Edebiyatçıların can yoldaşı pisicanlardan söz ediyordum son olarak. Doğal olarak hemen değerli edebiyatçılarımız, yazarlarımız yazarken yanlarında şekerleme yapan ponçikler gözümüzün önüne geliyor. Büyük ustalar Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tomris Uyar, Orhan Veli Kanık, Peyami Safa, Metin Altıok, saymakla bitmez, yazarken yanlarında tatlı tatlı mırlayan bu veletler canlanıyor hayalimizde.

Madalyonun diğer yüzü de var. Bu tüylülerin günü gününe, saati saatine uymaz ki… Onların da bir eşref saati oluyor. Sinirlenince kol cırmıklayan, hafif dişleyen asabi tüylüleri anlatmaya kıyamamış insaflı usta kalemler. Aslında gerçekçi olmak iyidir. Zaman zaman bunların vukuatlarından en az beş bölümlük Müge Anlı programı mağduriyetleri çıkar.

Zerrin’in dramı.
Halid Ziya Uşaklıgil, “Bu mini yaratığın eşsiz bir sanat duygusuna sahip olduğuna inanmıştım.” diyerek ifade ediyor minnoşunu. Ne kadar zarif.
Ne var ki, Uşaklıgil sokak kedisi Zerrin’i anlattığı öyküsünde kedi evden kaçıyor ve döndüğünde onu eve almıyor. Bu ne yaman çelişki annem diyesim geliyor.

Samipaşazade Sezai’nin kedilerle ilgili bir hikayesi ise şöyle; evin hanımı kedilere çok düşkündür. Tüylülerden şikayetçi olan kocası ise evden kedileri kovmasını ister. Karısı “Sen memnun ol ki, ben kedileri seviyorum. Ya bunlar yerine herifleri sevsem… “ deyince kıyamet kopar. Adamcağız konuyu ‘Ya kediler, ya ben’ noktasına getirince kadın kedileri seçer. Gidecek yeri olmayan koca yatak odasına çıkıp Hülya Koçyiğit gibi yatağa verev uzanıp hıçkırıklara boğulur. Karısı kapıyı açıp girer ve “Bu kadar haykırarak ağlama, kedilerimi korkutacaksın” der. Hatun hem kedisever ama aynı zamanda kocasavar.
Tevfik Fikret, kedisi Zerrişte için birçok şiir yazmış. Hatta onu kadınlara benzetiyor. Zerrişte, hırçın ve anında tırnaklarını gösteriyor. Yazarın samimi davrandığını söylemek mümkün.
Sokak macerası.

Orhan Veli’nin, Erol Güney’in kedisinin hamileliğiyle ilgili şiiri, kedi ahalisinin genel eğilimiyle örtüşüyor. Evden kaçmış ve geriye hamile dönmüş. Doğum kontrolü düşünecek olan o değil, sahibiydi tabii.
“Çıkar mısın bahar günü sokağa / İşte böyle olursun / Böyle yattığın yerde /
Düşünür düşünür / Durursun…”
Başka ne yapacaktı ki garibim? Doğasını yaşamış.
Oktay Akbal, kedilerin ayrıldıkları eve geri dönmelerini, onların kişilikli olduğunun göstergesi olarak anlatıyor. Bu arada biraz ego sahibi olduklarını söylemekten de geri durmuyor.
Kedileri Gülüver öldüğünde Turgut Uyar’la birlikte Cumhuriyet gazetesine ilan veren Tomris Uyar, ifadesiyle insanın içini ısıtıyor; “Çocukluktan bu yaşıma kadar içli dışlı olduğum kediler bana değişik sevgi türlerini öğrettiler.”

Bu kedi milleti, edebiyat işçilerinin yüreğini iyice yumuşatıyor kanımca. Sırnaşarak veya asabileşerek. Kitaplık raflarına bayılırlar. Oradan oraya yer değiştirip en üste çıkarlar. Maksat durumu gözlem altına almak, yazar kişisini kontrol etmek. Bu sırada uyukluyor izlenimi verebilirler. Yazar kitabını okurken veya yazarken nereden süzülüp taciz edeceğini planlıyor olabilir. Amacına ulaşamazsa kitapları aşağı atmak da kıskançlığının eseri olabilir.

Sadece bizde mi? Yabancı edebiyatçıların sevdiceklerini de es geçmeyelim. Sylvia Plath’ın kedisi Daddy, Hermann Hesse’ninki Narciss, Edgar Allan Poe’nun Catterina, Haruki Murakami’nin Kafka, Jean Paul Sartre’ın Nothing ve Samuel Beckett’in Murphy & Watt adında kedileri olmuş zamanında. Onların anektodları da konumuz olacak.

Kedisi olan yazar çok. Bu yüzden romanlarda, şiirlerde rol alan kedi de çok. Yazarın gözlem yeteneği de kolayca devreye giriveriyor. Onlarla yaşamı paylaşmak ne güzel.
Füsun ALTINOK
Önceki Bölüm