Yunanistan İzlenimleri (Kavala -Καβάλα-) 5 -Son-
Kavala’da son günümüz. Sabah dokuza doğru kalktık. Günün programında Hülya ile Engin’in daha önce gittiği plajı göreceğiz. Denize girmesek bile aklımızda kalmasın. Sonra şunu yapabilirdik ama yapmadık demek yani insanın içinde ukde kalmamalı. Gerçi bu her zaman mümkün olamıyor. Kaynaklar, zaman kısıtlılığı, zorunluluklar vb. nedeniyle herkesin içinde biraz “arzu mezarlığı” var. Ukdenin kalması da bundan çok istenilen bir şeyi yap(a)mama… Zamanla unutulsa da bu tür ukdeler olmadık yerde, olmadık anda ortaya çıkabilir. Çünkü üstü örtülen her şey insanın karanlık yanını besler. Konuşulan şeylerin yapılması ukdelerin yani içe dert olan şeylerin azaltılması insanın kendini gerçekleştirmesinin de bir parçası. Hülya ile Engin’de gazetecilikte gelme “fikri takip” anlayışı var. Konuşulanları unutmuyorlar ve onun yapılması için çaba harcıyorlar. Üstelik yaşadıkları güzelliği bizim de görmemizi istiyorlar.
Sıcaklık 20 derece civarında ama rüzgâr var. Yarım saat gidiyoruz Nea Peramos’taki Ammolofoi Beach’e. Plaj, ince, sarı kumla kaplı, denizi de oldukça berrak. Palmiyeler gölgesinde uzanmanız için sizi davet ediyor. Çevrede kalınabilecek tesisler de var. Burası turistlerin tercih ettiği plajlar arasındaymış. Bizim gittiğimiz tarihte (8 Nisan) sezon açılmadığından plajda hazırlıklar sürüyordu. Yoksa Haziran’dan itibaren burası ana-baba günü olur. Biraz uzakta yere serdikleri havluya uzanmış iki sevgili var: Belki de gözlerden uzak olmanın verdiği rahatlıkla öpüşüyorlar. Bizim 50 metre ilerimizde de çocuklarıyla gelmiş bir aile var. Üstelik denize de giriyorlar.
Şezlonglar üst üste yığılmış. Kurulacağı zamanı bekliyor. Farklı bedenler uzanacak üzerine… Yaşlı, genç, erkek, kadın. İlk kez aşklarını yaşayacaklar, aşk yorgunları… İçindeki kederi dağıtmaya çalışanlar, yaşamın ritmini yakalayıp neşelerini korumaya çalışanlar… Anda yaşayanlar, geçmişin yükünü atamayanlar. Herkesin bir hikayesi olacak anda yaşadığı, yaşayacağı… Şezlongların dili olsa ne derdi üzerine uzananlarla ilgili?
Ben yaklaşık yarım saat kestirdim güneşin altında. Masmavi bulutlara bakmak, sonra uykuya dalmak iyi geldi. Nazım’ın “Bugün Pazar” şiiri aklıma geldi. Uyandığımda kendimi daha iyi hissettim.
Böyle bir sahilde olup da içmemek olmazdı. Sonra yola koyulduk yeniden. Bu kez Kavala’da Coffe Cigarettes’e uğradık. Adını Jim Jarmusch’un filminden alan (2003 yılı yapımı filmin adı: Cofee and Cigarettes) bu mekânda fiyatlar uygundu. Jim Jarmusch, Amerika’nın görünmeyen yanını: kasabalarını ele alır. Orada değişen, dönüşen ilişkileri, kapanan fabrikalar dolasıyla kentlerin nasıl öldüğünü anlatır. Neoliberalizmin bireyin ilişkilerine nasıl yansıdığını. Ben Jarmusch’un filmlerini ilk kez Engin bana önermişti. Bu filmini henüz izlemedim. Mekân, bir yönetmene saygı duyan hayranın izlerini taşıyor. Mekânın içine girdiğinizde karşı duvardaki afiş de bunun kanıtı. Küçük ama müdavimlerinin olduğu bir kafe.
Sayılı günler bitti, artık Kavala’ya veda etme zamanı. İçimizde bir burukluk var. Her vedada olduğu gibi. Kavala’ya uğrayıp da “Bademli Kavala Kurabiyesi” almadan dönmek olmazdı. Deneyimin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha görüyoruz. Hülya ve Engin geçen gelişlerinde öğrendikleri Dedeağaç yolu üzerindeki Neva Kavali Kurabiye Fabrikasından almamızı önerdiler. Navigasyonun azizliğine uğradık yine. Tam o noktayı bulmamız yarım saat aldı.
Yol güzergâhımızda bizi şaşırtan Niğde Aksaraylı Börekçi Yorgo’nun mekânı oldu. Oraya vardığımızda saat 14.00’e yaklaşıyordu. Nerdeyse börekler bitmişti. Üstelik siesta zamanı olduğundan saat 16.00’ya kadar kapalı kalacaktı. Yorgo 52 yaşında her yaz mutlaka İstanbul’a geldiğini ve Cihangir’i çok sevdiğini söyledi. Bizim İstanbul’da yaşadığımızı öğrenince çok sıcak ve samimi davrandı, üstelik bize çay ve börek ısmarladı. Esnaf çocuğu olduğumdan ödemek istedik. Ama o bir kuruş bile almadı. Benzer coğrafyada yaşayan insanların özelliği. Anadolu’da da böyle durumlarla karşılaşırsınız.
Otoyol yerine sahil boyunca gitmeyi tercih ettik. Ve bir sürpriz ile karşılaştık: Porto Lagos. Vistonida Gölü kenarında. Adını İtalyan denizciler vermiş. 19’uncu yüzyılın ortalarında önemli bir liman kentiymiş.
Yunanistan ve Rusya’ya ait şirketlerin gemilerinin burada acentaları varmış. 1910’da Fransa ve Avustralya burada dışişleri temsilcilikleri açmış. Şimdi eski haşmetinden eser yok. Az sayıda insan yaşıyor. Zamanın elinin değdiği evler oldukça eski. Onarılmayı bekliyor. Zamanın yıpratıcılığını yaşayan alt katı restoran olarak kullanılan arkasında geniş bir bahçesi bulunan eski bir köşk bize hayaller kurdurtuyor. Birlikte yaşlanmayı, yaşamayı arzulayan “Mahşerin Dört Atlısı” olarak buranın ne kadara satılabileceğini, onarım için ne yapılabileceğini, üst kattaki odaları nasıl paylaşabileceğimizi konuşuyoruz. Eski şaşaası olmasa da hala çekiciliğini koruyan, sakin bir yer. Bizi cezbetti, hayallendirdi. Bazı olaylar, yerler, kişiler yaşama daha da bağlanmak, tutunmak için hayallendirebilir insanı. Biz de o an onu yaşadık. Yarım saat mi bir saat mi ne sürdü bu durum. Bazı hayallerin ömrü kısa oluyor! Çünkü Dedeağaç ve çevresindeki yerlerden yabancılar mülk edinemiyormuş. Bölgenin demografik yapısının mülkiyet yoluyla da olsa değişmemesi için. Bizde bu dikkate alınıyor mu? Emin değilim. Bildiğim bir şey var: T.C vatandaşı olmak giderek kolaylaştırıldı.
Orada soluklanıp bir şeyler yerken Türkiye’den 4 motosikletli gruba denk geliyoruz. İstanbul’dan çıkmışlar yola üç erkek bir kadın. Feribotla İtalya’ya gideceklermiş. On günleri daha yolda geçecekmiş. Onlara iyi yolculuklar dileyip limanın karşısındaki koruya bakıyoruz. Daha dingin bir hayat özlemi içinde. “Şurada piknik yaparız, şöyle bir ağacın altına uzanırız, içkilerimizi de ihmal etmeyiz” diye konuşuyoruz. Tatil boyunca tanık olduğumuz gibi tekneler limanda. Denize açılacakları zamanı bekliyor. Belki de her şeyin zamanı var sözü bu noktada daha anlamlı hale geliyor. Baharda güneşe kanıp yalancı bahara kanıp açan çiçeklerin solması gibi. Hayatımız gibi solan ve açan çiçekler var.
Oranın yakınındaki bir tatil köyüne uğruyoruz. Yaza hazırlık sürüyor. Siesta zamanı olduğundan pek insan yok dışarda. Biz de alışıyoruz buna. Deniz yakın olduğundan martılar yiyecek arayışında.
Oradan yola koyuluyoruz. “Ne çok şey gördük bugün” diye konuşuyoruz. Arayan soran da olmayacağından aheste aheste gidiyoruz. Yol boyunca TIR’lara rastlayınca İpsala’ya yaklaştığımızı anlıyoruz.
Gümrük kapısından geçiş neredeyse çıktığımız saat gibi -18.30- yurda giriş yapıyoruz. Yaşamak anılar biriktirmektir.
Anları paylaşmaktır. Mutlu olmak için andaki bir görüntü yetiyor bazen insana. Ancak insan her zaman ana da odaklanamıyor çünkü herkesin içinde kaçamadığı bir geçmişin yükü var. Bunlar olmadık zamanda ve yerde ortaya çıkıyor. O kadar yoğun geçmesine rağmen yorgun hissetmiyoruz kendimizi. Birlikte paylaşmanın, yaşamanın güzelliğini duyumsuyoruz. Yeni yolculuklarda yeni anları paylaşmayı umuyoruz.
Kemal ASLAN
Önceki Bölüm
Kemal ASLAN/Gazeteci-Yazar
Önceki Bölüm
SOLENNEAyak Nasır Sökücü Solisyon 120