Naftalinli bir konu gibi gelmesin; İkinci Abdülhamit’in kedisinin adı Ağa Efendi’ymiş.
İsim de haşmetli ama değil mi? Hatta şöyle miyav derken dublaj sanatçısı İstemi Betil gibi kükrediğini hayal ediyor insan. İstemi bey, Kirk Douglas ve Anthony Quinn gibi ünlüleri seslendirirdi. Sultan kedisine öyle düşkünmüş ki, Ağa Efendi de bunun farkında tabii. Herkesin el pençe divan durduğu şahsiyet tarafından şımartılınca o da bunun keyfini çıkarırmış.
Sultan, kızıyla domino oynarken gelip taşları bozar, oyunun ortasına yatarmış. Mekan Yıldız Sarayı. Bembeyaz Ankara kedisine kim ne diyebilir? Koskoca Sultan hoşgörüyle tebessüm ettikten sonra… Ağa Efendi, eğer çatalla uzatılmazsa yemeği asla yemezmiş. Böyle de bir asillik. Abdülhamit’in kızı Ayşe Osmanoğlu anlatıyor bunları biyografi kitabında.
Sahibin ne iş yapıyor? Padişah! Oyyy, o ne karizmadır.
Osmanlı döneminde kedi nüfusu yoğunmuş. Ahşap binalarda fare popülasyonu çoğaldığından tüylüler de sokaklarda, evlerde özellikle besleniyorlarmış. Kuru mama, yaş mama, Whiskas neyin yok henüz. Evlerden, sofralardan artanlardan oluşuyormuş menüler. Bazı vakıflar, imarethaneler insanların yanı sıra kedi ve köpekleri de doyururlarmış. Bunları kasaplardan temin edenlere de “mancacı” deniyormuş.
Yüzyıllardır onlara başıboş hayvanlar gibi bakılmaması, ortaklaşa bakılan evcil hayvanlar olarak değerlendirilmeleri bu yüzden.
Miras bırakanlar.
Osmanlı’da sokak hayvanları için miras da bırakanlar da oluyormuş. Örneğin Koca Mustafa Paşa, İstanbul’da Şeyh Evhadüddin Tekkesi’ne kediler için günde iki sırık (etlerin sarıldığı bir tür uzun çubuk) ciğer verilmesini mirasında belirtmiş.
Halen İstanbul’da sokak kedileri için yuvarlak bir ifadeyle binlerce diyelim. Bir de evlerde bakılanlar var. O zaman rakam yükseliyor. Sonuçta kedilerin İstanbul’da insanlarla birlikte sürdürdükleri ortak hayatları var.
Sosyal medyanın bu yaşamların kalitesinin yükseltilmesinde önemli bir rolü var.
İstanbul’un pek çok semtinde yollarda kediler için su ve mama kapları konulduğu görünce seviniyorum. Bazı belediyelerin destekleriyle kedi evleri konulması da harika.
İyi güzel de, kentin tarihi dokusunda surlarda ortalıkta pek kedi yok niyeyse. Tarihsel bir korku kokusu mu duyuyorlar nedir, yaklaşmıyorlar. Yusf vaziyeti.
Bir de Kumkapı ve Samatya’nın kedileri niye yamuk yürüyorlar? Semtin şanından mı?
Ayrıcalıklıyız.
İstanbul’un pek çok yerinde; üniversite dersliklerinde, vapurda, otobüs koltuğunda, metroda sokak kedilerini görmek gayet sıradan hadise. Marmaray, metrobüs turnikelerine oturup kartını okutanları kontrol ediyormuş pozundaki pofuduklar gelen geçeni gülümsetiyor. Kediler, mega metropol İstanbul’un kültür mozaiğinin ayrılmaz parçası.
Beyazıt Kütüphanesi’nin diğer adı Kedili Kütüphane. Sayıları bazen 100’e yaklaşıyor bu entel tüylülerin.
Ayrıca açlıktan çöpe dalıp nasıl temizmiş gibi çıktıklarını anlamıyorum. Şahsen çöp konteynırına girsem Pasaklı Sally’den beter çıkarım.
Parkların tadını çıkaranlar onlar. Fenerbahçe Parkı, Maçka Parkı’nda kedi evleri var. Cihangir, Nişantaşı, Moda gibi semtlerde kedi evleri, mama ve su kapları var. Çay ve simit kadar İstanbullular. Adalar’ın, Tarlabaşı’nın, Boğaz’ın, camilerin kedilerinde ise sınıf farkını izlemek mümkün.
Bu kadar yoğun kedi nüfusu her ülkede yok. Latin Amerika’da, İtalya’da, Yunanistan’da, Endonezya, Malezya gibi yerlerde belli ölçüde var ama yine de bizde olduğu kadar iç içe bir yaşam yok. Ayrıcalıklıyız.
Yalnız iç içe yaşıyoruz, çok kedimiz var derken, kadın cinayetlerini, pik yapan suçları, sapıkları, hainleri gözardı etmeden bir rakamı hiç ama hiç unutmayalım. Sokakta yaşayan kedilerin ortalama yaşam süresi 1,5 yıl. Daha çok şefkate, merhamete, vicdana ihtiyaç var. Onlar İstanbulun sokak çocukları.
Füsun ALTINOK
Önceki Bölüm