SIRP HALKININ KAFA KARIŞIKLIĞI!

0

SIRP HALKININ KAFA KARIŞIKLIĞI!

Geçtiğimiz haftalarda 10 günümü Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da geçirdim.

Tuna nehrinin kıyısında uzun yürüyüşler yaptım , tarihi yerleri gezdim, Belgrad üniversitesinin bazı fakültelerini ziyaret ettim, müzelere gittim.

İnsanlar zarif, konuksever ve sıcakkanlıydı.

“Turistik olarak” hoşa giden, doyurucu bir geziydi doğrusu.

Ancak, ikinci dünya savaşından bu yana yaşanan yakın tarihte, değişik devlet yapıları içinde değişik “sistemler” yaşayan bu ülkenin siyasal ve toplumsal olarak  bugün geldiği noktayı insan merak ediyordu doğrusu.

Bundan 37 yıl önce, dönemin Dışişleri Bakanı Vahit Halefoğlu’nun Belgrad ziyaretini izlemiştim.

O zaman, Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti adını taşıyan bağlantısız ülkenin başkenti olan Belgrad, insana sessiz, sakin bir kent izlenimi veriyordu.

Ülkenin kurucusu Tito öleli henüz 6-7 yıl olmuştu ve “eseri” olan Yugoslavya devleti,kendisi için bir anıt mezar inşa etmişti.

Gelen her yabancı devlet konuğunun programına alınan anıt mezar ziyaretini Vahit Halefoğlu da yapmıştı. Biz de, Halefoğlu’nu izleyen TRT ekibi olarak  bu ziyarete tanıklık etmiştik.

Tito’nun anıt mezarı, onca değişime rağmen halen korunuyor ve müze haşine getirilmiş.

Tito, ölünceye kadar o dönemlerin “üç kutuplu” dünyasının üçüncü kutbunun önderlerinden ve en önemli figürlerinden biriydi.

1945’den 1948 yılına kadar Sovyet bloğu içinde görünen Yugoslavya, Tito öncülüğünde bu tarihten sonra ABD’nin başını çektiği batı bloğuna da, Sovyetlerin öncülüğündeki doğu bloğuna da katılmayı reddetmişti.

Dünyanın 100’den fazla ülkesi  , Tito Yugoslavya’sının  öncülüğünde, soğuk savaşa karşı çıkan bir anlayışla  dünyada üçüncü bir devletler bloğu oluşturmak amacıyla bir araya gelmişti.

İşte Belgrad, 1961’de soğuk savaşın en çok gemi azıya aldığı bir dönemde, dünya nüfusunun yarısından çoğunu temsil eden bu ülkelerin tüm liderlerini bir zirvede ağırlayan kent olmuştu.

Lakin,  onların bu görece nüfus çoğunluğuna karşın, ABD ile SSCB kutupları, nükleer silahlara da dayanan  bir “dehşet dengesi” oluşturuyordu.

Her birinin siyasal-ekonomik-toplumsal rejimleri birbirinden farklı olan bağlantısız ülkelerin çoğu ise kendi etnik, dinsel, toplumsal iç sorunlarıyla boğuşuyordu.

Doğal olarak,  üçüncü dünya diye de anılan bir çok ülkeyi bünyesinde bulunduran bu blok,  siyasal güç olarak ağırlık sahibi olamamıştı.

Bizim 37 yıl önce dışişleri bakanı Halefoğlu  ile gittiğimiz o Yugoslavya’nın da ne kadar çürük temeller üzerinde durduğu, çok değil, beş-altı yıl sonra ortaya çıkacaktı.

Sovyetler Birliğinin dağılmasında önemli bir pay sahibi olan batı dünyasının Yugoslavya’yı darmadağın etmesi için, Almanya’nın Hırvatistan’ı bağımsızlık ilanı için teşvik etmesi gibi bir fiske yetecekti .

Batı dünyası, SSCB’nin dağılmasıyla yetinmemiş , bağlantısızlar bloğunu da darmadağın ederek “globalizm” adını verdikleri kendi küresel sömürü düzenlerinin unsurları haline getirmişti.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti gibi birlik ve dayanışma iyi niyetiyle bir araya gelen federal devletlerin birlikten ayrılarak dış desteklerle bağımsızlık ilan etmeleri de kafi gelmeyecek, 20. Yüz yılın son on yılında Balkanlar, din temeline de dayanan kanlı savaşlara sahne olacaktı.

Bu savaştan akılda kalan, Bosna Hersek’in Sırp saldırıları sonucu harap olması, snaypır denilen sırp keskin nişancılarının asker-sivil, kadın-çocuk demeden Saraybosna sokaklarında cinayetler işlemeleri, Boşnak Srebrenitsa kasabasına  Sırp ordusunun saldırısında sistematik olarak binlerce sivilin katledilmesiydi

Bu katliam, “Srebrenitsa soykırımı” olarak anılacaktı..

*        *        *

1995 yılında meydana gelen katliamdan 29 yıl sonra, 35 yıldır Sırbistan adını taşıyan ülkenin başkenti olan Belgrad’ın Cumhuriyet meydanında dolaşırken,  tarihi bir binaya herkesin göreceği şekilde asılan İngilizce yazılmış şu pankart dikkatimi çekti:

“Balkanlar’da Soykırım Sadece Sırplara Karşı Yapılmıştır”

Önce, bunu bir  Sırp milliyetçisi örgütün yasadışı işi sandım.

Zira, Saraybosna başta olmak üzere Bosna Hersek ve Hırvatistan’da yaşananlar, bütün dünyanın gözleri önünde cereyan etmişti.

Birleşmiş Milletler, bu ülkelere, koruma gücü olarak 39 bin askerden oluşan aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 43 ülkeden birlikler göndermişti.

Sırbistan 1999 yılında da NATO hava güçlerinin saldırısına maruz kaldı ve ülke, Belgrad dahil NATO uçakları tarafından 78 gün bombalandı.

Görünürdeki amaç, o dönem görevde olan eski Yugoslavya’nın da yöneticisi olan Sırbistan devlet başkanı  Slobodan Miloseviç’in devrilmesiydi.

Olaylar baş döndürücü bir hızla  gelişti.

Miloseviç’i görevinden indirildi.

BM en yüksek yargı organı, Hollanda’nın Lahey kentindeki (bugün de soykırımla suçlanan İsrail’i yargılayan)  Uluslararası Adalet Divanı, kendisini yargılamak için yakalama emri çıkardı.

Sırbistan’ın yeni devlet başkanının karşı çıkmasına rağmen, Sırp hükümeti onu yakalayarak Lahey’e gönderilmesini sağladı.

Lahey’de “insanlığa karşı işlediği 66 suç” ithamıyla yargılanmaya başlayan Miloseviç, yakalandıktan dört yıl sonra,  tutulduğu hücrede öldü.

Bosna savaşında insanlığa karşı suç işlediği gerekçesiyle yargılanan bir de Bosnalı Sırp vardı.

Miloseviç’ler önce Sırbistan devlet başkanlığı da yapan Radovan Karadziç.

Savaş suçları ortaya çıktığında dört yıl boyunca ortadan kayboldu.

Sonradan Belgrad’da kılık değiştirip, eğitimini aldığı psikiyatri alanında çalışırken yakalandı. (Karadziç’in ak sakallı, kimsenin kuşkulanmayacağı bir görünüşle bir belediye otobüsünde yakalandığı söylenmişti. Ben de Belgrad’da tek tüm de olsa gördüğüm uzun ak sakallı birilerini gördüğümde, hep Karadzic aklıma geldi.)

O d Sırp hükümeti tarafından Lahey’e gönderildi.

Uluslararası Adalet Divanında yargılandı ve “sağlıklı her erkeği öldürmeyi ve Bosnalı müslüman toplumu sistematik olarak yok etmeyi amaçlayan” Srebrenica katliamından dolayı soykırımdan suçlu bulundu.

Buna cinayet ve Bosna ile Hırvatistan’da etnik temizlik suçları da eklenerek 40 yıl hapse mahkum edildi.

Yani, benim bir iki hafta önce Belgrad’ın en büyük meydanında gördüğüm ve önce inanamayarak korsan pankart sandığım ama, sürekli asıldığı binanın insanların en çok göreceği yerinde  kalan milliyetçi Sırp iddiası “Balkanlar’da Soykırım yalnızca Sırplara Karşı Yapılmıştır” sözü, yıllar önce uluslararası en büyük yargı organının kararıyla peşinen yalanlanmıştı.

*         *         *

Belgrad caddelerinde dolaşırken, insanların bir dönem halkların birliği ve kardeşliği için bir örnek oluşturduğu düşünülen Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetini özleyip özlemediklerini de düşündüm.

Bu konuda da, Sırp toplumunun pek de fikir birliği içinde olmadığı görüşüne vardım.

Belgrad üniversitesi Matematik fakültesinin tarihi binası önünde dolaşırken, bir sütun üzerinde, birinin diğerini iptal etmek istediği görülen üst üste iki çizim gördüm.

Önce bazı öğrenciler, sütunun üzerine komünizmi simgeleyen kırmızı bir orak çekiç amblemi çizmişti.

Bu amblemin üzerine ise, “geçit yok” anlamına gelen siyah renkte bir trafik işaretinin benzeri çizilmişti.

Bir başka duvarda da Kahrolsun Kapitalizm yazısının yanına, Anarşizmin simgesi eklenmişti. Daha da ilginci, o simgenin yanında 28 Haziran 1914 günü, Sırbistan’ı ziyaret etmekte olan Avusturya- Macaristan imparatorluğu veliahtı arşidük Ferdinand’ı  Saraybosna’da öldürerek 1. Dünya savaşının fitilini ateşleyen Gavrilo Princip’in resminin bulunmasıydı.

Zaten, Gavrilo’nun resmi, Belgrad’ın pek çok yerinde sık sık karşımıza çıkıyordu.

Anlaşılan, Sırp halkının nefes nefese geçen, bir bölümü dünya savaşına neden olan, bir bölümü dünyaya örnek gösterilen, bir bölümü de savaşla, kanla, soykırımla, katliamlarla anılan  110 yıllık geçmişi hakkında kafası hala karışıktı.

*           *          *

Oğlum Yusuf Barış Kartal’ın Matematik fakültesinde katıldığı bir çalışma dolayısıyla gittiğimiz Belgrad’da , günlük sosyal yaşama dair de pek çok şeyi gözleme olanağı bulduk.

Dünyanın pek çok ülkesinin kentlerinde karşılaşabileceğiniz Türk lokantalarının yanı sıra, bu 25-30 yıl öncesinin havadan bombalanan savaş kentine turizm amaçlı ya da iş bulmaya gelen vatandaşlarımızla karşılaştık.

Zaman zaman, takın geçmişte düşman bekledikleri Boşnakların açtığı restoranlara uğradık.

Sırbistan ile Bosna Hersek arasında gidiş gelişlerin çok rahat olduğunu, iki halk arasında artık düşmanca tavırların pek görülmediğini öğrendik.

Bu da doğal olarak bizi mutlu etti.

Sonuçta, Miloseviç’lerin, Karadziçlerin ayrıştırıcı, ırkçı politikalarının yerine, Tito’nun birlik ve dayanışma amaçlayan anlayışının yeniden ağır basma ihtimalinin belirdiğini gördük.

Belgrad’tan bu duygularla ayrıldık.

Coşkun KARTAL/Gazeteci

Coşkun KARTAL/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 5 Eylül 2024

Yazarın Tüm Yazıları