FERDİ TAYFUR’UN SANATINI “BİLE” ELEŞTİREMEME TRAJEDİSİ!

0

Arabesk müziğin en tanınmış isimlerinden biri olan Ferdi Tayfur, 79 yaşında aramızdan ayrıldı.

Ruhu şad, hayranlarının başı sağ olsun!

Kendisi, çoğu arabesk takılan benzeri bazı sanatçılar gibi toplumun en yoksul kesimlerinden gelmiş, genç yaşlarında inşaat işçiliğinden garsonluğa kadar işlerde çalışarak ekmeğini taştan çıkarmıştı.

1960’ların sonları ile 1970’lerin başlarında “patlama yapmış” olan Arabesk müzik sayesinde şöhret basamaklarını tırmanmıştı.

1950’lerdeki “küçük Amerika” olması rüyalarından “fırsatlar ülkesi” konumuna yükselen Türkiye’de eline geçen fırsatları “doğru” tercih, girişim ve ilişkileriyle değerlendirmeyi bilmişti.

 Arabesk’ten kazandıklarını yan işlerle takviye ederek  servete tahvil etmeyi de becermişti.

Hatta kendisinin de bizzat açıkladığı eğitimsizliğine karşın, ileri dönemlerinde yazın alanına da el atmış ; üzerinde ismi yazılı kitapların edebiyat dünyamıza katılmasıyla  sevenlerini gururlandırmıştı!

Hatta bir kitabında “babam beni okutsaydı asılırdım” diye yazmış, bu sözle ilgili bir soruya karşılık da “asılmak deyince aklıma Deniz Gezmiş, Erdal Eren geliyor!” diye ne demek istemediği pek de anlaşılamayan bir yanıt vermişti.

Adlarını andığı  Deniz ve Erdal gibi devrimci olabileceğini mi kastetmiş, yoksa “onlar gibi suç işleyip” cezalandırılabileceğini mi anlatmak istemişti, muğlaktı!

Ancak Yılmaz Güney’in oğlunun sünnet düğününde sanatçı ile çekilmiş bir fotoğrafını yayınlayanların kendisini “davaya ihanet”le suçladıklarını, ancak bu iddianın tekzip edildiğini söylemişti.

Sözünü ettiği dava, o dönemlerde ülkücü kesimin kullandığı bir deyimdi ve Ferdi Tayfur, davaya ihanet etmediğini söylüyordu.

Orhan Gencebay, Müslim Gürses ve  ülke sathını kaplayan türdeş sanatçılar ile birlikte temsilciliğini yaptığı arabesk müzik ise önceleri  özellikle eğitimli müzik insanları arasında büyük tartışmaların konusu olmuştu.

Başta pek de önemsenmeyen, aydın çevrelerde “yeterli eğitimi görmemiş insanların” oyalandıkları bir akım olarak küçümsenen türün, aslında tüm toplumsal alanları kuşatacak yeni bir kültür olduğu, 12 Eylülden ve popülizmin dibine vuran ANAP iktidarından sonra daha iyi anlaşılacaktı.

Özellikle Türk Sanat müziğinin tahtını yoksul halk kitleleri nezdinde sarsmaya başlamış, bundan dolayı TRT’den yayınlanmasının o dönem önüne geçilmişti.

Gerekçe, halkı karamsarlığa teşvik etmek gibi bir şeydi galiba!

Ancak arabesk, yalnızca “eğitimsiz” kesimlerin müziği olarak dışlanırken, yavaş yavaş daha eğitimli, üst düzey diye nitelenen insanlar arasında da yandaşlar bulmaya başlamıştı .

 Hatta eskinin bazı politik aktif delikanlıları bile  bu müzikte haksızlıklara isyan motifleri bulunduğundan söz ederek kulaklarını “o tarafa” yöneltmişti.

Dediğimiz gibi, mesele yalnızca müzikle sınırlı kalmamış, ünlenen şarkıcıların sevdalı, dalgın, hüzünlü bakışlarını halka daha iyi belletebilmek için sinema sektörü devreye sokulmuştu.

Giyim, kuşam, saç modeli, kamyon yazıları, konuşma tarzı, kendini jiletleyen çılgın gençler derken, arabesk’in bir toplumun niteliği haline dönüştüğü çok geç farkedilmişti.

Siyaset dünyası da “halkın ilgi duyduğu” akımların dışında kalmamış, 1980’lerde başlayan sanatçılara yönelik devlet ilgisi, arabesk yapan sanatçıları giderek daha çok kucaklar hale gelmişti.

Ferdi Tayfur, sevilen bir sanatçı olarak bütün bu nimetlerden nasibini almış, ancak Orhan Gencebay gibi yandaş bir siyasal figür haline gelmemişti.

Bundan dolayı, öldüğü zaman, böyle günlerde bile “toprağı bol olsun” ile “ateşi bol olsun” sözlerinin birbiriyle çatıştığı durumlar yaşanmamış; görüş bildiren herkes ondan iyi söz etmiş, anmak için sosyal medya platformlarında şarkılarını yayınlamıştı.

Ne var ki, “üzüntünün büyüklüğü” mü desek, bir şeylere bahane bulmaktan mı söz etsek, bazı trajikomik durumlar da yaşandı.

RTÜK başkanının ifadesiyle, Ferdi Tayfur hakkında kötü ifadeler kullanarak kamu vicdanını yaraladığı gerekçesiyle TELE1 televizyonunun sabah haber kuşağı hakkında soruşturma başlatılmıştı.

Soruşturma konusu edilen “ağır sözler” ise şöyleydi:

 “Ferdi Tayfur öldü, şimdi herkes övüyor.  Nasıl bir insandı, kişilik olarak bizi ilgilendirmiyor. Fakat sanatsal açıdan baktığınız zaman, berbattı. Ağlak bir arabesk yapan birisinden söz ediyoruz” şeklindeydi.

Artık kanal sosyal medya üzerinden nasıl bir trol saldırısıyla karşı karşıya kaldıysa, kanalın genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ, aynı akşam özür diler gibi bu sözlerin maksadı aştığını söyledi. 

Sunucu da twitter hesabından maksadı aştığını “itiraf etti” ve özür diledi!

Bunları anlayamadım, hatta komik buldum.

RTÜK’ün , bu sözlerle kamu vicdanının zedelenip zedelenmediğinin soruşturduğu haberleri ise bence trajik’ti.

Demokrasi açısından, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü açısından trajikti.

Demek ki, tam dört kez demokrasiye geçmemize rağmen Ferdi Tayfur’un “sanatını bile” eleştirecek “olgunluğa” ulaşamamıştık!

(Bu arada bir yeni haber:Medya dünyasında bunlar yaşanırken, Ferdi Tayfur’un  devasa olarak nitelenen servetinin mirasçıları arasında nasıl paylaşılacağının kavgaları başladı bile.

Daha mezarının toprağı bile kurumadan!

Coşkun KARTAL