YENİ KENTLER İNŞA EDERKEN
6 Şubat 2023 saat 04.17’de meydana gelen ve 11 ili etkileyen deprem, kentlerdeki yapı stokunun ne kadar yetersiz olduğunu ortaya çıkardı.
Deprem sonrası bölgede yapılanları kısaca hatırlamakta yarar var: Yetkililerin açıkladığı verilere göre, 1 milyon 728 bin bina incelendi. Bunlardan 227 bin 27 binanın yıkılmış olduğu açıklanırken, acil yıkılacak ve ağır hasarlı olanlar da tespit edildi. Konut yapımına ilişkin sözleşme ilk olarak 21 Şubat’ta imzalandı. Gaziantep’te 4 bin 442 konut ve 400 köy evi, Adıyaman’da 854 konut ve 250 köy evi, Kilis’te 264, Hatay’da 296, Kahramanmaraş’ta 4 bin 590, Şanlıurfa’da 300, Malatya’da 2 bin 420 ve Osmaniye’de 50 olmak üzere 13 bin 866 konutun yapımına başlandı. 11 ilde iki ay içinde toplam 244 bin 343 konut ve köy eviyle birlikte 309 bin bağımsız bölümün yapımına başlanacağı açıklandı. Bu konutların toplam maliyetinin ise yaklaşık 194 milyar lira tutacağı belirtildi.
Türkiye’nin inşaat yapım sürecinde hızlı davranıldığı bilinen bir gerçek. Kısa sürede zeminin özelliğine bakılmaksızın konutlar inşa edilip bitiriliyor. Üstelik “dünyadaki cennet” diye de pazarlanabiliyor. Ancak bu hızın her zaman olumlu sonuç vermediğini ‘Maraş depremi’ ile hep beraber tanık olduk! Özellikle yerbilimciler tarafından iki yıl içinde yine 6 ve üzerindeki büyüklükte artçı depremlerin beklendiği açıklandığı halde, bu hızlı yapılaşma hiç rasyonel gelmiyor. Açıktır ki yine benzer sonuçlar doğuracaktır bu durum.
Bu, Türkiye’de değişmeyen “biz biliriz, biz yaparız” zihniyetidir. Yıllardır bu zihniyeti eleştirenler sonunda o zihniyetin uygulayıcısı haline geldiler. Maalesef kentleri sadece siteler yapmak olarak algılamaktadırlar. Şehir planlama ve zemin etütleri ise hiçe sayılmaktadır bu anlayışta. Oysa kentler planlanırken veya mekanlar oluşturulurken, insanların birbiriyle temaslarının olduğu, yaşamlarının birbirlerine dokunduğu alanlar olduğu göz önüne alınmalıdır. Bu alanlarda kendilerini yeniden gerçekleştirme olanakları da yaratılmalıdır. Her kentin kendine has ruhu, kokusu, sesi vardır sonuçta. Yoksa yan yana dizilmiş konutlar yapmak bir kent oluşturmadığı gibi kent bilinci de oluşturamaz.
Kent bilinci orada yaşayan insanların kültürel, tarihsel, sosyal anlayışıyla gelişir. Bu da ancak alt ve üst yapının düzenlenmesi ile mümkündür. Diğer yandan burada yaşayacak insanların yüreklerinde depremin sebep olduğu acıların izleri olacaktır. Bunların da dikkate alınması gerekir. Bu amaçla hafıza mekanları, anıtlar inşa edilerek o insanlara geçmiş anımsatılmalıdır.
Her kentin tarihten günümüze taşıdığı gelenekleri, kültürleri vardır. Bu kültürel yapı olmadan bir şehrin ruhundan bahsedilemez. Bu nedenle inşa edilecek şehirlerin kültürel dokusunun yeniden yaratılması elzemdir.
Kentlerin tarihsel sürekliliğinde gelenekle modernliğin bağdaştırılması, sentezi önem taşır. Sadece sağlam zemini var diye, konjonktürel dayatma ile -Cumhurbaşkanlığı seçimi, deprem sonrası evsiz kalan insanlar- çarçabuk kentler kurmak daha sonra başka sorunlar yaratacağı gibi hüsrana uğratan sonuçlara da yol açabilir.
Kentler sadece binalardan, donatı alanlarından oluşmaz. Kente ruhunu veren aynı zamanda insanlardır. Özellikle depremin olduğu bölgede birincil ilişkiler -kan bağına dayanan, aşiret vb.) hala önem taşımaktadır. İkincil ilişkileri oluşturabilecek üretim merkezlerinin kurulması da önem taşır. Kurulacak kentlerin üretim dinamikleri ve gelecekte nasıl konumlanması gerektiği üzerine planlama yapılmalı. Hayatın sürekliliği sağlanmalı. Ayrıcı, üretimi olmayan kentlerin hayalet yerleşim merkezlerine dönme riskleri de vardır. Bu yüzden alt ve üst yapı planlamasının ciddiyetle yapılması, uzmanlardan görüş alınarak şehir planlamasına gidilmesi izlenmesi gereken yoldur. Kent planlamacılarının, inşaat mühendislerinin, mimarların, jeologların, jeofizikçilerin vb. bu planlamada görev alması olmazsa olmazlardandır.
Kentlerde mekanlar, mahalleler oluştururken insanların talepleri dikkate alınmalıdır. Anadolu’nun çarşısı olmayan bir kenti yoktur. Çarşı insanların karşılaştıkları bir araya geldikleri, alış-veriş yaptıkları mekanlardır. Modern anlayışla yapılan sitelerde AVM’lerin bunun yeterince karşıladığı söylenemez. Anadolu kentlerinde geleneksel özellikleri taşıyan bu çarşıların yeniden yapılması zorunludur. Bunlar hem yerel kültürün sürdürülmesini hem de insanların damak zevkini korumalarının aracı olabilir. Tersine tutum kentlerin tek tip anlayışla birbirine benzer biçimde tepeden inmeci bir yaklaşımla dayatma ile yapılmasına yol açar.
İnsanların kentte eğlendikleri, zaman geçirdikleri mekanlar vardır. Bu mekanların da geçmiştekine benzer sıcak bir atmosfer yaratacak biçimde düşünülmesi gerekir. Yani sadece binaları yapmak “ruhsuz” bir ortam yaratmaktır.
bunun için yeni yapılacak kentlerin planlanmasında sosyologlara, antropologlara, sosyal psikologlara da ihtiyaç vardır. Pandemide de gördük, sosyal bilimciler kriz yönetiminde en son hatırlananlar oldu.
Yerel yönetim dinamikleri de hesaba katılmalıdır. Bölgede örgütlü toplumsal kesimlerin ihtiyaç ve talepleri dinlenmelidir. Yılların birikimi onların temsiliyeti üzerinden somutlaştırılmalıdır.
Bitlis’in çıkışında, Tatvan’da boş deprem evlerini görmüştüm. Hiç kimse taşınmamıştı. Nedenini sorunca öğrendim. Devlet kaynak ayırmış ama bölgenin kültürel dinamikleri dikkate alınmamış. Üstelik rüzgârda çatıları da uçmuş çoğu evin. Ankara’dan merkezi planla yapılan konutlara vatandaşlar gitmiyor. Çünkü bizzat alana inmeden yapılmış oluyor. Üstelik o insanlar şunu demişti: “Hepimiz büyük ve küçük hayvan besleriz. Ahır yapmamışlar. Biz nasıl geçineceğiz.” Devletin bütçeden kaynak ayırması önemli. Ama yeterli değil, kaynakların yerinde ihtiyaçlara uygun biçimde kullanılması gerekir.
İnsanların yeni kentlerde oluşturulacak mahallelerde farklılıklarla birlikte çoğulcu bir yaşam anlayışı gözetilerek kentler kurulmalı. Örneğin Hatay’ın ruhunu korumalıyız. O ruh, orada yaşayanların, onların temsilcilerinin, meslek örgütlerinin, kent hakkında sözü olanların dikkate alınmasından geçer. Dayatmacılık yerine katılımcılık tercih edilmeli ve uygulanmalıdır. Gerektiğinde insanlar bir yıl konteyner kentlerde yaşatılmalı ama oluşturulacak kentlerin onların iradeleri ve ihtiyaçlarının göz önüne alınarak yapıldığını vurgulamak önemli.
Bu tavır ise, bürokratların ya da yetkililerin aldığı kararların ne kadar demokrat ne kadar samimi ve yetkin olduğunun da göstergesi olacaktır. Yani ibrenin hangi yönde olacağını gösteren bir ölçüttür.
Kemal ASLAN/Haliç Üniversitesi Öğretim Üyesi