BİR BAŞKA ÂLEMDİ BOĞAZİÇİ (7)
ŞİRKET-İ HAYRİYE’DEN MİRAS DÜNYANIN İLK ARABALI VAPURLARI YA DA FERİBOTLARI
Osmanlı Toplum Yaşamının Dönüşümü Aşamasında Şirket-i Hayriye’nin fevkalâde önemli bir yeri ve işlevi olmuştur.
Çok cazip ve değerli coğrafi konumu, 300 bin yıl öncesine dayanan tarihi ile İstanbul, bir deniz kenti olarak her zaman göz önündeydi.
1800’lü yılların sonundan itibaren, Osmanlı Devleti’nde cağdaşlaşma (modernleşme) eğilimi giderek belirginleşmeye başladı. Sultan II. Mahmut’un öncülüğünde, Osmanlı Devleti, devlet bürokrasisi, bilim teknik, toplumsal yaşam alanında köklü değişiklikler geçiriyordu. Divan-ı Hümayun’un kaldırılması ve yerine bugünkü bakanlıklara benzer şekilde nazırlıklar kurulması, gerçek anlamda ilk nüfus sayımının yapılması, ilk posta teşkilatının kurulması, batılı tarzda eğitim veren ilk eğitim kurumu olarak Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve ilk harp okulu olarak Mekteb-i Harbiye’nin kurulması ve ilk resmi gazete olan Takvim-i Vakayi’nin yayın hayatına başlaması toplumsal, ekonomik, kültürel ve siyasal yaşamı kökten dönüşüme uğratıyordu.
DENİZİN İSTANBUL YAŞAMINDA İZLERİ
19. yüzyılın ortalarına doğru giderek somutlaşan bu dönüşüm; toplumun tüketim alışkanlıklarında değişime yol açarken, yazlık ev alışkanlığının gelişmesi ve yaygınlaşmasını beraberinde getiriyordu. Bütün bu gelişmeler, özellikle, İstanbul ile Boğaziçi arasındaki ulaşım gereksinimini artıracaktı.
Böylece, yalnızca, stratejik konumu ile değil, ulaşım açısından da çok büyük bir önem taşıyan İstanbul’da vapur işletmeciliğinin şekillenmeye başladığı dönem, 19. yüzyılın ortaları olarak belirginleşiyordu.
O güne kadar, denizyolu ulaşımının yegane aracı kayıklardı. İstanbul’un içinde ve yakın çevresinde, İstanbul–Mudanya, İstanbul–Üsküdar, Eminönü–Karaköy arasında, Haliç ve Boğaziçi’nde kayık, pereme ve mavnalarla yolcu ve yük taşımacılığı gerçekleştiriliyordu. Seyir güvenliği olmayan ve toplu ulaştırma aracı niteliği içermeyen kayıklar, artık kent içi ulaşım talebini karşılayamaz duruma geldi.
İstanbul’da ve Boğaziçi’nde deniz ulaşımını gündelik yaşamın parçası haline getirmeye başlamış halkın talebi göz ardı edilemeyecek düzeye gelmişti. Osmanlı Devleti’nde yaşanan toplumsal dönüşüm hamlesi, ulaşım alanına da sıçrıyor; 1837 yılında, İngiliz ve Rus bandıralı buharlı gemiler İstanbul’da deniz taşımacılığı yapmaya başlıyordu. Buna karşın, Osmanlı Devleti, bir süre sonra, yabancılar tarafından sürdürülen deniz taşımacılığını yasaklayarak; 1838 yılında, Tersane-i Amire tarafından üretilen ilk Osmanlı bandıralı buharlı vapurlardan Eser-i Hayır’ın İstanbul’da, Mesir-i Bahri’nin ise Marmara Denizi’nde İstanbul, Bandırma, İzmit ve Tekirdağ arasında işlemesini gerçekleştiriyordu.
MODERNLEŞME DÖNEMİNİN SEMBOLÜ
Böyle bir ortamda, Şirket-i Hayriye’nin boğaz hattında vapur işletme amacıyla 1851 yılında kuruluşu, Osmanlı tarihinde, önemli bir dönüm noktası olarak göze çarpıyor. Şirket-i Hayriye, 19. yüzyılın ortalarına doğru iyice artış gösteren İstanbul ile Boğaziçi arasındaki ulaşım talebini, geleneksel ulaştırma araçları olan kayıkların güvenlik, rahatlık ve taşıma kapasitesi açısından karşılayamaması sonucunda kuruldu. Söz konusu talepten kaynaklanan gereksinimi, kayıklara göre daha güvenli, rahat ve hızlı bir ulaşım aracı olan buharlı gemi işletmeciliği karşılayacaktı.
Şirket-i Hayriye, Osmanlı toplumunda 19. yüzyılın başlarından itibaren iyice su yüzüne çıkan değişim ve dönüşümün, kültürel ve ekonomik dinamiklerinin yansımasını taşıyordu. Kuruluş, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat ile daha da ivme kazanan reform girişleri doğrultusunda; toplumda üretim ve tüketim olgusunun yeniden düzenlenmesi ve liberal ekonomi düzleminde rasyonelleştirilmesi gerçeğine bağlı olarak şekillenen üst gelir gruplarının gereksinimlerini gidermek amacıyla kuruldu. Şirket-i Hayriye, bu amaçla, artık önemli bir yurtlanma alanı olan Boğaziçi’nin, tarihi yarımadayla olan bağlantısını sağlayacaktı.
Şirket-i Hayriye’nin kuruluş serüveni; dönemin iki ünlü ve güvenilir ismi olan Cevdet Paşa ve Fuat Paşa’nın, söz konusu üst gelir grubuna ait olan Boğaziçi nüfusunun ulaşımının düzenli olarak yapılması için bir vapur işletmesinin kurulması isteğini içeren layihayı yazarak, resmi makamlara iletmesiyle başladı. Layihanın Padişah Abdülaziz tarafından onaylanmasıyla, 17 Ocak 1851 tarihinde Padişah’ın iradesinin bir sureti, Takvim-i Vakayi’de yayınlanarak, Şirket-i Hayriye kurulmuş oldu. Kuruluşun, yirmi beş yıl işletme ayrıcalığına sahip bir şirket olmasına izin verildi…
Şirket-i Hayriye, tüm dünya ekonomisini kökünden değiştiren sanayi devriminin sonucu olarak ortaya çıkan deniz taşıtlarındaki gelişmelerin Devleti’nde de yer bulmasıydı.
ŞİRKET-İ HAYRİYE’NİN İSTANBUL YAŞAMINA ETKİLERİ
Osmanlı Devleti’nde kurulmuş ilk anonim şirket niteliğinde olan Şirket-i Hayriye; Boğaziçi ile İstanbul arasındaki deniz taşımacılığını düzenli olarak sağlayınca, yazlık ev muhiti olarak bilinen Boğaziçi’nin sürekli oturma bölgesi olmasına ve imarının yaygınlaşmasına yol açtı. Şirket-i Hayriye, Boğaziçi’nin İstanbul ile bütünleşmesi sürecine hız vererek, günümüz İstanbul siluetinin de öncü mimarı oldu.
Dolayısıyla, Osmanlı İmparatorluğu için Şirketi Hayriye, Osmanlı tarihinde ulaşım alanında girişilen çok önemli bir iş olarak değerlendirilirken, Vakanüvis Ahmet Lütfi Efendi 1850 yılındaki olaylara yönelik olarak; “Bu senenin icraat-ı Nafia’sından olmak üzere devletçe itina olunan Dersaadet’ te Boğaziçi sahillerine işlemek üzere Şirket-i Hayriyye namiyle teşkili tasavvur olunan vapur kumpanyasıdır…” diye yazar.
Şirket-i Hayriye’nin ilk vapurları olan Rumeli, Tarabya, Küçüksu, Beylerbeyi, Tophane ve Beşiktaş İngiltere’den sipariş edildi.
Osmanlı arşivlerinde yer alan ulaşımla ilgili bilgilere göre, Şirket-i Hayriye Genel Müdürü Giritli Hüseyin Haki Bey tarafından tasarlanan ve “dünyanın ilk arabalı vapuru” olduğu belirtilen “Suhulet” İstanbul’da kullanılmıştı…
Osmanlı zamanında toplu ulaşımla ilgili önemli çalışmalar yapıldığını biliyoruz.
Bunların bazıları dünyadaki ilklerden olmuştu…
Örneğin, dünyada ilk araba vapuru İstanbul’da işletmeye alınmıştı. Şirket-i Hayriye Genel Müdürü Giritli Hüseyin Haki Bey sürekli yenilikler ve hizmet kalitesini artırma peşinde koşmuştu. Arabalı vapurun prototipini bizzat kendisi çizmiş ve İngiltere’de bir tersaneye sipariş etmiş. Bunun özelliği iki tarafından yolcu alabilmesi. Bir taraftan araç girebilecek, diğer taraftan da çıkabilecek şekilde simetrik, iki tarafında kapakları olan bir özel bir sistemi tasarlamış. İlk araba vapurumuz kolaylık manasına gelen “Suhulet”’tir. Söz konusu vapur, 1872’de Üsküdar-Kabataş arasında devreye girmişti.
İLK FERİBOTU “BİZ” YAPTIK!
“İlk feribot nerede yapıldı” sorusunu sıradan insanlara sorarsanız gelen cevaplar çoklukla, “Onu bilmem de bizde değildir herhalde” şeklindedir ne yazık ki!..
Oysa 1872’de, SUHULET isimli ilk – dikkatinizi çekerim: dünyada da ilk!– arabalı vapurumuz, Abdülaziz’in hükümdarlığının on birinci senesinde Boğaziçi’nde salına salına seyretmeye başladı.
Önce, bu işin mucidini tanıyalım: Hüseyin Hâki Efendi (1835-1895), Girit-Kandiye eşrafından Cami-i Kebir mütevellisi Mehmed Efendi’nin oğludur. Sahil/deniz çocuğudur. Eğitimini Mısır’da tamamlayan Hâki Efendi, mükemmel derecede Fransızca ve Arapça bilmektedir. Yusuf Kâmil Paşa’nın (Abdülaziz’in sadrazamlarındandır) kethüdalığını yapmıştır. Kâmil Paşa, François Fénelon’nun Télémaque’ını (Les Adventures de Télémaque) Arapça tercümesinden Türkçeye “Tercüme-i Telemak” başlığıyla çevirirken, Hüseyin Hâki Efendi de eserin Fransızcası üzerinden bir esas hazırlamıştır. Bilinsin ki ne kıymetti.
HÜSEYİN HÂKİ EFENDİ ŞİRKET-İ HAYRİYE’NİN BAŞINDA
1851’de kurulan ”Şirketi Hayriye”, kuruluşunun üzerinden on beş sene geçmesine rağmen hâlâ bir türlü iyi idare edilememektedir: ta ki Hüseyin Hâki Efendi şirketin müdürlüğüne getirilinceye kadar (1867-1894 arası bu vazifede bulunmuştur). Zeki, çalışkan ve üretken biri olan Hüseyin Hâki Efendi, şirketin sorunlarını tespit eder ve öncelikle suiistimalleri engeller. O zaman, sadece Köprü (Galata Köprüsü) ile Üsküdar iskeleleri vardır. Onun planlamasıyla Boğaz’da iskelesi olmayan köylere iskeleler kurulur, binaları yapılır; bu iskelelerde kış soğuklarında soba yakılır ve vapur saatleri çizelgesi asılır. Çizelgelerin yanına birer de saat konulur…Aksaklıkları önlemek için, “sayfaları numaralı şikâyet defteri” uygulaması da ilk olarak onun zamanında başlatılmıştır.
1851 yılında kurulan Şirket-i Hayriye’den başlayarak günümüzdeki İBB Şehir Hatları A.Ş.’ye kadar uzanan İstanbul’un denizden kentiçi toplu ulaşım tarihinden dünyadaki bir ilki sizinle paylaşmış oluyorum…
BENZERİ GÖRÜLMEMİŞ BİR TEKNENİN MUCÎDİ
Boğazda, eskiden beri iki yaka arasında askeri araç malzemeleri, ağır, büyük yükler ve hayvan taşımak – akıntı rüzgâr vs. nedenlerden ötürü – oldukça zor bir işti. O senelerde, Londra’da Thames Nehri’nde iki yakaya çekilmiş zincirlerin yardımı ile sal benzeri tekneler kullanılıyordu. Hüseyin Hâki Efendi Boğaz’da at, araba ve eşya nakline bir kolaylık bulmak amacıyla düşündü-taşındı; senelerce umumi müfettişlik yapan İskender Efendi ve şirket’in Hasköy’deki fabrikasının “Sermimarı” Mehmed Usta ile baş başa verip o güne kadar benzeri görülmemiş bir tekne tipi yarattı! Bugün “arabalı vapur-feribot” dediğimiz, iki tarafından da karaya indirilecek kapakları bulunan, hem ileri hem de geri gidebilen teknelerin tam bir prototipiydi ortaya çıkan. Ana güvertesi dümdüz olan vapura atlar, arabalar alınacak, yolcular da üstteki salonlara çıkacaktı…
BİRİ “SUHULET” BİRİ “SAHİLBENT”
Hâki Efendi, çizdikleri tasarımın eskizleri Mehmed Usta‘yla İngiltere’deki “Maudslay Sons And Elelds” tezgâhlarına gönderdi. 26 baca numarası ve Suhulet” (Kolaylık) ismi verilen ilk arabalı vapurun yapımı 1871’de tamamlandı. Ancak vapurun İngiltere’den yurda getirilmesi pek de kolay olmadı; “Suhulet”, şiddetli fırtınalar nedeniyle birkaç kez sulara kaynamak tehlikesi atlattı. Öyle ki İngiliz kaptanın su kesimi az, üstü havaleli, safrası olmayan, üstelik de boş bir tekneyle böylesine maceralı bir yolculuğa bir daha asla çıkmayacağına yemin ettiği söylenir!.. 1872’nin ilk ayında hizmete giren “Suhulet”ten sonra hemen – aynı tersaneye – bir eşi daha ısmarlandı: 27 baca numarası verilen ve “iki kıyıyı bağlayan” manasına gelen “SAHİLBENT”. (Arabalı Vapur/Feribotlara bu isimleri ünlü Tanzimat Dönemi Şair/Yazarı Namık Kemal’in koyduğu rivayet edilir.)
GELELİM 1950’Lİ YILLARA
Merak ediyorum acaba aramızda benim yaşlarımda olup da Şirket-i Hayriye’den miras son yandan çarklı vapur olan baca no. 27 SAHİLBENT arabalı vapurunda hâtıraları olan var mıdır?..
Evimiz Kabataş Setüstü’nden daha yukarılardaki Ömer Avni Mahallesi’nde idi…1950’li yıllarda ebeveynim ile Kabataş’a iner, özellikle binmekten çocuksu müthiş bir keyif aldığım SAHİLBENT’e biner, Üsküdar ve civarındaki akraba ve ahbaplarımızı ziyarete giderdik…
1950’lerin başlarında bir bahar günü güzel bir yolculukla Kabataş’tan kalkıp Üsküdar iskelesine yanaşmakta olan SAHİLBENT arabalı vapurunda üst güvertesinden aşağıya inme hazırlığı yapmak için merdivenlerin başına doğru ailece ilerlemekteydik…
İlkokul ikinci sınıfta oldukça haşarı ve bayağı hareketli bir çocuktum…Tam vapur iskeleye yaklaşıp kapağını indirmek üzereyken ben bir anda annemin elinden kurtulup iniş merdivenlerinin başına gelmiştim ki vapurun baş iskele tarafı Üsküdar iskelesine ansızın çarptı…Ve o sırada ayaklarım yerden kesilerek havada âdeta merdivenlerden aşağıya doğru başüstü uçtum…
Annemle babam “bizim çocuk gitti!” demeye kalmadan kendimi ensemden asılı durumda havada sallanırken bulmaz mıyım?..
Tabiî ki ben o göz açıp kapayıncaya kadar geçen bir anlık sürede başıma gelenleri hiç anlayamamıştım ama bir müddet askıdaki bir kukla gibi havada salındıktan sonra yere doğru indirildim çok güçlü bir el tarafından.
Geriye doğru bakınca ne göreyim?..Dev gibi heybetli bir adam, ya da pazuları kısa kollu gömleğinden taşan gerçek bir dev beni havada enselemiş ve merdivenlerden aşağıya doğru uçmaktan son anda kurtarmıştı…
Annem ve babam bu kahraman dev’e nasıl teşekkür edeceklerini şaşırmış, “bizim küçük oğlumuzu ağır yaralanmaktan ve belki de ölümden kurtardınız” diye dil döküyorlardı…
Çevredekilerin de tanıması ve yardımıyla bu güçlü dev insanın Ağır Siklette Olimpiyat ve Dünya Şampiyonumuz Millî Güreşçimiz Hamit Kaplan olduğunu öğrendik…
Dev Adam Ağır Siklet Şampiyonu Güreşçimiz ile küçük yaşımda bir rastlantı sonucunda aikece tanışmış olduk…
SAHİLBENT arabalı vapurunda tesadüfen arka arkaya bulunduğumuz sırada görkemli iri cüsseli, güçlü Dünya Şampiyonu Millî Güreşçimiz Hamit Kaplan’ın çeviklği ve gücü sayesinde büyük bir kazadan kurtulmuştum…
Hey gidi günler hey!..
Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 5 Mayıs 2024