Dominik Moll’un Sadece Hayvanlar (Seules les bêtes) filmi, karla kaplı bir Fransız köyünde başlar. Kar, sokakları bir kefen gibi örter, sırları gömer ama insan özlemlerini saklayamaz. Bir kadının kaybolmasıyla başlayan film, ilk bakışta bir polisiye gibi görünse de, aslında insan doğasının acımasız bir çözümlemesini yapar.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0012-752x1024.jpg)
Filmin adı, insanın en temel güdülerine bir göndermedir. Uygarlığın maskeleri düştüğünde, geriye ne kalır? Sadece Hayvanlar… Açlık, hayatta kalma dürtüsü ve kandırılmaya açık ruhlar… Karakterler de filmde, mantıkla değil, hayatta kalma içgüdüsüyle hareket ederler. Kışın ortasında yiyecek arayan hayvanlar gibi, duygusal açlık içinde yanlış seçimler yapar, kendilerini bile bile kandırırlar. Çünkü yalnızlık, kaçamayacakları kadar acımasız bir avcı gibi peşlerindedir.
Makinenin İçindeki Hayalet
Filmdeki karakterlerden biri olan Michel, sessiz ve içine kapanık bir adamdır. Sevgisiz bir evlilikte, tekdüze bir çiftçi hayatı sürmektedir. Kendi yalnızlığında kaybolmuşken, dijital dünyanın soğuk ekranında bir sıcaklık bulur: Amandine. Ama gerçek şu ki, Amandine aslında yoktur. O, Michel’in varlığını hissetmek için gönderdiği mesajların, paraların ve hayallerin toplamından ibarettir.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0004.jpg)
Polis, Michel’i dolandırıldığını öğrenince bilgilendirir. Yazıştığı kişi, aslında Fildişi Sahili’nde yaşayan genç bir Afrikalı erkek olan Armand’dır. Michel’in öfkesi ve hayal kırıklığı öyle büyüktür ki, sadece gerçeği kabul etmekle yetinmez. Armand’ı bizzat bulmak için Afrika’ya gider.. Sokaklarda Armand’ı takip eder, yüzleşmek için fırsat kollar. Ancak yumruklar veya sert sözler yerine, içinde biriken en ağır soruyu sorar: “Neden o? Neden ben?”
Filmin en dokunaklı sahnesi, Michel’in otel odasında yaşanır. Armand’la yüzleşmiş, gerçeği tüm çıplaklığıyla görmüştür. Ancak Armand, sahte “Amandine” hesabından son bir hamle yapar. Ekranda tek bir mesaj belirir: “Orada mısın?”
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0003-768x1024.jpg)
Michel artık gerçeği biliyordur. O güzel kızın fotoğrafıyla büyülenen kalbi, karşısındaki kişinin yalnızca bir dolandırıcı olduğunu anlamıştır. Fakat parmakları tereddütle de olsa klavyeye uzanır. Ve eskiden olduğu gibi yazar: “Evet, aşkım.”
Bu bir inkâr değil, bir teslimiyettir. Michel, gerçeğin soğuk ve acımasız boşluğunda kaybolmaktansa, bir yalanın sıcak gölgesine sığınmayı seçer. Çünkü bazen, bir hayalet bile insanı terk etmez—en azından, ona cevap verir.
Lacan, Barthes ve Romantik Dolandırıcılığın Psikolojisi
Filmin kritik bir sahnesinde Armand, çevrimiçi aşk dolandırıcılığını kusursuzlaştırmak için bir medyumun kapısını çalar. Medyum, ona Jacques Lacan’ın ünlü sözünü hatırlatır: “Aşk, sahip olmadığınız bir şeyi, onu istemeyen birine vermektir.”
Bu paradoksal cümle, çiftçi Michel’i tuzağa düşüren dolandırıcılığın görünmez mantığına dönüşür. Dolandırıcı, insanların en derin arzularını —sevgi, ilgi ve bağlılık— sunuyormuş gibi yapar, ama gerçekte hiçbir şey vermez. Kurban ise, bu yanılsamaya o kadar tutunur ki, şüphelense bile, hatta gerçeği bilse bile, sahte duygunun içinde kalmayı seçer. Çünkü gerçeğin sunduğu tek alternatif, çok daha acı vericidir: sevilmemek, fark edilmemek, bütünüyle yalnız olmak.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0011-673x1024.jpg)
Roland Barthes, Bir Aşk Söyleminden Parçalar adlı kitabında, aşkı, aşığın kendi içinde kurduğu büyük bir anlatının parçaları olarak tanımlar. Bu anlatı, içsel çalkantılar, mesajlar ve gelip geçici işaretlerden oluşur. Ona göre aşk, yalnızca bir başkasına duyulan hislerden ibaret değildir; daha çok aşkın diliyle, onun nasıl ifade edildiğiyle ilgilidir.
Michel’in Amandine’e aslında gerçekten aşık olmamasının nedeni de budur. Çünkü Amandine, Michel’in gözünde bir insan değil, aşkın dilini oluşturan unsurların –yanılsamaların, beklenen mesajların, arzulanma hissinin– bir temsilidir. Tıpkı Barthes’ın tarif ettiği diğer aşıklar gibi Michel de hep “beklemiştir”. Aşk, onun için bir eyleme dönüşmemiş, sürekli ertelenen bir özlem olarak kalmıştır. Peki bu bekleyiş sona erip yanılsama dağıldığında geriye ne kalır? İki seçenek: Ya boşluğun soğuk gerçekliğini kabullenmek ya da yeni bir hayal inşa ederek fanteziyi sürdürmek.
Hayır, Brad Pitt Sana Aşık Değil!
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0005-1024x576.jpg)
Michel’in hikâyesi kurgu olabilir, ancak onu aldatılmaya sürükleyen sevilme açlığı korkutucu derecede gerçek. Geçtiğimiz günlerde, 53 yaşındaki Fransız iç mimar Anne’in, kendisini Brad Pitt olarak tanıtan dolandırıcılara inanarak 830 bin Euro kaybettiği haberleri uluslararası basında yankı uyandırdı.
Her şey, “Brad Pitt’in annesi” olduğunu iddia eden sahte bir hesabın Instagram üzerinden Anne ile iletişime geçmesiyle başladı. Ardından, yapay zekâ ile üretilmiş Brad Pitt fotoğrafları ve “Brad”den gelen sesli mesajlar gönderildi. Dolandırıcılar, ünlü aktörün böbrek kanseri olduğunu, acilen ameliyat parası gerektiğini ve Angelina Jolie ile boşanma sürecinde olduğu için banka hesaplarının dondurulduğunu iddia ettiler.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0009-1024x537.jpg)
Anne başlangıçta şüphelendi, ama yine de parayı gönderdi. Üstelik, zengin eşinden boşanarak aldığı tüm nafaka parasını da dolandırıcılara kaptırdı. Neden böyle davrandığını, Fransız televizyon programı Sept à Huit’te şu sözlerle açıkladı:“Bunun sahte olabileceğini biliyordum. Ama inanmak istedim. Görüldüğümü hissetmeye ihtiyacım vardı.”
Barthes bunu anlayacaktır. Bir Aşığın Söylemi’nde aşkın halüsinasyonundan, aşığın arzularını boş bir ekrana yansıtma biçiminden bahseder. Anne de, Michel gibi, bir insana aşık olmadı. Aşık olma fikrine aşık oldu. Ve yalnızlığın salgın olduğu bir dünyada, yalan ne kadar tatlı olursa, inanması da o kadar kolay olur.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0016-1024x1024.jpg)
Sevgililer Gününde Gerçek Aşk mı Dijital İllüzyon mu?
Sevgililer Gününde her yer, aşkın kutlandığını ilan eden mesajlarla dolu: Kalp şeklinde çikolatalar, çiçekler, romantik yemekler, sevgiliye hediyeler…Sevgiyi onaylamak için sonsuz bir hediye geçidi. Ancak bu gösterinin altında şu soruyu sormak gerekir: Kaçımız gerçekten seviliyoruz? Kaçımız, Anne veya Michel gibi, sevilme arzusuyla aslında bir yanılsamanın peşinden gidiyoruz? Yalnızlığa mahkum olmaktansa, bir yalanın içinde kaybolmayı tercih ediyoruz?
Dijital çağda aşk hem her yerde mevcut hem de yakalanması zor. Aşkın dokusu yeniden şekilleniyor; artık samimi, kendiliğinden gelişen bir yolculuk değil, görünürlük, etkileşim ve bağlılığın dijital kanıtı ile ölçülen bir performans.
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0017-811x1024.jpg)
Belki de en tedirgin edici gelişme, artık aşkın kendisini değil, sevilme imgesini arzuluyor olmamızdır. Barthes, Bir Aşığın Söylemi’nde bu paradoksu yakalar: aşık durmaksızın işaretleri deşifre eder, her bakışta, her mesajda, her sessizlikte bir anlam arar. Dijital alanda bu yorumlama daha da saplantılı hale gelir – her geciken metin, her değişen durum, her çift dokunuş çözülmesi gereken bir koddur. Peki ya analiz ettiğimiz işaretler boşsa? Ya arzu edilir görünme çabamız, bizi ham ve filtresiz haliyle sevebilme yetimizden mahrum bıraktıysa?
![](https://www.kentekrani.com/wp-content/uploads/2025/02/IMG-20250213-WA0019-820x1024.jpg)
Ve en önemlisi: Gerçek aşkı ararken, bizi kandıran başkaları mı, yoksa kendi arzularımız mı? Ve hâlâ gerçeği yalana tercih edecek kadar insan mıyız?
Derya ULUSOY