Dünyadaki en eski uygarlıkların izlerini taşıması nedeniyle Anadolu, insan toplulukları açısından oldukça zengin bir tarihe sahiptir.
Bu coğrafyada yapılan kazılar göstermiştir ki, Anadolu’yu yurt edinmiş Türklerin varlığı, Bizans Ordusu’nun Malazgirt’te yenilgiye uğratılmasından çok öncelere dayanmaktadır.
İstiklal Harbi’nin zaferle sonuçlanması neticesinde, dönemin güçlü devletleriyle imzalanan Lozan Barış Antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesidir.
Modern tarihin en önemli hukuki metinleri arasında sayılan bu antlaşma ile bugünkü sınırlar çizilmiş oldu.
Antlaşmada gündeme getirilen en önemli düzenlemelerden biri, azınlık haklarıyla ilgiliydi.
Türkiye’de yaşayan gayrimüslimler ¨azınlık¨ olarak tanımlanmış, Batı Trakya’daki Türk toplumu ise “azınlık” statüsüne alınmıştır.
Yeni Türk Devleti’nin ilk anayasası olma özelliğini taşıyan ve sonraki anayasal düzenlemelere temel oluşturan 1924 Anayasası, 20 Nisan’da kabul edilerek devletin yönetim biçimi oluşturulmuştur.
Bir asrı geçen süreçte, ülke güvenliğinin sağlanması ve üniter yapının korunması çerçevesinde, ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ¨Yurtta Barış, Dünyada Barış¨ felsefesi hâkim kılınmaya çalışılmıştır.
Mazide olduğu gibi günümüzde de, Türkler yalnızlığa sürüklenmek ve üzerlerinde baskı kurularak etkisiz hale getirilmek istenmektedir.
Asırlarca süren bu anlayış ve entrikalar, bugünde kesintisiz devam etmektedir.
Şunu herkes kabullenmelidir ki; bu yüzyılda da savaşmamızı zorunlu kılacak olaylara tanıklık ediyoruz:
Anayasal çerçeve dışında, etnik kökenler ve tarikatlar üzerinden siyaset yapılmaktadır.
Sığınmacı hareketlerine yeni boyutlar kazandırılmaktadır.
Sınırlarımızın hemen ötesinde üsler kurulmakta, ağır silahlar ve askerler konuşlandırılmaktadır.
Yine sınırlarımızın ötesinde, etnik ve mezhepsel temelli yeni devletçikler kurma çabalarına devam edilmektedir.
Beyin göçü özendirilmektedir.
Seçmen iradesini yok sayan milletvekillerinin parti değiştirmeleri, TBMM’nin itibarına gölge düşürmektedir.
Halkın alım gücü düşmekte ve itaate zorlanmaktadır.
Eğitim ve öğretimdeki kalitesizlik, günlük yaşamın bir parçasını oluşturmaktadır.
Ne zaman ki devlet idaresinde sorunlar artış göstermiş, Türkiye aleyhtarı devletler manevra alanını genişletme fırsatı bulmuştur.
Geçmişten gelen alışkanlıklarını sürdürmeye çalışan karanlık düşünceli ülkeler, yurt içindeki iş birlikçileri ve emrivakilerle hedeflerine ulaşabilecekleri yanılgısı içindedirler.
Emperyalizmin siyasal, sosyal, askeri ve ekonomik alanlarda yarattığı bu politikayı, sadece coğrafyanın bir tezahürü olarak görmek büyük bir hata olur.
Zihinlerin manipüle edilmesi yoluyla kamuoyu oluşturma çabalarındaki artış da dikkat çekicidir.
Bu yaşananlarda, sosyal medya merkezli psikolojik ortamın da azımsanmayacak bir etkisi vardır.
Tarihi biraz bilen ve coğrafyayı tanıyan her Türk, bu soruya kolayca cevap verebilir.
Gerçek nedenler, gaflet ve zaaftan istifade edilerek elde edilmeye çalışılan politik ve maddi çıkarlardır.
Batı’nın yerleşik işbirlikçileriyle oynadığı oyunlar, bu yüzyılda da sürecek gibi görünmektedir.
Bundan yüzyıl önce sahada başka aktörler vardı, şimdi ise farklıları devrede.
Küresel güçlerin izlediği politikaların yarattığı sorunlar ve halkımıza verdiği zararlar ortadayken, önceki politik ve askeri yanlışlıklardan ders çıkarılmalıdır.
Emperyalist saldırılara ve ihanetlere karşı, dünyada yaşanan değişim sürecini ölçülü ve doğru analiz etmek, ülkenin kuruluş felsefesi ve bekasına uygun politikalar üretmek zorunludur.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler, kendi çıkarlarına göre değil, anayasal ve yasal çerçevede hareket etmek zorunda olduklarını içselleştirmelidirler.
Son sözse; Oyun bittikten sonra tüm kuklalar sandığa konur.
İsmet HERGÜNŞEN