İkinci başkanlık dönemine başlayan Donald Trump’ın yemin töreni, Davos Forumu söylemleri, basına verdiği demeçler ve ilk uygulamaları dünyanın bir numaralı gündemini oluşturdu.
¨Altın Çağ¨ vadederek seçimi kazanan başkanın dış politika açıklamalarının genel kabul görmesi beklenemez.
Nitekim, ilk ciddi tepkiler Danimarka Milletvekili ve Kolombiya’dan geldi.
Tam bağımsızlık içeren tepkilerden umulur ki dünyanın geri kalan ülkeleri dersler çıkartarak, emrivakileri kabul etmeyeceğini gösterir.
ABD siyasetinin Ortadoğu’ya, İsrail ve enerji kaynakları bağlamında ilgi duyması hayatın olağan akışına uygundur.
Bir diğer önemli neden, Filistinlilerin Arap ülkeleri içerisinde asimilasyona tabi tutularak tarihi varlıklarının sonlandırılması ve böylelikle Ortadoğu’ya barış ve istikrarın gelebileceği düşüncesidir.
İsrail ve Hamas arasındaki ateşkesi sahiplenen Trump’ın, Filistinlileri Ürdün ve Mısır’a göndermeyi içeren ¨Gazze Planı’na¨ ciddi tepkinin iki devletli politikayı savunan BM’den gelmesi olumludur; ancak her zaman olduğu gibi Arap Dünyası’nın sessizliği dikkat çekicidir.
Dünyanın 1 numarasının izlediği politikalardan keskin dönüşler yapması, kendine düşman kazandırmaktan başka bir şeye yaramadığı gibi sorunları Arap saçına döndürmektedir.
Trump’ın o dönemdeki önerilerini anımsamakta yarar vardır:
Kudüs bölünmemiş bir şekilde İsrail’in başkenti olacak.
ABD, planın kavramsal haritasında İsrail’e ait olması öngörülen toprakları tanıyacak.
İsrail bazı ödünler verecek.
Filistin toprakları iki katına çıkacak. Kurulacak Filistin devletinin başkenti Doğu Kudüs olacak ve ABD burada büyükelçilik açacak.
Plana göre hiçbir İsrailli ya da Filistinli yerlerinden edilmeyecek.
İsrail, Ürdün Kralı ile birlikte çalışarak Mescid-i Aksa ve Harem-ül Şerif gibi kutsal yerlerin mevcut durumunun korunmasını sağlayacak.
Filistinlilere verilen topraklara 4 yıl boyunca dokunulmayacak.
Bu süreçte Filistinliler, İsrail ile müzakere edecek ve bağımsız devlet olmak için planda koşulan şartları yerine getirecek.
O günden bugüne gelişme kaydedilmediği gibi durum daha vahim bir hal almıştır.
TBMM’de konuşturulan, Filistinlileri birleştirmesi öngörülen Mahmud Abbas’ı şu sıralarda gören duyan var mıdır? Bilmiyorum ama bir ulusu yok olma eşiğine getiren söz, o günlerde kendi yönetiminde bulunan Batı Şeria’dan gelmişti:
İmza koysa da koymasa da Arap Ülkelerinin tümü, ¨Yüzyılın Antlaşması¨ diye nitelendirilen ¨İbrahim Antlaşmaları¨nın esiri olmuş ya da kendi koltuklarını koruma derdindedir.
Görülen o dur ki Filistinliler bir kez daha kendi kaderine terk edilmiştir.
Gazze Savaşı ile başlayan krizi Batı Şeria ve Golan ötelerine taşıma becerisi gösteren İsrail; Lübnan, Suriye ve kendi coğrafyası arasındaki üçgende askeri ve politik bir kazanım elde etmiş durumdadır.
BM destekli Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin tutuklama kararı varken, ABD yeni yönetiminin İsrail Başbakanı’nı davet etmesi, geçmiş dönemin Dışişleri Bakanı’nın ilk İsrail ziyaretindeki söylemi akıllara getiriyor.
“Bugün sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil, bir Yahudi olarak da buradayım.”
ABD’nin çabaları sadece İsrail’in güvenliği için değil, aynı zamanda Ermenistan’ın güvenliğinin de yer aldığı; bu iki ülke arasında kurulacak paravan devletler vasıtasıyla Avrasya, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol etme isteğidir.
Ukrayna Savaşı nedeniyle Rusya Federasyonu’nun etkisizliği ve Çin’in kayıtsızlığı göz önüne alındığında ABD; Atlantik savunmasını Akdeniz koridoruyla Pasifik’e bağlayarak Hint Okyanusu ve Afrika ile çevreleyebilecektir.
İlk dönemine göre daha gri bir dünya ile karşılaşan Trump, tarihin altın sayfalarında yer almak istiyorsa daha yapıcı, birleştirici ve barışçıl dil kullanımını tercih etmelidir.
Aksi takdirde, onun da diğerleri gibi kubbede hoş bir seda bırakması söz konusu olmayacaktır.
Son sözse; ¨Karanlık cömerttir, sabır hep kazandırır. ¨
İsmet HERGÜNŞEN