Yeni Yılda Deleuze ile Ortadan Başlamak

0

Yeni yıl arifesi hepimize büyük hayaller kurma fırsatı sunar. Saat gece yarısını vurduğunda, yeni bir başlangıç yapacağımıza inanmak isteriz: Daha sağlıklı alışkanlıklar, daha güçlü ilişkiler, daha büyük başarılar… “Bu yıl farklı olacak,” deriz. Ancak haftalar geçtikçe hevesimiz söner, kararlarımız zayıflar ve kendimizi yine başladığımız noktada buluruz. Peki, neden değişmek bu kadar zor?

Gelin bu sorunun cevabını sanat ve felsefe tarihinde arayalım.

Felsefe Tarihinin En Hüzünlü Cümlesi

Arthur Schopenhauer’e göre: “Hayat, bir sarkaç gibi ıstırap ve can sıkıntısı arasında gidip gelir.”

Fransız filozof André Comte-Sponville, Schopenhauer’in bu ifadesini “felsefe tarihinin en hüzünlü cümlesi” olarak adlandırır. Çünkü Schopenhauer’in sarkaca benzettiği insan hayatı bir tatminsizlik döngüsünden ibarettir: İşsiz bir insan iş bulmayı hayal ederken, çalışan bir insan işin baskısından ve monotonluğundan şikayet eder. Bekarlar aşkı özlerken, ilişkide olanlar kendilerini kısıtlanmış hissederler. Bu sarkaç, insanlığın kaçınılmaz kaderi gibi görünür: Hep bir şey isteriz, ama istediğimizi elde ettiğimizde de mutlu olamayız.

Yeni yıl kararları da genellikle bu mücadeleyi yansıtır. Mesela yeni yılda spor salonuna gitmek için bir karar alırsınız. Birkaç hafta boyunca hedefinize ulaşmanın sizi nasıl daha sağlıklı ve mutlu yapacağını hayal ederek motive olursunuz. Ancak kısa süre sonra, bu size çok fazla gelir, çaba yorucu, ilerleme ise yavaştır ve başlangıçtaki heyecan azalır. Sonunda pes edersiniz – irade gücünüz olmadığı için değil, kararın kendisi özlem ve hayal kırıklığı sarkacı üzerine inşa edildiği için. Sorun sadece disiplin ya da motivasyon değil, değişime yaklaşım biçimimizdir.

Kırmızı Ayakkabıların Laneti:

Schopenhauer’in sarkacı, özlem ve hayal kırıklığı arasında sıkışmış bir yaşamın resmini çizer. Peki arzu tamamen kontrolü ele geçirdiğinde ve bizi bırakmayı reddettiğinde ne olur? Hans Christian Andersen’in Kırmızı Ayakkabılar masalının bu soruya verdiği yanıt epey karanlık.

Masalda genç bir kız olan Karen, güzellik, statü ve özgürlük özlemini simgeleyen bir çift kırmızı ayakkabıyı saplantı haline getirir. Ancak ayakkabıları giydiğinde, onu sonsuza dek dans etmeye zorlayan bir lanetin etkisi altına girer. Ne kadar durmak isterse istesin duramaz, dinlenemez ve kaçamaz. 

Kurtulmak için çaresiz kalan Karen, ayaklarını kesmesi için bir cellada yalvarır ve bunun lanetli ayakkabılarla olan bağını koparacağına inanır. Ancak ayakları kesildikten sonra bile ayakkabılar kendi başlarına dans etmeye devam ederek Karen’a kurtuluş şansı bırakmaz.

1948 yapımı film uyarlaması, aynı hikayeyi hırs ve sanatın ön plana çıktığı bale dünyasında yeniden canlandırır. Yetenekli bir balerin olan Vicky, Kırmızı Ayakkabılar masalına dayanan bir balede Karen rolünü üstlenir. Lanetli karakteri canlandırdığı nefes kesici performansı onu üne kavuşturur. Ancak, Vicky’nin özel hayatı çok geçmeden canlandırdığı karakterin trajedisini yansıtır. Bale topluluğunun otoriter yönetmeni, gerçek sanatsal büyüklüğün fedakarlık gerektirdiği konusunda ısrar ederek Vicky’den tam bir bağlılık talep eder. Ona aşktan ve evlilikten feragat ederek kendini tamamen baleye adaması için baskı yapar.

Filmin trajik doruk noktasında, Vicky’nin iç çatışması onu tüketir. İkonik kırmızı bale ayakkabılarını giyerek, performans öncesi sahneden kaçar ve kendini bir trenin önüne atar. Hırsının ve yükselişinin sembolü olan kırmızı ayakkabılar, sonunda yok oluşuna neden olur. Ölümü geride bir soru bırakır: Mükemmelliğin peşinde koşmanın gerçek bedeli nedir?

Deleuze ile Ortadan Başlamak

Gilles Deleuze

Schopenhauer tatminsizliğin kaçınılmazlığını, Kırmızı Ayakkabılar ise kontrolsüz arzunun ve mükemmeliyetçiliğin tehlikelerini gösterirken, Fransız filozof Gilles Deleuze bu döngüden kurtulmak için bir yol önerir.

Schopenhauer’in sarkacı, hayatı iki sabit nokta arasında tekrarlayan, doğrusal bir hareket olarak tanımlıyordu: acı ve can sıkıntısı. Sarkacın bir tarafında, sahip olmadığımız bir şeyin özlemini çekeriz ve bu özlem acı getirir. Diğer tarafta, arzuladığımız şeye ulaştığımızda, tatmin azalır ve bizi sıkılmış veya tatminsiz bırakır. Sarkaç, sürekli bir ileri bir geri sallanır ve bizi sonsuz bir tatminsizlik döngüsüne hapseder.

Schopenhauer’in Sarkacı

Ancak Deleuze’ün rizomu (Türkçe çevirisi; köksap) bu katı yapıdan kopar. Bir köksap, bazı bitkilerin kökleri gibi, doğrusal olarak büyümez; her yöne yayılarak karmaşık, birbirine bağlı yollar oluşturur. Deleuze’e göre yaşam, sabit bir döngüye ya da net bir başlangıç ve sona bağlı değildir. Kaotik, dinamik ve olasılıklarla doludur. Sarkacın sallanmasını beklemek veya başlamak için mükemmel bir an kollamak yerine, Deleuze “ortadan başlamamızı” önerir. Bu, hayatı tüm dağınıklığı ve kusurluluğuyla olduğu gibi kucaklamak ve kendimizi nerede bulursak bulalım, hemen şimdi harekete geçmek anlamına gelir.

Deleuze’ün rizom /köksapı

Yeni Bir Başlangıç: Büyük Sözler Yerine Küçük Adımlar

Schopenhauer’in sarkacı tatminsizliğin kaçınılmazlığını vurgularken, Deleuze’ün rizomu özgürleşmek için bir yol sunar. Sarkacın hareketi öngörülebilirdir, zıtlıklar arasında ileri geri sallanır, ancak köksap beklenmedik, dolambaçlı yollara ve her yönde büyümeye izin verir. Bizi kontrol veya mükemmellik ihtiyacından vazgeçmeye ve bunun yerine, ne kadar kusurlu olursa olsun, hareket ve değişim yaratan küçük, sürdürülebilir eylemlere odaklanmaya teşvik eder. Küçük adımlar büyük, ya hep ya hiç kararlarından daha anlamlıdır.

Örneğin, her gün bir saat yerine 10 dakika yazmak ya da “her gün” yerine “haftada birkaç gün” egzersiz yapmak.. Sigarayı bırakmak veya rejime başlamak için en uygun veya mükemmel anı beklemek yerine, elindeki sigarayı hemen söndürmek ve bir sonraki öğünü azaltmak…Bu küçük ve gerçekçi adımlar, zaman içinde daha büyük değişimlere yol açabilir.

Bu yıl kendinize daha nazik olun. Hayatın mükemmel olmasını beklemek yerine, içinde bulunduğunuz anı kucaklayın. Küçük başlayın, kusurlu başlayın, ama başlayın. Değişim, hayatın kaosuna hakim olmakla ilgili değildir; her seferinde bir adım atarak, tüm karmaşanın ortasında gene de ilerlemekle ilgilidir.

Ve belki de gerçek dönüşüm tam da burada başlar — büyük vaatlerde ya da kusursuz planlarda değil, hayatın kaosunun ortasında attığımız sessiz ve kusurlu adımlarda. Ne kadar küçük olursa olsun, bu adımlar sayesinde ilerleme gücünü yeniden bulmamızda…

Derya ULUSOY