Site icon Kent Ekranı

İsmet HERGÜNŞEN; Hukukta şüpheye yer yoktur

Hümanist Psikolog Rollo May, ¨Yaratma Cesareti¨ adlı kitabında cesareti şöyle tanımlamıştır:

¨Cesaret, tüm erdemlerin ve kişi değerlerinin altında yatan ve onlara gerçeklik kazandıran temeldir. Cesaret olmaksızın sevgimiz salt bağımlılık olarak solar. Cesaret olmaksızın sadakatimiz uyumculuk halini alır…¨

Teğmenler olayının; birkaç cesaret sahibi iyi adam tarafından, evrensel hukuk ve insanlığın büyük mücadelelerle kazandığı değerler kültürü bağlamında, olumlu sonuçlanacağını düşünenlerden biriydim; ama olmadı.

Beşi teğmen olmak üzere sekiz subay, dost ateşine maruz bırakılarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ni hedef alanların yarattığı algılara kurban edildi. 

İlgili makamlar tarafsız olması gerekirken, ¨ihsas-ı rey niteliğinde menfi açıklamalar olumsuz sonucun bir başlangıcıydı.

Sıralı amirleri tarafından özenle yetiştirilen bu teğmenler kimdi?

Harbiyeli olmanın onurunu ve gururunu bilen, toplumdaki yerinin farkında olan, iyi bir subay olmanın çok önemli olduğunu anlayan gençlerdi.

Atatürk’ün okuduğu Harbiye’de her 13 Mart gününde, ¨1283 numarası¨ seslenildiğinde ¨İçimizde¨ diyerek ayağa kalkan bir ruhla yetiştirilen gençlerdi. 

Mustafa Kemal’in ¨Kumandanla Hasbihal ve Nutuk¨, Sun Tzu’nun ¨Savaş Sanatı¨ ve Clausewitz’in ¨Savaş Üzerine¨ kitaplarını ellerinden düşürmeyen gençlerdi. 

Anayasa, İç Hizmet Kanunu ve Askeri Ceza Kanunu’nu bir hukukçu kadar bilen, ebedi başkomutanları Mustafa Kemal Atatürk olan gençlerdi.

Andımız ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ile yurtseverlikleri şekillenen, engin kültürleri, üstün muhakeme yetenekleri, tartışılmaz hitabetleri ve meselelere olan ilgileri devletin en üst kademesinde dahi karşılık bulan gençlerdi. 

Devlet ricalinin ayrılışını müteakip, geleneksel hale gelmiş olan kâh kılıç çatma kâh şapka atma ile gerçekleştirilen olayın neresinde suç unsuru vardı?

Ahde vefa, cesaret, onur ve sonsuza kadar sürecek silah arkadaşlığında mı? 

¨Mustafa Kemal’in askerleriyiz¨ söyleminde mi?

Dosta güven, düşmana korku veren birkaç yıl öncesine kadar okunan şu yemin metninde mi?

¨ Ant içeriz ki laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk Ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır. Bizler Türk istikbalinin evlatlarıyız. Şerefimizle doğduk, şerefimizle yaşayacağız. Ne mutlu Türküm diyene! ¨

MSB, ihraçlar için şu notu düşmüş:

¨Önceliği müesses disiplinin muhafazası ve idamesi olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nde disipline aykırı hiçbir eylem, olay ve duruma müsamaha gösterilmeyeceğinden en ufak bir şüphe duyulmamalıdır. ¨

Her olumsuzluğu suç olarak görmek, her durum ve davranışa gerekçe bulmak zorunluluğu varmışçasına hareket etmek, akıl ve vicdan sahibi insanları tatmin etmemiştir. 

Yukarıdaki açıklamayı yapanların, bunun farkında oldukları şüphe götürmez bir gerçektir.

Kara Kuvvetleri Komutanlığı Yüksek Disiplin Kurulu’nun vermiş olduğu karar, sadece vicdanları sarsmakla kalmamış; hukuk sistemimiz içerisinde yeri her daim tartışılsa da Askeri Yargı’nın önemini bir kez daha ortaya koymuştur.

Zaman aslında her şeyin ilacıdır; umuttur zaman. Geçmiş, bu an ve gelecektir esas olan.

Bu kez, unutulmayacak ve zamanın acımasızlığına terk edilmeyecektir.

Anneler, babalar, kardeşler, arkadaşlar, sayısız insan ve adalet savunucuları çırpınmaya devam edeceklerdir.

Zor günlerde uzatılan bir el ve gösterilen dayanışma, kadir kıymet bilen beş teğmen ve onların sıralı amirlerince de unutulmayacaktır.

Bireyin yaşama imkânlarını gözetmeyen bozuk düzenin ve toplumsal dayatmaların, onu nasıl bir girdaba sürükleyip ezdiğini konu alan ¨Suç ve Ceza¨ romanında Dostoyevski şöyle der:

“Her şey insanın içinde yaşadığı ortama bağlıdır. Her şeyi belirleyen çevredir. İnsansa bir hiçtir.” 

Sene 1866… Ve sene 2025… Nereden nereye…

Son sözse; Adalet dağıtmayan kanun, kanun değildir, Augustinus

İsmet HERGÜNŞEN

Exit mobile version