Coşkun KARTAL; DEPREM VE “SİVİL ÖNLEM” İHTİYACI

0

En azından çeyrek asırdan beri büyük bir depremin risklerine karşı uzmanlarca uyarılan İstanbul, 6.2 şiddetinde depremle sarsıldı.

Bir çok çevre ilden de hissedilen, canlı yayın yapan kanallardan izlenebilen deprem, bir kez daha gündemimizi sarstı.

İnsanlar sokaklarda. 

Okullar tatil edildi ve okul, cami, spor salonu gibi toplu kalınabilecek yerler, evine girmek istemeyen vatandaşların kullanımına açıldı.

Bilim insanları, jeologlar, sismologlar , her büyük depremde olduğu gibi en yüksek izlenme oranlarıyla görev başında.

Daha önce bin kere yaptıkları uyarıları bir kez daha yineliyorlar.

Bundan sonra olabilecek artçılardan söz ediyorlar, “beklenen büyük İstanbul depremi”nin şiddetini, gerçekleşebileceği zaman dilimini tahmin etmeye çalışıyorlar.

Doğal olarak kendilerini “nesnel olmaya” zorluyorlar. 

Bu yüzden, ağızlarından çıkan cümleler, büyük sayılabilecek bir depremin sarsıntısını henüz hissetmiş vatandaşların korkusunu iyice artırıyor.

Paranoya yaratıyor.

Oysa bilinir ki, bu tür toplumsal travma yaratan olayların içinden en az zararla çıkmanın yolu öncelikle soğukkanlı, sakin olmaktan geçer.

Toplumun içinde yaşayan, aklı selim hareket etme yeteneğine sahip, hatta lider yaradılışlı insanlara büyük görev düşer.

Önce ailesini, ardından yakın çevresini teskin etme, ardından birlikte davranabilmek, dayanışma içinde olabilmek için örgütlemek görevidir bu. 

Devletin ve belediyelerin resmi görevlilerinin zaman zaman eksik kalabileceği, bir yerlere yetişmekte zorlanabileceği düşünülerek düzgün insanlardan oluşan  mahalle komitelerinde bir araya gelme, birlikte çalışma görevi..

*        *         *

Aslında bu “örgütlenme” ihtiyacı, deprem konusuyla ilgili bilim insanları için de söz konusudur.

Zira, bilim insanlarının uzun araştırma ve çalışmalar sırasında birbirine pek uymayan, birbiriyle çelişen görüşlere sahip olmaları çok rastlanan bir durumdur.

Bu çelişkilerin ortak noktaya varması, bilimsel “tek” gerçekliğin ortaya çıkması için günler, haftalar süren çalışmalar-danışmalar yapılması gerekir. 

Aksi takdirde, her bilim insanı ulaştığı ilk sonuçları -bazen de meslektaşlarından hızlı davranmak için- yeterli sağlama olmaksızın ortaya atarsa yanılma olasılığı çok artabilir.

Eğer birden çok bilim insanı birden çok farklı görüş ve savlarla ortaya atılırsa, varılan sonuç toplumsal kafa karışıklığından başka bir şey olmaz.

Bu kafa karıştırıcı disiplin dışı davranışların önüne geçmenin yolu, meslek örgütlerinin belirleyeceği bir disiplin içinde, kimse kendiliğinden ortaya atılmadan olabilecek en doğru bulguları kamuoyuna duyurmaktır.

Tabii depremden yeni çıkmış insanların hiç olmazsa bir nefes almasına izin verip, serinkanlı ve yol gösterici ifadelerle konuşmak şartıyla. 

Zaten yaşanmakta olan paniği artırmadan, azalmasını sağlayacak bir güven vermek koşuluyla. 

*        *          *

Sıra geldi,  yıllardır ülkemizin, toplumsal yaşamımızın en “baş belası” olgusuna; sosyal medyaya!

İstanbul’da 6.2’lik deprem haberini duyduğumdan bu yana çeşitli sosyal medya platformlarını izliyorum.

Eminim, depremin korkusunu yüreğinde hissetmiş vatandaşlarımızdan bir çoğu da, “acaba yeni bir haber alabilir miyiz?” düşüncesiyle o platformlara bakıyor.

İyi niyetli paylaşımlar da var elbette.

Ancak, bazıları, “daha bu hiçbir şey değil, göreceksiniz “  benzeri laflarla adeta bilinçli provakasyon peşinde.

Neler yazılmıyor ki!

En çok da Kahramanmaraş merkezli depremlere gönderme yapılıyor, o zaman da bu tür “küçük” depremlerin sonradan büyük depreme dönüştüğü haber veriliyor.

Bunları yazanlar toplumdan hınç alıyor sanki.

Sanki, daha büyük depremleri “temenni ediyor” gibiler.

Bence asıl durdurulması, etkisiz kılınması gereken bu davranış biçimleri.

Durdurulması gereken derken, kesinlikle yasaklar konulmasını kastetmiyorum.

Çünkü elektronik medyaya, sosyal medya ağlarına getirilen yasaklar kolaylıkla aşılabiliyor zaten.

Bu kez de, daha zıvanadan çıkmış yorumlarla, dedikodularla, yalanlarla karşılaşmak olası.

Yani, bir nevi E-fısıltı gazetesinin devreye girmesinin yolu açılmış olur!

Bu durumlarda gözetilmesi, asla vazgeçilmemesi  gereken en önemli unsur, şeffaflık.

Kamu yöneticileri, hemşehrilerine her konuda doğru, açık ve net olduklarını gösteren güven duygusunu vermeliler.

Mahalle, hatta sokak bazında, büyük felaketlere karşı soğukkanlılıkla birlikte davranabilecek sivil örgütlenmeler geliştirilmeli.

Son olarak jeolojik gelişme ve sismik  beklentilerin “doğruya en yakın biçimde” öngörülerek hep birlikte halkın aydınlatılması için “bağımsız ve özerk”  çalışabilecek meslek örgütlenmesi gerçekleştirilmeli.

Tabii, şehircilik, yerleşim birimlerinin ıslahı, konutların yapı denetiminin sağlıklı yapılması, “çürük binaların” yıkılarak yenilenmesi, özellikle okullarda sık sık yapılacak deprem tatbikatlarıyla çocukların felaketlere karşı bilinçlendirilmesi devletin “olmazsa olmaz” görevleri arasında. 

Coşkun KARTAL