişlerimin bir cezası olacaktı elbette.
İlk tepki Paşa’dan geldi. Kucaklayıp sevmek için ona doğru uzandığımda nefretin zirvesinde, flamayla önden koşarak kaçtı. Bir köpek olsa ben kapıdan girdiğimde zıp zıp zıplar, kuyruğunu saniyede bir çırparak yüzümün her santimine salyasını sürerdi. Ama karşımda haşmetli, şahsiyetli kral ve kraliçe var.
Ya tamam artık, gel biraz seveyim diyorum, ben senin oyuncağın değilim gibi suratıma dik dik bakıyor. Manifest yapıp adak adamış âdeta, gözü penceredeki kuşa kayıyor.
Üç renklilerin kraliçesi kız kediye dönüyorum. Kafasını başka yöne çeviriyor. Hatta aynaya bakıyor. Kendiyle mi yüzleşiyor, narsizmin sınırlarında mı dolanıyor belli değil.
Sonunda kız kedi dayanamadı kucağıma zıpladı. Özlem giderdik epeyce.
Resim zamanı.
Uzun süre tuvallerden, renklerden uzak kalınca elim durdu mu acaba gibi endişem olmuştu. Neyse artık aşçılık ve ressamlığı dengelemek gerek. O arada arkadaşım arıyor. Ne yapıyorsun diyorum, evi temizliyorum diyor. Bırak artık şu titizliği diyorum, “Sen kendine bak, bütün gün kumdan kedi kakası temizliyorsun” diyor. Gülüyoruz.
Bu arada pisicanlarla iyice kaynaştık. Kincilikleri yok çok şükür. Ben tuval başındayken yanımda tilki bayıltması yapıyorlar. Kış günlerinin kaloriferli huzuru içindeyiz. Belli ki, bu mevsimsel döngüyü şimdilik umursamıyorlar. Sıcak yaz günlerine daha çok var.
Füsun ALTINOK
Önceki Bölüm