Hatice GÖRGEÇ; TİYATRODA DUYGULARIN POETİKASI OLARAK EKSPRESYONİST BEDEN

0

Ekspresyonizm, 20. yüzyılın başlarında sanat ve tiyatro dünyasında devrim yaratan bir akımdır. Bu akım, özellikle bireyin iç dünyasını ve duygularını dışavurum yoluyla ifade etmeyi hedeflemiştir. Tiyatro sahnesinde, bu anlayışın en belirgin unsurlarından biri “ekspresyonist beden” olarak öne çıkar. Ekspresyonist beden, oyuncunun fiziksel varlığını, duyguların ve düşüncelerin güçlü bir taşıyıcısı haline getirir.

Ekspresyonist beden, oyuncunun sadece kelimelerle değil, beden dili, jestler, mimikler ve hareketler aracılığıyla hikâyeyi aktarmasını ifade eder. Bu yaklaşımda, beden bir tür metafora dönüşür; yalnızca bir karakteri değil, aynı zamanda ruhî çatışmaları, toplumsal eleştiriyi ve evrensel insan deneyimini sahneye taşır.

Ekspresyonist tiyatroda, konular genelde makineleşmiş burjuva toplumunun içinde sistemin öğüttüğü bireylerin yıkımıyla oluşur. Burjuva düzenine karşı çıkan bireyler ve ortak hareket etme arzusu bir umut etrafında şekillenir ve dile gelir. Ancak bu sorunlar toplumsal gerçekçi bir yaklaşımla dile gelmez, odak merkezinde bireyin iç dünyası ve isyanları vardır. Oyuncu duygu ve düşüncelerini aktarırken grotesk ve stilize bir oyunculuk tarzını benimser. İç dünyasını sahneye aktarırken abartılı hareket ve jestlerden faydalanır. Böylece duyguların daha yoğun ve etkili olacağı düşünülür. Çünkü oyuncunun bedeni yalnızca fiziksel bir araç değil, aynı zamanda iç dünyadaki duygu ve çatışmaların yansıdığı bir aynadır.

Beden hareketleri çoğunlukla sembolik anlamlar taşır. Örneğin, sıkça tekrarlanan bir hareket, bir karakterin ruhsal sıkışmışlığını veya toplumsal baskıyı ifade edebilir. Mantıksal anlatım yerine, izleyiciye duygusal bir deneyim sunmayı hedefler. Bu yüzden hareketler, izleyicinin empati kurmasını kolaylaştırır.

Ekspresyonist beden, bir metni ya da bir hikâyeyi kelimelerden öte bir düzleme taşır. Örneğin, Alman ekspresyonizminin etkisi altında yazılmış ve sahnelenmiş oyunlarda, oyuncuların beden dili, dekor ve ışıkla birleşerek gerçeküstü bir atmosfer yaratır. Böylelikle seyirci, yalnızca bir olay örgüsüne tanıklık etmez, aynı zamanda karakterlerin duygusal ve ruhsal durumunu katman katman hisseder.

Genel yönleriyle ekspresyonist tiyatroda oyuncu, gerçekçi oyunculuk anlayışından uzaktır. Davranışlar gerçekçi detaylarla bilinçli olarak ilgili değildir. Oyuncu abartılı ve mekanik bir tutum sergiler.

Robert Wilson’un “Hamlet: A Monologue” adlı çalışması bu yaklaşıma iyi bir örnek olarak öne çıkabilir. Bu prodüksiyonda, Wilson, Hamlet’in hikâyesini bir monolog olarak kurgularken bedenin rolünü merkezi bir anlatım aracı olarak kullanır. Oyuncunun jestleri, hareketleri ve duruşu, Hamlet’in çatışmalarını ve iç dünyadaki karmaşasını izleyiciye aktarmanın temel yollarından biri haline gelir. Wilson, mekânda minimalist bir tasarım kullanırken, oyuncunun bedenini ışık ve müzikle destekleyerek neredeyse şiirsel bir sahne dili oluşturur.

Örneğin, Hamlet’in “Olmak ya da olmamak” repliği, klâsik tiyatroda genellikle sözlere odaklanarak sunulurken, bu prodüksiyonda oyuncunun vücut hareketleri ve jestleri ile çok daha derin bir duygusal boyuta ulaşır. Beden dili, Hamlet’in kararsızlığını ve varoluş sorgusunu abartılı ama bir o kadar da etkileyici bir şekilde ifade eder.

Ekspresyonist anlayış, tiyatro sanatında bir anlatı aracı olmaktan çok daha fazlasıdır. Hem izleyiciye düşle birlikte bir duygusal deneyim sunar hem de oyuncuya kendi bedenini ifade aracı olarak kullanma özgürlüğü tanır. Ekspresyonist beden, günümüzde de çağdaş tiyatroya ilham vermektedir. Fiziksel tiyatro, dans tiyatrosu ve performans sanatı gibi disiplinlerde bu yaklaşımın etkileri açıkça görülür. Özellikle minimalist ve soyut sahne tasarımları, rüya atmosferleri ve yoğun beden kullanımıyla öne çıkan oyunlar, ekspresyonist bedenin mirasını yaşatmaktadır. 

Hatice GÖRGEÇ