Kent Ekranı

Kelimeler, Sorumluluk ve Sessizlik: Kadın Cinayetlerine Karşı Mücadelede Kamuya Mal Olmuş Kişilerin Rolü

Kelimeler, Sorumluluk ve Sessizlik: Kadın Cinayetlerine Karşı Mücadelede Kamuya Mal Olmuş Kişilerin Rolü

Geçtiğimiz günlerde ünlülerin kadın cinayetlerine karşı mücadeledeki sorumluluğu üzerine önemli bir tartışma yaşandı

Melis Alphan

Tartışma, gazeteci Melis Alphan‘ın ünlü isimler,özellikle oyuncu Serenay Sarıkaya gibi figürlerin platformlarını daha etkili kullanmaları gerektiği çağrısıyla alevlendi. Alphan, kadına yönelik şiddetin arttığı ve Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesiyle durumun daha da kötüleştiği bir dönemde, ünlülerin yalnızca duygularını ifade etmelerinin değil, toplumsal adalet adına net bir duruş sergilemelerinin şart olduğunu belirtti.

Serenay Sarıkaya

Sarıkaya ise bu eleştirilere tutkulu bir yanıt verdi, kendisinin bu meseleye kayıtsız kalmadığını vurgulayarak kamuoyunda hedef olmaktan duyduğu hayal kırıklığını dile getirdi. Savunduğu noktanın, bireyler üzerine odaklanmak yerine gerçek ve kalıcı bir değişim yaratma gerekliliği olduğunu yazdı. Sosyal medya paylaşımlarının veya sloganların derin toplumsal sorunlar karşısında etkisiz kaldığını düşündüğünü ifade etti.

Bu tartışma, felsefi açıdan önemli bir soruyu gündeme getiriyor: Ünlü kişiler, toplumsal adaletsizliklerle mücadelede ne kadar sorumluluk taşımalı? Lider rolü üstlenmeleri şart mı, yoksa bu onlardan beklenmemesi gereken bir yük mü?

Etkinin Yükü: Görünürlüğün Etiği

Jean-Paul Sartre

Tartışmanın temelinde etki etiği yatıyor. Fransız filozof Jean-Paul Sartre, özgürlüğün beraberinde sorumluluk getirdiğini söyler. Sarıkaya gibi kamuya mal olmuş kişiler konuşma ya da konuşmama özgürlüğüne sahiptir, ancak bu özgürlüğün bir bedeli vardır.
Sartre’ın “özgürlüğe mahkum olmak” kavramı, sessizliğin dahi sonuçları olan bir tercih olduğunu gösterir. Sesini milyonlara duyurabilen bir ünlü için, sessiz kalma ya da konuşma kararı toplumda dalgalar yaratır.

Alphan’ın eleştirisi de bu perspektife dayanıyor. Alphan’a göre kamuya mal olmuş kişiler, toplumu şekillendirme gücüne sahip ve bu yüzden platformlarını toplumsal iyilik için kullanmaları gerekir. Bu durum sadece bireysel ahlakla değil, görünürlüğün getirdiği toplumsal sorumlulukla ilgilidir.

M. Foucault / Parrhesia

Korkusuz Konuşmayı Yeniden Canlandırmak: Parrhesia

Bu durumu Antik Yunan’daki parrhesia kavramına benzetebiliriz. Antik Yunan toplumunda güç sahibi olanların, kişisel risklerine rağmen gerçeği konuşmaları beklenirdi. Filozof Michel Foucault, Antik Yunan felsefesinden gelen ve büyük kişisel riskler olsa bile korkusuzca konuşma, yani iktidara gerçeği söyleme eylemi anlamına gelen parrhesia kavramı üzerine yazmıştır.

Parrhesia, özellikle hakikatin otoriteye meydan okuduğu ya da rahatsız edici gerçekleri ortaya çıkardığı durumlarda, hakikati söyleme konusunda ahlaki bir sorumluluk hisseden kişileri ifade eder. Foucault’ya göre parrhesia, yalnızca korkusuzca konuşmak değildir; aynı zamanda kişinin sesini güç yapılarını sorgulamak ve değişimi teşvik etmek için kullanmasıyla ilgilidir.

Modern dünyada sanatçılar ve ünlüler, platformlarını sosyal adaletsizliklere karşı çıkmak ve baskıya karşı seslerini yükseltmek için kullanarak benzer bir rol oynayabilirler ve böylece risk karşısında gerçeği söyleme geleneği olan parrhesia’yı yaşatabilirler.

“Linç Kültürü” ve Toplumsal Sorumluluk

Hannah Arendt

Sarıkaya’nın “linç kültürü” algısına yönelik tepkisiyse, eleştirilerin saldırı gibi hissedilebileceği gerçeğini yansıtıyor. Ancak filozof Hannah Arendt’in de belirttiği gibi,kamusal söylem siyasi yaşamın ayrılmaz bir parçasıdır. Eleştiri her demokratik toplumda hem kaçınılmaz hem de gereklidir. Bu bağlamda, Alphan’ın eleştirisi, Sarıkaya’yı yıkmayı amaçlamaz; aksine onu ve diğer etkili isimleri toplumsal değişime katkıda bulunma potansiyellerini fark etmeye çağırır.

Alphan’ın “her eleştiri linç değildir” açıklaması, yıkıcı eleştiri ile yapıcı eleştiri arasındaki farkı ortaya koyuyor. Bu ayrım, hesap verebilirliğin bir saldırı olmadığını,
aksine büyümek için bir fırsat sunduğunu hatırlatıyor. Ancak Sarıkaya’nın tepkisi, sürekli göz önünde olmanın getirdiği duygusal zorlukları ortaya koyuyor ve kişisel kırılganlık ile toplumsal sorumluluk arasındaki gerilimi açığa çıkarıyor.

Duygu ve Eylem: Gerçek Değişim Ne Demektir? 

Sarıkaya’nın açıklaması başka bir felsefi soruyu gündeme getiriyor: Toplumsal adaletsizlikle karşı karşıya kalındığında, sadece duygu ifade etmek yeterli midir? Sarıkaya, öfkesini ve kadına yönelik şiddetle ilgili derin duygusal bağını dile getiriyor.

Ancak Alphan, duyguların tek başına yeterli olmadığını savunuyor.

Theodor Adorno ve Max Horkheimer

Theodor Adorno ve Max Horkheimer, modern kültürün ciddi meseleleri yalnızca duygulara indirgediğini eleştirmiştir. Onlara göre, yalnızca öfke ya da üzüntü hissetmek yeterli değildir; bu acıya neden olan koşulları değiştirmek için harekete geçmek gerekir.

Sarıkaya’nın “konuşacak yerimiz kalmadı, daha fazla acıyacak yerimiz de” şeklindeki ifadesi, büyük sorunlar karşısında konuşmanın sınırlarına duyulan hayal kırıklığını ifade ediyor. Ancak Alphan, konuşmanın özellikle de ünlülerin yaptığı konuşmaların en etkili direniş araçlarından biri olmaya devam ettiğini savunuyor. Sokak protestolarının sıklıkla yasaklandığı bir ülkede, sanatçıların ve ünlülerin sesleri, başka hiçbir yerden duyulamayacak mesajları iletme gücüne sahiptir.

Konuşma Görevi: Parrhesia ve Modern Sanatçılar

Bugün sanatçılar ve ünlüler, doğruyu söyleme görevini üstlenmiş modern
parrhesiastlar olarak görülebilir. Sahip oldukları görünürlük ve etki, onları sadece birer eğlence figürü olmaktan çıkarır, adalet savunucularına dönüştürür. Alphan’ın Sarıkaya’ya yaptığı “sesini yükselt” çağrısı, ondan bir aktivist olmasını değil, kriz zamanlarında kamusal görevini kabul etmesini beklemektir.

Sarıkaya, öfkesini ve hayal kırıklığını dile getirirken bu sorumluluğu anlamış görünüyor, ancak bu görevi nasıl yerine getireceği konusunda mücadele ediyor. Sarıkaya, “somut bir hareketin parçası olmayı” hedeflediğini ifade ediyor ve bunun sadece sözlerle değil, eylemlerle de olacağını kabul ediyor. Peki, onun gibi birinin yapabileceği anlamlı eylemler neler olabilir?

Sesin Gücü ve Sorumluluğu

Melis Alphan ile Serenay Sarıkaya arasındaki bu tartışma, daha geniş bir felsefi ikilemi yansıtıyor: Kriz zamanlarında kamuya mal olmuş kişilerden ne beklemeliyiz?
Alphan’ın, ünlülerin daha aktif katılımına yönelik çağrısı, görünürlük, sorumluluk ve adalet arasındaki ilişkinin köklü bir düşünsel geçmişe dayandığını gösteriyor. Sartre, Arendt ve Foucault bize büyük görünürlüğün büyük sorumluluk getirdiğini ve sessizliğin de bir seçim olduğunu hatırlatıyor.

Sonuç olarak, bu tartışma yalnızca Serenay Sarıkaya’yla ilgili değil; bir bütün olarak etki gücü, sorumluluk ve adaletle ilgili. Kelimeler bazen yeterli olmayabilir, ancak dikkatle kullanıldıklarında eylemleri tetikleyebilir, değişime ilham verebilir ve adaletsizliklere meydan okuyabilirler.

Derya ULUSOY

Exit mobile version