Yunanistan İzlenimleri (Kavala -Καβάλα-) 3
Kavala’ya gelip de eğlence merkezine uğramamak olmazdı. Ancak, bu merkezlerin sayısının çok olduğunu söylemek mümkün değil. Yeme-içme mekanları liman boyunca doluydu. Biz de önce bir restoranda Türkiye’ye göre çok uygun koşullarda balık çeşitleri, kalamar, karides ızgara, salata, farklı mezeler yedik. Uzo da masamızda eksik değildi.
Çakır keyif olarak kalktık. Gece yeni başlamıştı bizler için. Buralara gelip de dans etmemek olmazdı. Yakında girişinde 80’ler 90’lar dans partisi afişi olan bir mekân gördük. İçimizdeki kurtları dökmemek olmazdı. Umduğumuzun tersine az sayıda kişi vardı. Önce kimse müziklere eşlik etmese de ritmin baştan çıkarıcılığına kapıldık. Ben ve Özlem pistte hareketli müzik eşliğinde yaklaşık yarım saati aşkın dans ederken balık etli, kısa saçlı, mavi gözlü Yunanlı bir kız da bize eşlik etti. Bir dans partnerimiz oldu birdenbire. Dans partnerliğinin ne kadar önemli olduğunu o gece bir kez daha anladım. Kaygısız, içten, o anı yaşamak, o anda var olmak. Dünyanın kaygılarını, zamanı, mekânı unutmak. Geçmişi unutmak geleceği düşünmemek. Anın içinde kaybolmak. Dansın büyüsü bu. Sorgulamadan, kendini akışa bırakmak. Şimdi aklıma yıllar önce izlediğim Carlos Saura’nın Tango filmi geldi aklıma. İki insan arasındaki arzunun, tutkunun dansta dışavurumu. Yeni partnerimizle üçlü olarak yaklaşık bir saat pistte üçlü dans ettik. Sonra gülerek birlikte yaşanılan zamanın değerini bilerek karşılıklı reverans yaparak pisten ayrıldık. O gülümseyerek uzaklaştı. Aklımda dans ettiğimiz bir an kaldı o geceden. Onda ne kaldı bilemem? Her insan anı farklı biçimde yaşıyor, andan farklı izler kalabiliyor. Kimse kimde ne kaldığını bilemez! Neyse daha sonra sirtaki çaldı. Aramızda halayın ustası Recep, Özlem ile hemen ayak uydurdu sirtakiye. Yunanlı üç kız da onlara eşlik etti. Müziğin insanları yakınlaştıran etkisi var. Benim Recep’ten kesin halay dersi almam gerektiğine o an karar verdim. Halay ile sirtaki arasında ritme uygunluk açısından benzerlik var. Bir saatten fazla sürdü sirtaki. Sonra slow dans… Gece uzun sürdü ama biz hüzün müziği Rembetiko dinlememenin eksikliğini hissettik. Sorduk soruşturduk pazartesi günü bir mekânda Rembetiko çalındığı söylendi. Yapacak bir şey yoktu, kaldığımız mekâna geri dönüp geceyi küçük havuzlu bahçede sürdürdük. Tedarikli olunca geceyi yaşamak da mümkün oluyor.
Saat dört müydü yattığımızda hatırlamadım. Çünkü hem sohbet iyiydi hem de bizim ortam…
Sabah kahvaltıyı kaldığımız yerde yapmayı tercih ettik. Bizim bakkallara benzer bir alış-veriş yeri var. Hem sebze-meyve var hem de peynirden yumurtaya, süte çeşitli ürünler var. Canımız yumurta çekti. Bir de domates, salatalık, biber, maydanoz, limon, iki çeşit peynir aldık. Aslında ben kahvaltıda peynir çeşidinin çok olmasını isterim ama arkadaşlarımın hepsi yemeyeceğinden sınırlı sayıda kaldık. Arkadaş ortamlarında uzlaşmayı bilmek önemli. Yalnız aldığımız domatesin ve salatalığın çocukluğumdaki gibi kendine has özlediğim kokusunu hissettim. Aldığımız biber çarlistona benziyordu ama acıydı. Recep ve eşim acıyı pek sevmez. Dolayısıyla onların payı da bana kaldı.
Biz bu gezimizde önceden herhangi bir plan yapmadık. Her şeyi akışına bıraktık. Oysa ben kontrolcü ve plancıyımdır ama böylesi benim de işime geldi. Google’dan bulunduğumuz yerde nerelere gitmek uygun diye araştırma yapıp ona göre tercihlerimizi belirledik. Sosyal medya da bu konuda oldukça yol gösterici. Mekânların özelliklerinin yanı sınıra, yeme-içme kalitesi, puanlama bizim gibilere yardımcı oluyor.
Kavala’da 1530 yılında Pargalı İbrahim Paşa tarafından yaptırılan camii 1926 yılında Ortodoks Kilisesi’ne dönüştürülmüş. Minaresinin boyu kısaltılmış, çan kulesi haline getirilmiş.
1945’te kiliseye denizcilerin koruyucusu olarak bilinen Aziz Nicoloas’ın adı verilmiş. Camilerde ve Ortodoks kiliselerinde kubbe ortak bir mimari yapı. Bir dini inancın belirleyicisi bu kubbenin yanında çan kulesi mi minare mi olacağı. Her biri farklı bir inanca tekabül ediyor. Kilise olunca içinde Hazreti İsa, Hazreti Meryem ve Hıristiyan Azizleri yönelik resimler oluyor. Biz gittiğimizde sabah ayini çoktan bittiğinden kilise boştu.
Şehrin merkezinde küçük bir su alanında nilüferler açmıştı. Emirgan Parkı’nda lalelerin yanı sıra nilüferlere de baktığımız zamanlar geldi. Üniversite yıllarında arkadaşlarımızla ne çok sık giderdik.
Öğleden sonra hava yağışlıydı biz şehre yakın bir yerdeki eğlence merkezleri ile plajlara bakmak istedik. Ama olmadı. Otomobillerimizden seyrettik ortamı. Yağmur dinince plaja doğru gittik. Perigiali Beach’te bizim dışımızda kimse yoktu o zaman. Deyim yerindeyse in-cin top oynuyordu. Deniz hafif dalgalıydı. Altın rengi kumlar hâlâ ıslaktı. Dolayısıyla şöyle bir uzanıp kaygılardan uzak, kendimizle baş başa kalabileceğimiz bir anı yakalayamadık. Havada ağır kasvetli olunca evde oturup geceyi yaşayalım dedik. Tam kaldığımız yerin karşısındaki evin garajında gözleriyle bakanı süzen iri gözlü, kirpikleri belirgin, baygın bakışlı ince kaşlı iki kadının resmi vardı. Belki de bize gece olabileceğimiz hali anımsatıyordu.
Evde biraz dinlendikten sonra Kavala’nın merkezi limana gittik. Hayat orada akıyordu.
(Devam edecek)
Önceki Bölüm
Kemal ASLAN/Gazeteci-Yazar