Güzellik ve Trajedinin Gösterisi: Miss Turkey ve Narin Üzerine Felsefi Bir Düşünce
Medyanın egemen olduğu bir toplumda, hangi olaylara odaklandığımız, değerlerimize dair önemli ipuçları verir. Son zamanlarda Türkiye’nin gündemine damga vuran iki olay var: 8 yaşındaki Narin Güran’ın trajik ölümü ve İdil Bilgen’in Miss Turkey 2024 olarak taçlandırılması. İlk bakışta birbirinden çok farklı dünyalar gibi görünen bu iki olay, aslında güzellik, trajedi ve ahlak üzerine kamusal söylemin nasıl bir “gösteri” ile şekillendiğini net bir şekilde gözler önüne seriyor.
Narin Cinayeti: Gösterinin Ardındaki Sessizlik
Soner Yalçın’ın, medyanın Narin Güran vakasını ele alışına getirdiği keskin eleştiri, gösteri odaklı gazeteciliğin sınırlarını bize güçlü bir şekilde hatırlatıyor.
Nurdan Gürbilek’in Kötü Çocuk Türk adlı eserine dayanarak, Yalçın günümüz medyasının ölüm ve dehşeti,toplumsal başarısızlıkların bir yansıması olarak değil, izleyicilere tüketilmek üzere izole edilmiş olaylar olarak sunduğunu savunuyor. Narin cinayeti, tıpkı önceki pek çok benzer olay gibi, medya sunumuyla bir şok ve öfke gösterisine dönüşürken, daha derin, toplumsal bağlamından koparılıyor.
Toplumumuz, kadınlara ve çocuklara neden bu kadar yoğun bir şiddetle saldırıyor?
Medya, bu suçların kültürel ve siyasi kökenlerine neden değinmekten kaçınıyor ve bunun yerine sansasyonel ayrıntıları ön plana çıkararak, bu derin sorulara neden yüzeysel bir yaklaşım sergiliyor?
Filozof Jean-Paul Sartre, bunu mauvaise foi, kötü niyet olarak adlandırır; yani bireyler ya da kurumlar, rahatsız edici gerçekleri görmezden gelmeyi seçerek bizi gerçeklikten uzaklaştıran bir “sahte şuur” yaratırlar. Yalçın’ın eleştirisi, Narin’in davasına münferit bir dehşet olarak odaklanan Türk medyasının bu kötü niyetten suçlu olduğunu öne sürüyor.
Medya; adli detaylar, tutuklamalar ve cinayetin failiyle, nasıl işlendiğiyle ilgili spekülasyonlar sunuyor, ancak bu tür trajedilere yol açan yapısal nedenleri araştırmakta yetersiz kalıyor. Bu yaklaşımıyla medya, Yalçın’ın “seyirlik bellek inşası” dediği, izleyicinin şiddetin altında yatan koşulları sorgulamadan sadece şiddet gösterisinden etkilendiği bir hafıza yaratıyor.
Miss Turkey: Amaçlı Güzellik
Gösterisi?
Medya odağının diğer ucunda ise kendi tartışmalarını beraberinde getiren Miss Turkey 2024 vakası var. Annesini kanserden kaybettikten sonra onkoloji alanında uzmanlaşmak isteyen bir tıp doktoru olan İdil Bilgen’in aldığı güzellik ünvanı yoğun eleştirilerle karşılaştı. Sosyal medya, Bilgen’i Kemal Sunal’ın canlandırdığı komedi karakteri Şabaniye’ye benzeterek hakaret dolu yorumlar yağdırdı.
Tanınmış gazetecilerden Ayşe
Arman, Bilgen’in eğitimi ve ahlaki değerlerine vurgu yaparak onu savundu; güzelliğin artık sadece dış görünüşle sınırlı olmadığını, eski güzellik kraliçelerinden Neşe Erberk’in tabiriyle “amacı olan bir güzellik” kavramıyla savunulması gerektiğini öne sürdü.
Ancak burada şunu sormamız gerekiyor: “Amacı olan güzellik” kavramı toplumsal normlarımıza gerçekten meydan okuyor mu, yoksa onları farklı bir kisve altında mı pekiştiriyor? Arman’ın savunması iyi niyetli olsa da daha derin bir felsefi eleştiriyi gözden kaçırıyor. Arman’ın takipçilerinden birinin sorduğu gibi, “Bu niteliklere sahip genç bir kadının güzellik yarışmasında ne işi var?” Arman’ın buna verdiği yanıtı da -hepimiz gençken anlamsız şeyler yapmışızdır- ciddi bir sorudan kaçış gibi görünüyor.
Bu noktada, kadınların genellikle toplum tarafından kendilerine dayatılan rollere hapsolduğunu savunan filozof Simone de Beauvoir’a başvurabiliriz. Beauvoir’a göre, kadınlar çoğunlukla zekaları veya yeteneklerinden ziyade, dış görünüşleri ve cinsellikleriyle tanımlanan rollere sıkıştırılırlar. İdil Bilgen, tüm başarılarına ve. referanslarına rağmen, güzellik yarışmalarının yüzeyselliği içinde, dar kadınlık standartlarına göre değerlendiriliyor. Onun “amacı olan güzelliği” temsil ettiği düşüncesi,aslında bu yarışmaların kadınlık üzerindeki modası geçmiş ve dar kalıpları pekiştirdiği gerçeğini örtbas ediyor gibi görünüyor.
Gösterinin Kurgusal İkizleri
Narin ve Miss Turkey vakalarını birbirine bağlayan şey, medya ve kamusal söylemin hem trajediyi hem de güzelliği gösteri biçimleri olarak ele alma şeklidir. Narin’in durumunda gösteri bir dehşettir – vicdanları sarsan ama nihayetinde kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin sistemik nedenlerinden kopuk bir suç. Bilgen’in durumunda ise gösteri güzelliktir – ne kadar entelektüelleştirmeye çalışırsak çalışalım, görünüşü kutlayan bir yarışmadaki rolüyle başarıları gölgelenen bir kadın.
Guy Debord, Gösteri Toplumu adlı eserinde, modern toplumda gerçek etkileşimlerin yerini giderek artan bir şekilde imajlar ve performansların aldığını savunur. Narin’in cinayetiyle ilgili medyanın takıntısı ya da Bilgen’in Türkiye Güzeli olmaya uygunluğunun tartışılması fark etmeksizin, her iki vakada da gösteri, bizi daha derin toplumsal meselelerle yüzleşmekten uzaklaştırır. Bu olaylar, yüzeyde öfke, hayranlık veya eleştiri gibi tepkiler üretse de, aslında bu gösterileri yaratan toplumsal yapılar üzerinde düşünmemizi engeller.
Gerçek Değişim İhtiyacı
Sonuç olarak, hem Narin’in trajik ölümü hem de Bilgen’in tartışmalı galibiyeti bizi toplum olarak neye değer verdiğimizle yüzleşmeye zorlamalıdır. Toplumumuzun bu tür dehşetlerin yaşanmasına neden izin verdiğine dair zor sorulardan kaçınarak şiddeti sadece bir gösteri olarak ele almaya devam edecek miyiz? Kadınları dış görünüşlerinden göre sıralamayı ve değerlendirmeyi sürdürecek miyiz, bunu “bir amacı olan güzellik” kavramıyla süslesek bile?
Filozof Bell Hooks’un bize hatırlattığı gibi, gerçek değişim hayatlarımızı şekillendiren yapılara meydan okumamızı gerektirir, sadece ürettikleri gösterilere katılmamızı değil. İster Narin gibi mağdurlar için gerçek adalet talep edelim, ister kadınlara dış görünüşlerinden daha fazla değer verdiğini iddia eden bir toplumda güzellik yarışmalarının anlamını sorgulayalım, pasif izleyiciler olmayı bırakmalı ve daha iyi bir
geleceğin inşasında aktif katılımcılar olmalıyız.
Derya ULUSOY/Felsefeci