Kent Ekranı

BİR BAŞKA ÂLEMDİ BOĞAZİÇİ (12) : “LEYLÂKLAR KÖYÜ” YENİKÖY’DEN GERİYE KALAN (1970’lerden sonra)…

BİR BAŞKA ÂLEMDİ BOĞAZİÇİ (12) : “LEYLÂKLAR KÖYÜ” YENİKÖY’DEN GERİYE KALAN (1970’lerden sonra)…

Dünyada her ülkenin tarihinde, dahası her bölgenin ve her insanın geçmişinde bir “milâd” vardır. Boğaziçi’nin kadîm semti Yeniköy’ün tarihinin milâdı ise, tek kelimede düğümleniyor: İSTİMLÂK!!! Demokrat Parti iktidarının Başbakanı Adnan Menderes’in İstanbul’da başlattığı imar hamlesinin öbür adı! 1956 yılında Boğaziçi Sahil Yolu inşaatı için yapılan yıkımlar…

Köybaşı Caddesi denilen şimdiki sahil yolu o yıllarda çok dardı. Hattâ o kadar dardı ki, karşı karşıya gelen iki büyükçe araç, örneğin iki otobüs, birbirinin yanından geçerek ilerleyemez, mutlaka bunlardan birinin geri geri giderek yakındaki bir cebe geçerek diğer araca yolu açması gerekirdi…

Şimdiki caddenin ortasında sıra ağaçlar vardı. Karşılıklı kaldırımların kenarında dikili ağaçlara boylu boyunca arkadaşlık eden bir dizi ağaç…Bunların çoğu istimlâkler sırasında sırf yol genişlesin, Boğaz manzarası açılsın diye sökülerek atıldı…

Çarşıdaki dükkânların tümü yıkıldı. Yeniköy, genellikle balıkçıların ve bağcılık-bostancılık yapanların yeri olduğu için, arazi fazla fiyatlı değildi. Bu yüzden, mallarını istimlâkte kaybeden gayrımüslim ve müslüman esnaf arsalarının bedeli karşılığında az para aldı. Çoğu da, aldığı para ile yeni bir iş kuramadı. Kör topal idare edebilenler, vakti gelince öldü gitti. Gayrımüslümlerin çocukları ya başka işler tuttu; ya da Yunanistan’a göçtüler…

1950’li yıllarda, küçücük Yeniköy Çarşısı’nda iki elin parmakları kadar esnaf vardı. Mehmet Akıncı – ki mal sahibi Hristo Bey – haricinde hepsi gayrımüslim idiler…

Sonra sırayla, Anastas’ın Meyhanesi, Ermeni Vahey’in kunduracı dükkânı, Kasap Yani, İstavro’nun Kahvesi, iç tarafta kolacı, pastane ve diğerleri… Bunların hepsi yıkıldı, yerlerine yenileri de yapılmadı. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin ardından CHP ve İsmet İnönü iktidara gelince, fırsatını bulan Rumların çoğu Yunanistan’a ya da başka ülkelere göçtü gitti. Ama, Yeniköy’de Rumların nüfusunu yok olma noktasına getiren son olay ise 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı oldu…

Kumsuyu’ndan yukarıdaki Ayazma’da, Koliva günlerinde şenlikler yapılırdı. Koliva buğday ya da mısır haşlaması demek…Tüm evler ve ayazmalar leylâklarla süslenirdi. Köy baştan başa, mis gibi leylâk kokardı. Çifte Çınar Mevkii’nde de şenlikler yapılırdı. Daha sonraları, yazlık sinemamız açıldı: Yusuf Bey’in Gonca Sineması…

Yusuf Bey’in ünlü yazlık GONCA Sineması, bizim gibi eski Yeniköylülerin 1950’lerin sonundan 1970’li yıllara kadar geceleri en önemli buluşma, eğlence ve sosyalleşme yerimizdi…GONCA Sinemasında o kadar acı ya da tatlı, gülünç ya da hüzünlü hatıralarımız vardır ki bunları yazmaya kalksam herhalde 100 sayfayı aşar…

Yusuf Bey’in GONCA Sinemasında Yeniköy halkı nice güzel akşamlar yaşadı. Harika Türk Sanat Müziği konserleri, tiyatrolar, sihirbaz gösterileri, Yeşilçam’ın en güzel filmleri, yabancı filmler, Erkin Koray, Berkant, Yankılar Grubu’nun konserleri…Daha neler neler…

O alanda bir zamanlar cambazhane ve kukla tiyatrosu da kurulurdu. İp cambazları hünerlerini gösterir, palyaçolar gülünç gösteriler yapar, kukla tiyatrosunda neşeli kukla oyunları oynatılırdı…

Yeniköy’de zamanla yitirilen bir başka ayrıntı da şudur: Köydeki pitoresk (şiirsel- doğal) görünümün yok oluşu ve sahil şeridi ile iç kesimin birbirinden kopuşu…

Sait Halim Paşa Yalısı

Sahildeki seçkin yalılardan Sait Halim Paşa Yalısı ile Şehzade Burhanettin Efendi Yalısı’nı, arkalarında karadan geçen eski dar yolun üzerinden aşarak, yolun ötesindeki geniş bahçe ve korularıyla birleştiren; kadınların yoldan geçenler tarafından görülmemesi için iki yanları kapalı olan, ahşap köprücükler de bu yıkımlar sırasında tarihe karışmıştır…

İstimlâk’ten sonra neredeyse tüm esnaf İskele Sokağı’na yığıldı. Beykoz’a geçen motorların iskelesinin önünde Köseoğlu Gazinosu; günümüzde İskele Gazinosu. Karşı köşesinde, Domani Balık Lokantası. Caddenin köşesinde, kuru kahveci Hilmi Bayrak ve oğlu Kubilay. Yanında, Arnavut dondurmacı Besim, önceleri Berber Manol sonradan Berber Necip, aynı sırada tuhafiyeci Fevziye Hanım. Ünlü Tarihî Yeniköy Börekçisi İsmail Efendi. Sonra, kurucusu Anastas ölünce onun yerine açılan Baba Rauf’un Sıçanlı Meyhanesi…Dahası, kasap, manav ve market olarak hizmet veren Irakli Naçi’nin yeri. Kasap Yani’nin dükkanının komşusu muhallebici Hafız Muhsin (Bölükbaşı) idi ki günümüzde adı yaşayan İstinyeli DONDURMACI ZEYNEL’in kardeşidir… Sonraları İş Bankası olan o yeri, Iraklı Naçi istimlâkten sonra tüm malını mülkünü gizlice satıp savdı ve Yunanistan’a göç etti. Ne yazık ki geriye çok yaşlılar ve masal gibi yıllarda yaşadığımız hâtıralar kaldı…

Sevgili Fatma tarihî Yeniköy Vapur  İskelesi’nde kalbini Mustafa’ya kaptırdı. Yasemin 135 numarada oturdu, Hasan o zamanlar küçüktü. Türk-Yunan ilişkisine aklı yatmayan “Avusturya’lı” Manolis Deniz Park Restoran’da Aleko ile başbaşa oturup konuştu, sevgisine sevgi kattı. Ayduk Koray Bey’in bugünkü yalısı yangın yeriydi. Kulüp Batı en şaşalı yerini o viranede açmış, Kayıkhane Bar o zamanın en revaçta yeri olmuştu. Tanju Okan, Ajda ve mutlaka Orhan Boran gecelere çok özel imzalarını atardı…

Şehzade Burhanettin Efendi Yalısı

Sait Halim Paşa Yalısı henüz Nazlı Ilıcak’ın tosununa bar yapsın diye kiraya verilmemişti. Yanında önce Sipahi Ocağı, sonrasında Turistik Otel, sonrasında da Carlton Oteli vardı…Sait Halim Paşa Yalısı’ndaki Casino’da sahne alan Los Machucambos  ve Los Paraguayos orkestralarinı yakından canlı dinlemek için rıhtımın önünü onlarca sandal doldurur, beleşçiler içerideki izleyicilerden daha çok eğlenir, kimi gençler gündüzki aşklarını gece soğutmamaya çalışırlardı… Her yalının bir sandalı vardı. Koltukların arkası değil, yüzü denize bakardı…

Mehmet ve kardeşi Ömer, Sadıkoğlu Yalısı’nın yanındaki 143 numaralı küçük yalıda; Zuhal, Meral, Nilgün ve Mehmet Kazma kendi yalılarında; Askerlik Şubesi’nin yanındaki yalıda da Mimar Nahit Bey’in kızları Hürrem Sultan’ın kızları Yeşim, Banu ve minik Esra otururdu. İstanbul sosyetesinin renkli simalarından İpekçi’lerin meşhur Samiye’si ve kız kardeşi Zeynep de 139 numarada oturur, anneleri İnci Hanım’a rakip olmaya çalışırlardı. Devrin önemli mimarlarından Sahip Ağabey de 137’de annesi “Hacer” Hanım’ın adıyla anılan yalıda yaşardı…

Koço sandallı manavdı. Kıçtan takma Volvo-Penta’sı vardı. Dondurmacı Baba Zeynel iki afacanı ile birlikte yalıboyunda kayıkla dolaşıp dondurma satardı.

Bu yazıyı ilk yazdığım yıl Boğaz’da kendi yalısında oturan 5 eski aile vardı. Yalılar el değiştirdikçe bu sayının daha eksildiğini biliyorum…

Mahalleye yeni gelen komşular da hızla Boğaz’ın eskisi olurlar,  komşuluğun nice güzelliklerini yaşamaya başlarlardı…Bir yalıdan uzaktaki bir diğerine  akıntıyla yüzer, anaforla dönerdik…

Ama artık sandallar ve kayıkhaneler kalmadı…Deniz kültürünün insanlara sunduğu görkemli yaşamları yitirdik…

Komşulukların tadı da denize girenlerin sayısı da eskisinden çok farklı!..

“LEYLÂKLAR KÖYÜ” YENİKÖY…

Oysa, 1940’lar öyle miydi? Kalburüstü Rum Ortodoks ve Müslüman Türk aileler kışın Şişli, Beyoğlu taraflarında oturur, yazları Yeniköy’e sayfiyeye gelirdi. Yeniköy o zaman yeşili bol ve koruluk bir semtti. Tepeler ya ağaçlarla kaplıydı ya da bomboştu. Yamaçlarda tek tük evler vardı. Köy yemyeşildi, beton yapılar yükselmeden önce, tüm bahçeler leylâklarla, mor salkım ve mor sümbüllerle bezeliydi. Şimdi, bahçelerde leylâk görüyor musunuz?..

Ayrıca Nisan-Mayıs aylarında, eski Boğaz çocuklarının “mor bayramı” diye adlandırdığı zamanda mor çiçeklerin, yâni mor sümbül, mor salkım, mor leylâk ve erguvanların renk cümbüşünü izleyebiliyor musunuz?..

Bahar aylarının en popüler çiçeği olan leylâk çiçeğinin mor renkli olanı sevgi, dostluk ve güveni temsil eder. Bunun yanı sıra leylâk çiçeği renklerine göre ayrı anlamlar taşımaktadır. Örneğin;

-Beyaz leylâklar masumiyet ve sağlığı temsil eder.

-Mavi leylâk çiçeği, huzur ve mutluluğu temsil eder.

-Bordo leylâk çiçeği aşk ve tutkuyu temsil eder.

Yeniköy sokaklarından geçerken leylâklar önce kokusuyla çarpardı bizi. O kokuyu genzimizde hissettiğimizde de hayatın gerçekten çok güzel olduğunu anlardık. Sonradan çiçeğin nârin güzelliğini fark ederdik. Bir renge adını veren bu güzellik, sadece birkaç haftalığına gönlümüzü şenlendirir ve biz daha ona doyamadan kaybolur giderdi…

Aslında zeytingiller (Oleaceae) familyasından olan leylâk, çiçekleri narin olsa da sağlam gövdeli soğuğa dayanıklı bir bitki…

Pan

Yunan mitolojisine göre leylâkların hikâyesi ‘Syringa’ isminde güzel bir periyle başlar. Perinin güzelliğinden etkilenen ormanların ve çobanların tanrısı (yarı keçi – yarı insan) Pan, periyi bir türlü rahat bırakmaz. Onu ormanın en kuytu köşelerine kadar kovalayan Pan’dan çok korkan Syringa, en sonunda kendisini leylâk çiçeğine dönüştürür. Periyi kaybeden Tanrı Pan ise leylâğı bulur ve çiçeğin içi boş olan saplarından meşhur flütünü yapar.

Yunanca ‘nefes borusu’ anlamına gelen ‘syrinks’ kelimesinin buradan kaynaklandığı söyleniyor…

İlk çiçek açan ağaçlardan olduğu için ilkbaharın ve yenilenmenin simgesidir leylâk. Ancak çeşitli kültürlerde farklı anlamları var…Keltler, tatlı kokusu nedeniyle büyülü olduğuna inanırken İngiltere’de Viktorya dönemi boyunca eski bir sevgiye istinaden yas rengi kabul edilmiş…Rusya’da, yeni doğmuş bir bebeğin üstüne leylâk sapı tutmanın, bilgelik getirdiği düşünülüyormuş…

Yeri gelmişken 1954 yılında aynı evde oturduğumuz Madam Marika’dan öğrendiğim nefis leylâk şerbetinin yapımını en ince ayrıntısına kadar gözlemleyerek tuttuğum notlarımdan aşağıda paylaşıyorum.

Önce Şerbet Kültürümüz hakkında kısaca bazı genel bilgiler vereyim:

Mutfak kültürümüzde şerbetler köklü geçmişe sahip olan içeceklerimizdendir. Osmanlı döneminde İstanbul’da havalar sıcaklaştığında şerbetler içine kar atılarak (özellikle Bursa Uludağ’dan Topkapı Sarayı’na getirilen buzlar ile) soğutularak keyifle içilirmiş. Evliya Çelebi’nin aktardığına göre 300 civarında şerbet dükkanı, bunun iki katı seviyesinde seyyar şerbetçi bulunurmuş. Taze malzemeler ile yapılacak olan şerbetler de içinde bulunulan mevsimin sunduğu lezzetlere göre yapılmakta imiş…

Şerbeti yapılabilen ve mevsiminde çevresine müthiş kokular veren bu bitkilerden birisi de leylâk (Syringa vulgaris L.) bitkisidir. Anayurdu Güneydoğu Avrupa olan ve “adî leylâk” ya yaygın adıyla yalnız leylâk olarak da adlandırılan leylağın 32 farklı türü bulunmakta. Kendine has güzel bir kokuya sahip bu leylâk çiçeklerinden de şerbet hazırlayabilir, buzdolabınızda da uzun süre saklayabilirsiniz. Gelin bu güzel kokulu çiçeklerden, Yeniköy Rum Usulü leylâk şerbetinin nasıl yapıldığını öğrenelim.

LEYLÂK ŞERBETİ TARİFİ:

Baştan Sona Gereken Süre: 30 dakika işlem, 1 gün dinlenme

MALZEMELER:

*500 gram şeker (yaklaşık 2,5 su bardağı)

*400 ml su (yaklaşık 2 su bardağı)

*50 gram limon suyu (yaklaşık 1 limon)

*10 büyük dal leylak çiçeği

YAPILIŞI:

• Geniş bir tencereye şeker ve suyu koyun, şekeri karıştırıp, koyu kıvamlı bir şerbet elde edene kadar ısıtın. Şerbet kaynamaya başladığında 10 dakika kadar kaynatın. Daha sonra limon suyunu ekleyip karıştırın ve 3 dakika kadar daha kaynatın.

• Şerbet kaynarken, topladığınız leylak çiçeklerini saplarını içermeyecek ve sadece renkli çiçek kısımlarını alacak şekilde ayırın.

• Şerbeti ocaktan alınca çiçekleri yıkamadan sıcak şerbetin üzerine atın ve tencerinin kapağını kapatarak ertesi güne kadar demlendirin.

• Ertesi gün, çiçekleri süzüp, kaynar su ile temizlediğiniz bir kavanoza boşaltın, şerbeti buzdolabında saklayın.

• Hazırladığınız şerbeti içmek istediğinizde bir bardağa -şekerlilik seviyesi tercihinize göre- iki veya üç yemek kaşığı şerbet koyup, üzerine soğuk su ekleyerek leylağın ferahlayıcı lezzetine varabilirsiniz.

• Üzerine isterseniz bir dilim taze veya kurutulmuş limon veya misket limonu koyarak servis edebilirsiniz.

PİŞİRİMİ:

• Şerbeti hazırlarken orta ateşte pişirip, şerbet kaynadığında altını kısabilirsiniz.

• Bunun dışında pişirim olarak başka bir işlem bulunmamaktadır.

PÜF NOKTALARI:

• Şerbet yapmak için toplayacağınız leylakların kokusunun yoğun olmasına dikkat edin. Yüksek koku yüksek aroma, yüksek aroma da ayırt edici lezzet anlamına gelir.

• Çiçekleri araç geçişinin olmadığı ya da çok az olduğu yerlerden toplamanız önemli.

• Çiçeklerin sadece renkli çiçek kısımlarını almanız, aromanın daha yoğun olmasını sağlar.

• Çiçeklerin topladığınızda hafif sallayarak, daha sonra da, biraz tezgahta -varsa- içindeki böceklerin çiçekten uzaklaşmasını bekleyebilirsiniz.

• Çiçekleri topladıktan sonra yıkamak hele sirkeye v.s. basmak önerilmiyor. Çünkü bu tür bir işlem bitkinin doğal aromasından kayıplara ya da aromanın değişimlerine neden olacaktır. Ancak illa ki yıkayacaksanız da kısa süreli bir sudan geçirip, kullanacağınız çiçek miktarını arttırmanız önerilir.

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ

 

Mehmet Cemal BEŞKARDEŞ /kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 6 Ekim 2024

Yazarın Tüm Yazıları
Exit mobile version