Siyasal İktidar Hayatımızın Ne kadar İçinde?
Siyasal iktidar, sahip olduğu güç ve otorite ile harekete geçirdiği devlet aygıtıyla kamusal ve özel alanı kuşatmış durumda. Çıkarılan kanunlar, yönetmelikle, genelgeler daha çok yaşamı kısıtlamaya, post-fordist yaşam temelinde sömürüyü artırmaya yöneliktir. Sağcı iktidarlar ne zaman bir reformdan söz etse orada hakların kısıtlanması söz konusudur.
Günümüzde popülist otoriter liderler dünyanın her yerinde etkilidir ve insanların yaşamları üzerinde belirleyici rol oynamaktadır. Bu yazının ortaya çıkmasının nedeni son okuduğun yazar Edouard Louis’in Babamı Kim Öldürdü anlatısıdır. Bir tür günce, anı, hikâye karışımı bir eser. Post modern edebiyatın özelliklerini taşıyor. Ama sahihliği, ortaya koyduğu gerçekler, insan ilişkilerinde ailenin, ebeveynlerin yol açtığı travmalar, taşrada hayatın baskıcı değişmezliği gibi konulara değinilir. Louis bunu yaparken diğer post modern edebiyatçılardan farklı olarak siyasal iktidarı, insanların yaşamında belirleyici bir aktör olarak sorunsallaştırıyor. Sorunların temel kaynağının ne olduğuna değiniyor, insani ilişkilerin değişmesinde siyasal iktidarın rolünü dikkati çekiyor.
Louis, ataerkil kültürün taşrada nasıl şekillendiğini baba-çocuk ilişkisi üzerinden ortaya koyuyor. Eşcinsel eğilimlerini ortaya koymasının annesi ve babası tarafından nasıl tepkiyle karşılandığını, taşrada nasıl dışlandığını anlatıyor. Dünyanın her yerinde taşrada benzer sorunlar yaşanıyor. Çünkü oralarda üretim ilişkileri yüzyıllardır oldukça yavaş değişiyor. İnsanların nerde çalışacakları belli. Kuşaklar boyu bir kast sistemindeki gibi benzer işte çalışıyorlar. Seçenekler sınırlı. Kendini gerçekleştirmenin olanakları yok. Sınırlı seçeneklerde insan kendisi olamıyor.
Louis’in babası önce o yaşamı kabul etmiyor başka yerlere gidiyor ama yetenek ve becerilerini kullanabileceği olanakları bulamıyor. Yaşadığı hayatın istediği hayat olmadığını Louis’in hem annesi hem de babası biliyor. Baba, sürekli içerek bu durumun üstesinden gelmeye çalışıyor. İçtikçe aile ilişkileri bozuluyor sonunda eşi onu evden kovuyor.
Louis ile babası arasında zaman zaman sevgi dolu ilişkiler de var. Ancak bu süreklilik kazanamıyor. Sonuçta baba bulunduğu ortamdaki değerlerin, normların etkisi altında.
Anlatıda, baba-oğul ilişkisinin zamanla nasıl değiştiğini Louis’in taşranın baskıcı ortamından çıkıp üniversite eğitimi sonrası yazarlık yaptığını öğreniyoruz. Günlük tarzında bir üslubu zaman zaman tercih eden yazar, gözlemlerine ve tanıklıklarına yer veriyor. Ebeveynlerin değil çocukların onları değiştirdiği saptaması da yerinde. Louis babasının dönüşümünü şöyle aktarır: “Ömrün borunca Fransa’nın tek sorununun yabancılar ve eşcinseller olduğunu tekrar edip duran sen, şimdi Fransa’daki ırkçılığı eleştiriyorsun, sana sevdiğim adamdan bahsetmemi istiyorsun. Çıkan kitaplarımı alıyorsun, tanıdığın insanlara hediye ediyorsun. O adam gitti yerine başkası geldi.”
Daha önce sağcı iktidarları destekleyen babası onu ziyarete gelen oğluna “siyasetle ilgileniyor musun hâlâ” diye sorunca Louis “evet daha fazla” diye yanıt verir. O birkaç saniye durduktan sonra şimdilerde unutulan rafa kaldırılan bir sözcüğü de kullanarak hayatının nasıl sıkışma içinde geçtiğini de içeren şu yanıtı verir: “Haklısın. Haklısın, galiba bir devrim şart.”
Edouard Louis, Babamı Kim Öldürdü adlı kitabında siyasal iktidarım makro ve mikro ilişkiler alanındaki etkisini ortaya koyar. Üstelik siyasetin yönetenler ve yönetilenler açısından tanımını da yapar: “Siyaset, egemenler için genellikle estetik bir meseledir. Bir tür kendini keşfetme yöntemi, bir tür dünyayı algılama, kişiliğini inşa etme biçimidir. Bizler içinse ölmek ya da yaşamak anlamına gelir.”
Siyasal iktidarda olanların çalışanların aleyhine aldıkları kararların onların yaşamlarında nasıl etkili olduğunu babasının yaşadıkları üzerinden açıklar. Örneğin fabrikada iş kazası sonrası bir süre çalışmayan babasının da etkileneceği Sarkozy’nin yancı olarak nitelendirdiği ve ona göre çalışmayan kesimlere yönelik kampanyasını eleştirir. Şöyle der: “Oysa Sarkozy seni tanımıyordu. Böyle düşünmeye hakkı yoktu, seni tanımıyordu. Egemenlerin bu aşağılayıcı tavrı belini iyice ezdi”
Yine Sarkozy’nin iktidara gelince Asgari Gelir Yardımı yerine Aktif Dayanışma Yardımı uygulamasının babası dahil çalışan kesimlerin sağlık sorunlarının çözümünü zorlaştırdığına işaret eden Louis, bu uygulamayla şart koşulan işi kabul edilmemesi durumunda alınan sosyal yardımları kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakıldığına işaret eder. O, önerilen işlerin 40 kilometre uzaklıkta, yarı zamanlı olduğunu belirtir. Bu durumda şu saptamada bulunur. “Nicolas Sarkozy ve Martin Hirsh senin belini eziyorlardı.”
Siyasal iktidarın okula dönüş yardımı olarak verdiği yüz Euro ile 6 kişilik aile olarak denize gittiklerini hatırlatan Louis, “Her şeye sahip olan bir ailenin siyasi bir kararı kutlamak için ne denize gittiğini ne gördüm ne de duydum, onlar bunu yapmaz çünkü siyaset onların hayatlarında neredeyse hiçbir şey değiştirmez. … Hiçbir hükümet onların belini ezemez, hiçbir hükümet onları denize koşturacak şeyler yapmaz. Siyaset onların hayatını değiştirmez.” diye yazar. Bu saptama toplumsal tabakalaşmanın keksin olduğu bir toplumda egemenlerin siyasetinin kimlere nasıl yaradığını ortaya koymaktadır.
Macron’un reformlara engel olarak gösterdiği büyük şehirlerden uzakta, iş bulamayan insanları “tembeller” olarak nitelendirmesine karşılık şunu yazar: “oysa bütün gün ofisinde oturup başkalarına emir yağdıran patronlara tembel denmiyor. Onlara tembel demek kimsenin aklına gelmiyor.”
Yine Macron’un hükümetinin en yoksul insanlardan ayda beş euro kestiğini buna karşılık aynı gün Fransa’nın en zenginleri için vergi indirimi yaptığını belirtiyor. Bu durum üzerine Louis babasına şöyle sesleniyor: “Emmanuel Macron senin boğazındaki lokmayı alıyor.”
51 sayfalık anlatıda Louis, siyasal iktidarın yaşamın her alanına nasıl sızdığını babası üzerinden açıklıyor. Şu saptaması siyasal iktidarın onu yöneten isimlerle vücut kazandığına da işaret ediyor. “ Hollade, Valls, El Khomri, Hirsh, Sarkozy, Macron, Bertrand, Chirac. Acının tarihinde isimleri yazılı. Senin yaşamının tarihi, seni yok etmek için birbirinin yerine geçen insanları tarihidir. Senin bedeninin tarihi, onu yok etmek için birbirinin yerine geçen bu isimlerin tarihidir. Bedeninin tarihi, siyasi tarihi suçluyor.”
Sıradan insanın bu gerçekliği kavraması, ancak siyasal bilinçle mümkün. Temel ihtiyaçlarını karşılamayanların çoğaldığı bir toplumda var olmak dışında yaşamı sürdürmek oldukça zor. Üstelik siyasi iktidar kavramı soyut değil isimler üzerinden işliyor. Onlar farklı coğrafyalarda da olsalar benzer tarzda üslubu kullanıyorlar. Bunu deşifre edecek entelektüellere ihtiyaç var.
Kemal ASLAN/Gazeteci-Yazar