28 Mayıs 2023’te yapılan seçimleri Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan kazandı. Seçimlere ilişkin farklı sayısal analizler yapmak mümkün. Bu yazının amacı bu tür değerlendirmeden çok; Erdoğan karşıtlığı temelinde bloke olan Millet ittifakına ilişkin değerlendirme yapmaktır.
Türk siyasal yaşamında “zinde güçler” kavramı 1960’lardan bu yana silahlı kuvvetleri nitelendirmek için kullanılmaktadır. Muhalif bazı kesimler tarafından rejimin koruyucusu ve temel direği olarak görülen silahlı kuvvetlerin icraatları beğenilmeyen, istenilmeyen siyasal iktidara karşı tepki göstermesi, iktidarı uyarması beklenirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda askerlerin belirleyici rolünün olması, toplumsal dinamiklere dayanan sınıf hareketlerinin güçlü olmaması, Kemalistlerin ve bazı sosyalistlerin silahlı kuvvetler ile ittifak yaparak iktidara gelme hayallerinin bir parçası olarak da “zinde güçler” kavramı dillendirilmiştir.
Zinde güçler kavramı, 1980 darbesinden sonra yavaş yavaş kullanılmamaya başlandı. Bunda toplumsal muhalefete yönelik işkence, baskı, şiddet yöntemlerinin uygulanması etkili oldu. Zinde güçler ile siyasal sorunlarının çözülmemesi durumunda siyasal iktidarın silahlı kuvvetler tarafından uyarılması; gerektiğinde ayar verilmesi ya da iktidara alternatif olarak iktidara gelmesi beklentisi dışa vuruluyordu. Siyasal iktidarın olumlanmayan karar ve eylemlerine karşı silahlı kuvvetlerin tepki göstermesi, tavır alması beklentisini dışavurumuydu bu kavram. Kritik durumlarda, istenilmeyen uygulamalar olduğunda bu beklenti dillendiriliyordu. Hep zihinlerde belirgin bir parametre olarak “ordu ne diyecek”, “ordu ne yapacak” düşüncesi olurdu. Bu aslında toplumsal, siyasal muhalefet içinde yer alan bazı kesimlerin kendilerini etkisiz bir aktör olarak gördüklerinin de itirafıydı. Taşıma suyla değirmeni döndürme talebinin mümkün olmadığını bu kesimler de yaşayarak öğrendi.
1980’lerde TÜSİAD tarafından ordu-siyaset ilişkisinin Batı demokrasilerinde olduğu çerçevede gerçekleşmesi arzusu dönemin TÜSİAD Başkanı Ali Koçman tarafından dönemin muktediri Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in yüzüne karşı söylediği “bugüne kadar hep siz yönelttiniz, artık biz yönetmeliyiz” ifadesiyle görünürlük kazanmıştı. Türkiye’de demokrasinin gelişmesiyle ordu-siyaset ilişkisinin Batılı ülkelerde olduğu çerçeveye gelmesi 2000’li yıllarda Ergenekon, Balyoz gibi “asimetrik savaş” çerçevesinde acılı ve zor bir süreçte gerçekleştirildi. Olması gerekenin süreç içinde makul biçimde yapılması mümkündü. Onun yerine yalan ve iftiralarla bu yapıldı. Bu süreçte bile bazı kesimler “ordu ne yapacak”, “ordu buna çare bulur” beklentisi içerisindeydi. Ancak, silahlı kuvvetler darbelerin neye yol açtığını, her darbede kurumsal itibarının nasıl olumsuz biçimde etkilendiğinin farkındaydı. Bu algıyı bozan FETÖ’nün 15-16 Temmuz 2016 darbe girişimi oldu. Bu girişim sonrası silahlı kuvvetlerin yapılanması, MGK’da ağırlığı değiştirildi. Bu konunun artıları eksileri bu yazının konusu değil. Bu süreçten sonra silahlı kuvvetlerin harekete geçmesini bekleyen kesimler açısından da yeni durum ortaya çıktı. Artık zinde güç silahlı kuvvetler değildi.
Batılı demokrasilerde demokrasinin gelişmesinde derinleşmesinde sınıf mücadelesinin ve işçi sınıfının belirleyici rolü vardır. Bizde işçi sınıfı 15-16 Haziran 1970’te ortaya koysa da daha sonraki süreçte karşı hegemonyayı oluşturmada önemli bir güç haline gelmemiştir. Neo-liberalizm uygulamalarıyla örgütlü işçi sınıfının sayısı azaltılmış, gücü de epeyce kırılmıştır. Bugün işçi sınıfı demokrasiyi sınıfsal çıkarı gereği savunsa da toplumsal muhalefeti 1970’lerdeki gibi sürükleyebilecek konumu yoktur.
21 yıldır işbaşında olan AK Parti iktidarı ötekileştirme, dışlama politikaları ile geniş bir muhalefet bloku oluşturmuştur. Kendisini Millet İttifakı olarak adlandırılan bu kesimler geleneksel dindar, modern dindar, kentli milliyetçiler, Kemalistler, ekolojistler, feministler, sistemin mağdur ettiği yokluk ve yoksunluğu yaşayanlar, cinsel tercihleri nedeniyle ötekileştirilenlerden oluşmaktadır. Bu ittifak çerçevesinde hareket eden sosyalistler ile Kürt siyasal hareketini de unutmamak gerekiyor. Bu ittifakın mayasının oluşmasında Kemal Kılıçdaroğlu’nun katkısı da inkâr edilemez bir gerçekliktir.
Özellikle 6 Şubat Kahramanmaraş depreminden sonra bu hayatın böyle sürmemesi yönünde bir dip dalga ortaya çıkmıştır. Bu dip dalganın temelinde toplumsal yaşamda var oluşları kısıtlanmak istenen kadınlar ile giderek bir gelecekten mahrum bırakıldıklarını fark eden gençler var. Hukukun, adaletin, eşitliğin hayatın her alanına nüfuz etmesini isteyenlerden oluşmaktadır. İşte yeni zinde güçlerin bel kemiğini bu kesimler oluşturmaktadır. Büyük bölümü orta sınıfa mensup bu insanların farklı siyasal eğilim taşıması ortak noktalarda buluşmayacağı anlamına gelmiyor. Nitekim 28 Mayıs 2023 tarihinde (dün) yapılan seçimlerde kadın erkek demeden gençlerin müşahit, sandık kurulu üyesi olarak yer almaları da bunun bir örneğidir. Bu gençler herhangi bir ücret almadan üstelik oturdukları yerlerden çok uzaktaki yerlerde ulaşım ve yemek paralarını karşılayarak sonuçlar ortaya çıkana kadar etkin biçimde çalışmışlardır. Türkiye tarihinde bloklaşma siyasetinin yarattığı kutuplaşma sonucu ortaya çıkan durumdur bu. Yine 14 Mayıs seçimlerinde Türkiye genelinde Oy ve Ötesi’nin 70 bin olan gönüllü müşahit sayısı on gün gibi kısa sürede 200 bine ulaşmıştır. Bu toplumsal yapıda yeni arayışların göstergesidir.
Bugüne kadar apolitik davranan kesimlerin etkin yurttaş olarak hayatlarının öznesi haline gelmeye çalışmaları onları yeni zinde güç haline getirmektedir. Önce ötekileştirmeye karşı kendiliğinden ortaya çıkan süreç giderek örgütlenmenin bir araya gelmenin mücadele etmenin zorunluluğunu fark ettirmiştir. Orta ve çalışan sınıflar temelinde şekillenen yeni zinde güç, Türkiye’de demokrasinin olması gereken sivil bir gücüdür. Yeni zinde güç, seçim sonucundan etkilenip morallerini bozsa da yaşamın mücadele olduğunu, aşk acısı gibi bunun da geçeceğini öğrenecektir. Aslolan yaşamda sürekliliğidir. Yeni zinde güç de bunun giderek farkına varacaktır. Yaşam mücadeledir her yerde her zaman!