Kediname 40;
Dahi, Deli Dali ve Kedigil
Salvador Dali, her zaman bir kedi aşığıydı ve ayrıca egzotik hayvanlara da çok ilgi duyuyordu. Fakat işi iyice abartıp tasmalı bir karıncayiyenle Paris metrosundan çıkarken bir foto muhabirine yakalanınca yine manşete taşınmıştı.
Hep böyle oluyordu. Hep sıra dışı, hep aykırı, hep çılgın… Kedim dediği hayvan da bir oselottu. Kedigiller familyasından fakat atası olan leoparın tıpkısı bir velet. Upuzun bir kuyruk, 15 kiloluk bir yaban hayvanı. Misafirlerin gördükleri anda çığlıklarla kaçıştığı bir yaratık. Ne gülmüştü Dali…
Sıra dışı demek nezaket kaynaklı. Ama işin aslı nasıl öyle olmasın ki?
O doğmadan önce annesinin, Salvador Dali isimli başka bir çocuğu doğmuştu. Fakat zavallı yavrucak sağlıksızdı ve öldü. Aile büyük bir acı yaşadı. Ne hikmetse bu trajik olaydan tam dokuz ay on gün sonra 11 Mayıs 1904’te İspanya’da ikinci Salvador doğdu.
Bu olayı mucizevi bir işaret olarak gören aile fertleri, ölen bebeğin enkarne olduğuna inandılar. Doğal olarak adı Salvador Dali oldu.
Travmalar silsilesi o dünyaya geldiğinde başlamıştı. Aile de az deli değildi hani. Salvador henüz beş yaşındayken ailesi onu ilk Salvador’un mezarına götürüp kendisinin ölen kardeşinin yeniden doğan enkarnesi olduğuna inandıklarını söyledi. Beş yaşındaki çocuk reenkarnasyonu ne kadar ve nasıl anladı bilinmez ama elbette aile fertlerinin söylediklerine inandı. Ondan sonra gel de normal bir çocuk bekle.
Travma büyük.
Dali ilerleyen yıllarında, çocukken yaşadığı bu kimlik sorununu şu sözleriyle anlatır; “Doğar doğmaz tapınılan bir ölünün ayak izlerinden yürümeye başladım. Beni severken hâlâ onu seviyorlardı aslında. Belki de benden çok onu…Babamın sevgisinin bu sınırları, yaşamımın ilk günlerinde itibaren çok büyük bir yara oldu benim için.”
İşte küçücükken başlayan bu travmalarında kedi arkadaşları, içindeki sevgiyle hayata tutunmasına yardımcı oldu. Artık yaşamında resim ve kedileri vardı.
16 yaşındayken günlüğüne şöyle yazdı;
“Bir dahi olacağım,dünya bana hayran kalacak. Muhtemelen hor görüleceğim ve anlaşılmayacağım, ama bir dahi, büyük bir dahi olacağım.” Bu onun kaderi oldu.
Dali, sanat okulundan atıldı ama aslında bunu kendisi istemişti. Tam ondan beklenecek bir gerekçesi vardı; “Okuldaki profesörlerin hiçbiri beni değerlendirecek, yargılayacak donanıma sahip değil.” Sanat tarihi sınavına girmedi.
İşin gerçeği, ayrılma nedeni planlıydı: Babası tarafından maddi olarak desteklenmeye devam etmek istiyordu, fakat okulu dereceyle bitirse bu sona erecekti. Baba parasıyla Paris’e gitmek uyanıklığını seçti.
Hayatı aksiyon.
O bir sürrealistti. 1936’daki Londra Uluslararası Sürrealist Sergisi sırasında, hem de sanat kariyerinin zirvesindeyken, bilinçaltı denizinin dibinde nasıl var olduğunu temsil etmek için dalış kıyafeti giyerek bir konferans verdi. Su dolu ve ses geçirmez cam kasenin içine girdi. O boğuluyordu fakat hayranları anlamadılar. Allahtan bir şair anahtarla yetişip hayatını kurtardı.
1960’larda Dalí’ye adı Babou olan oselot eşlik etti. Bir restoranda, Babou’nun tasması masaya bağlı olmasına rağmen, bir müşteri panikledi. Kim paniklemez ki? Yan masada bir tür leopar vardı. Müşterinin bağırarak ve işeyerek dışarı kaçması normaldi. Fakat Dalí sakindi. Tasarım olarak kediyi boyadığını söyleyip müşteriyi ikna etti. Adam da ikna olduğuna göre muhtemelen ahmakgiller familyasındandı.
Dalí, İspanya’dan sürgün edildikten sonra 30 yıl boyunca ünlü bir otelin kral dairesinde kaldı. Xlll. Alfonso’nun kaldığı gerçekten bir kral dairesiydi. Atlantik ötesine geçerken kedisi yine yanındaydı.
Aşık oluyor.
1929’da arkadaşı Fransız şair Paul Eluard’ın eşi Gala’ya aşık oldu. Aşk bu, öyle bro, kanka filan dinlemiyordu. Fakat Gala hem anneydi, hem de Dalí’den 10 yaş büyüktü. Ailesi evliliği onaylamadı, hatta babası onu mirasından mahrum etti.
Evlilik, onlar ermiş muradına gibi sürecekti ama gelin hanımın yatak odası rüzgârlara açıktı. Gala’nın sık sık yaşadığı evlilik dışı ilişkilere rağmen, onun ölümüne kadar birlikteydiler.
Hatta Dalí, Gala için bir şato satın aldı. Gala, seksenli yaşlarına kadar sevgililerini orada ağırladı. Onlardan biri, ünlü star ve müzisyen Jeff Fenholt’tu. Millette ne düşünceli kocalar var, bizde olsa cinayet sebebi.
İspanya’yı çok özleyince faşist Franco rejimini desteklediğini açıkladı. Franco ile bizzat tanışıp portresini yapınca saray ressamı olarak atandı. Serde paraya düşkünlük de var tabii. Bunun üzerine çoğu Marksist olan sürrealistler, Dali’yi sürrealist grubundan çıkararak ona arkalarını döndüler.
Şimdilerde popüler bir Netflix yapımı olan “La Casa de Papel” dizisinde yüzünü sık gördüğümüz kişinin Dali olması bir tesadüf değil yani. Karakterlerin hepsi aykırı Daligillerden.
Dali, ilk sergisini düzenlediği belediye tiyatrosunu kendisine ve eserlerine adanmış bir müze olarak yeniden inşa edip son birkaç yılında kedileriyle birlikte bu müzede yaşadı ve 1989’da yine bu müzede yaşama veda etti.
Dali için deli mi, dahi mi denir hep. Aslında ikisi de onun özelliğiydi. Yaşamına bu kadar tanık olduktan sonra biraz empati kurduk herhalde. Sonuçta o bir sanatçı.
Füsun ALTINOK
Önceki Bölüm