Gün batıyordu ağır ağır Boğaz tepelerinde. Bütün günlerin, gecelerin diğerlerinden pek farkı yoktu Spiro için. Çünkü O’nun yaşamı karadaki sıradan insanlarınkinden çok farklıydı. O içinde telaşı, dışında koşuşturmayı yaşamıyordu diğerleri gibi. Ve hepsinden önemlisi, O sahtesiz, gerçek ve yalın bir yaşam sürmekteydi suların üzerinde…
Ekmeğini kazandığı su gibi, tuzlu suyun panzehiri gibi kapatıyordu acılarını kayığıyla her seferde ağır ağır rotasında. Akşam saatleri geceye doğru giderken duyguları sulara yansırdı titreyerek, yakamozlar gibi ışıl ışıl ama acı acı…
Balıktan dönen Memo’nun içinde tarifsiz bir sevinç vardı. Her şey güzel, deniz sakin, bulutlar kuzucuklar gibi, renkler daha bir coşkulu, çevresi rengârenk görünüyordu. Çocuksu bir keyif, buğulu bir pembelik içinde yüzüyordu. Sabırsızlıkla balıkların ayıklanıp pişirilmesini bekleyecek, sonra onları büyük sofrada ailece afiyetle yiyeceklerdi…
Kayıkhanedeki odasına giden Barba, çilingir sofrasını el çabukluğuyla hazırladıktan sonra önce rakısını kadehine doldurdu, sonra Çubuklu Suyu’nu su bardağına koydu. Bakkalın çırağının tam zamanında getirdiği buzlardan iki parçayı rakı kadehine attı. Artık taburesine oturup “taam etmeye” başlayabilirdi.
Tam o sırada yalının mutfağından börek gibi kızartılan izmaritlerle dolu bir tabak da geldikten sonra artık o akşamın ziyafeti önünde hazırdı.
Beyaz peynirini kesmek için baba yâdigarı kemik saplı bıçağını çıkardı. Her zamanki gibi çelik bıçağın keskinliğini işaret parmağının ucuyla yokladı.
Rakısından büyük bir yudum aldı, lezzetini layıkıyla tatmak için ağzında, genzinde gezdirdi ve usulca yutkundu. Mezelerini birer birer tatmaya başladı. Çirozları çiğnerken uskumruların, dereotunun, taş sızması zeytinyağının, üzüm sirkesinin nefis lezzetlerini damağında ayrı ayrı hissetti.
Mezelerini ve ikinci dublesini tam bitirmeden birden gözü önündeki duvarda asılı Saatli Maarif Takvimi’ne ilişti. Şaşkınlık ve hayretle bakarken adeta donup kaldı…Takvim yaprağını sabah erkenden koparmıştı ama fark edememişti o günün 24 Temmuz olduğunu…
Bugün biricik kızı Marika’sının hem doğum günüydü, hem de onun kaybolduğuna dair acı haberi aldığı günün yıldönümüydü. Kızının kara haberi doğum gününde gelmişti. Aradan tam 33 yıl geçmişti.
Üçüncü dubleden sonra gözlerinden süzülen damlaları bileklerinin tersiyle sildi. O da ne? Marika’sı en alımlı genç kız güzelliğiyle tam karşısında duruyordu. Onu kucaklamak için sofrasının üzerinden ileriye doğru hamle yaptı. Çilingir sofrasının bulunduğu tepsi, rakı şisesi ve su sürahisiyle birlikte büyük bir gürültü çıkartarak yere devrildi. Barba’nın boşlukta kalan kolları nedeniyle dengesini kaybeden yorgun bedeni kayıkhanenin yosun kokan zeminine upuzun uzanıverdi.
Spiro bir müddet kendinden geçmiş olarak yerde kaldı. Başı dönüyordu, vücudunu doğrultamıyordu. Yine de kafasını hafifçe kaldırarak Marika’sını etrafta aradı. Marika orada değildi. Gitmişti. Hiç geri dönmemek üzere gitmişti. Belli ki artık dünyada yapayalnız kalmaya mahkumdu. Bu acı gerçeği önünde sonunda kabullenmeye mecburdu…
Bütün çabalarına karşın nemli zeminden bir türlü tam kalkamadı. Kolları, bacakları ağrılar, sızılar içindeydi. Birden sağ kolunun yanı başında yerde duran baba yâdigarı kemik saplı keskin bıçağını gördü. Doğa ile sürdürdüğü çetin mücadelesinde O’nun sadık bir yakını, bir dostu idi o keskin bıçak. Güçlükle kemik sapını sağ eliyle kavradı…Bıçağın keskin kenarına baktı, baktı, baktı…Çektiği acılardan kurtulmanın zamanı şimdi gelmişti…
Sağ elinde sımsıkı tuttuğu bıçağı birden sol bileğinin atardamarına dayadı…Yaşam ile ölüm arasındaki ince çizgide gidip geldiği anda odanın kapısında bir kıpırtı duydu. Bıçağın keskin ağzıyla damarında küçük bir çizik attığında tepeden kendisine bakan minik Memo’nun iri siyah gözleriyle karşılaştı…Bıçağını yere bıraktı. Memo ihtiyar balıkçının yanına iyice yaklaştıktan sonra:
“Aaa, Spiro Amca, bak elin kanıyor! Hemen sana tentüyot (çocuk ağzıyla ‘tentürdiyot’ sözcüğü) getireyim” diyerek yalıya koştu…
Haberi çocuktan alan Nimet Hanım ve Tamam Bacı kayıkhaneye gelmeden önce Spiro kendini çabucak toparladı. Ayağa kalktı. Süratle yere saçılan öte beriyi ortadan kaldırdı…İster istemez yaşamını sürdürmeye karar verdi…
Spiro Balianos bu olaydan sonra birkaç yıl daha yaşadı ve kayığında, küreklerinin başında son nefesini verinceye dek Yeniköy halkına hizmet etti…
NOT:
Bu öykümüz 2012 yılında yapılan 1. Sarıyer Edebiyat Günleri kapsamında düzenlenen “Herkesin Bir Öyküsü Vardır” konulu Öykü Yarışması yetişkinler kategorisinde dereceye girdi. (3.’lük Ödülü)
Mehmet Cemal Beşkardeş