Bir zamanlar, özellikle 1960’lı yıllarda lüfer avcılığında kardeşim ile birlikte Boğaz’da adımız çıkmış, balıkçılar ve komşularımız arasında âdeta şöhret olmuştuk…
Sandalımız Ayvansaraylı Süleyman Usta’nın özenerek imâl ettiği, İnebolu’nun kestane ağacından yapılmış, yarım aynalı, livarlı, fevkalâde dengeli Boğaz Tipi, 5 m boyunda bir balıkçı teknesiydi. Sandalımızın kıçına taktığımız Seagull marka 5 (HP) beygir gücündeki motorumuz sandalımıza iyi uyum sağlamış olduğundan balık avcılığımızda hiç bir zaman sorun yaratmaz, ağır yol, yarım yol gibi hız ayarlarımızı suların akıntısına göre rahatlıkla yapardık…
Balık avlanma teknikleri, Boğaz’ın avlak yerleri ve çeşitli takımların yapımında öncülerimiz, hocalarımız arasında Yeniköylü kıdemli balıkçılar ve Bebekli Fikret Nigâr Beyefendi en başta gelirdi…Özellikle muhtelif boylardaki, özel tasarımlı yerli/ithal kaşıklarla ve yeni avlanmış zargana yemleri takmış olduğumuz uzun oltalarla Yeniköy Çakarı civarında gündüzleri yaptığımız avlarda balığın bol olduğu günlerde sandalımız lebalep balıklarla dolar, biz de hem harçlığımızı doğrultur hem de konu komşuya, fakir fukaraya boy boy lüferler ikram ederdik…
Yeniköy Çakarı, Boğaz’ın karşılıklı iki yakasındaki Yeniköy ile Beykoz arasında 90 derecelik bir açıyla dönemeç yapan, ters akıntılı ve bol anaforlu bir konumunda bulunan, gemilerin seyir güvenliği yönünden dünyanın en riskli yerlerinden biri sayılan sığlık bir plato formasyonudur…Burası gençlik yıllarımda Boğaziçi’nde lüferlerin 4 mevsim en bol olduğu, yemlendiği, avlandığı özel bir bölge idi…
Buralarda 1960’lı yıllarda birkaç kez tanık olduğum müthiş bir doğa olayını aşağıda kısaca anlatmak istiyorum:
Bir Eylül sabahı gün ışımadan önce Çakar Feneri civarında oltalarımızı hazırlamış, motorun hızını ayarlamış, avcılığa başlamak üzereydik…
Yeniköy önlerindeki platonun dibine kadar sular pırıl pırıl berraktı, denizin içindeki en ufak cisimleri ve balıkların hareketlerini rahatlıkla izleyebiliyorduk…
Bir anda denizin orta sularında Beykoz tarafından Yeniköy açıklarına doğru yaklaşmakta olan yoğun torik ve palamut sürülerinin üzerine doğru Çakar Feneri çevresinde mevzilenen kofana ve lüfer gruplarının zıpkın hızıyla saldırıya geçtiklerini gördüm…
O anda farkına vardığım her balıkçının sıkça rastladığı canavar balıklardan lüferlerin sıradan saldırılarından biri olamazdı. Burada sözünü ettiğim deniz muharebelerinde belki onbinlerce torik ve palamutların oluşturduğu muazzam yoğunlukta sürülerin arasına ansızın dalan binlerce kofana ve lüferlerin saldırgan kıtalarının kapışmasını ve denizin göz alabildiğince geniş alanda bir kan akıntısı halinde akarken kızıla boyandığı müthiş bir doğa olayını anlatıyorum…
Kaşla göz arasında geçen bir sürede Çakar civarında denizin içi kıpkırmızı oluverdi…O zamanlar cep telefonları olmadığından bu görkemli doğa olayını maalesef görüntüleyemedik…
Bir süre sonra denizin yüzeyine çıkan, bedenlerinin çeşitli yerleri kopmuş, yaralı ve ölü torik ve iri palamutlardan yenebilecek durumda olanlarını kepçeyle toplamaya başladık…İri torikleri lâkerda malzemesi yaptık…
İlerleyen saatlerde canavar kofana ve iri lüferler karınlarını iyice doyurmuş olduklarından pek fazla av vermediler…
Lüferlerin canavarlıklarını bilirdik ama bu çapta bir olayı canlı olarak yaşamakla görgü ve bilgi dağarcığımız müthiş zenginleşti…
Hey gidi günler hey!..
Mehmet Cemal Beşkardeş