John Lennon’un Saatinden MasterChef’e: Metalaşma Anlamımızı Nasıl Çalıyor?

0

John Lennon’un Saatinden MasterChef’e: Metalaşma Anlamımızı Nasıl Çalıyor?

New York Üniversitesi’nde davranış bilimleri ve istatistik profesörü olan Selçuk Şirin, geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesabından şöyle yakındı:

“Koca New Yorker sayfalarca makaleyi Lennon’un saatine ayırmış. İnsanların ünlülere ve markalara olan doğal ilgisi artık hastalık (obsession!) boyutunda pazarlanıyor. En büyük yoksulluk insanın kendi hayatına anlam bulmak için bir ünlü ya da markaya gereksinim duymasıdır.”

Bu eleştiri derin ve rahatsız edici bir olguyu gözler önüne seriyor: İnsanların ünlülere ve markalara olan ilgisinin metalaştırılması. Diğer insanların yaşamlarına, başarılarına ve hikayelerine duyduğumuz doğal merak, kapitalist toplumda titizlikle paketlenen ve kar amacıyla pazarlanan takıntılı bir saplantıya dönüşüyor. Bu metalaştırma yalnızca doğuştan gelen insani eğilimlerimizi sömürmekle kalmıyor, aynı zamanda daha derin bir toplumsal sorunu da şiddetlendiriyor: Ünlülerin yaşamlarında ve markalarda anlam arayışı ve bu eğilime eşlik edenvaroluşsal yoksullaşma.

Reality TV Tuzağı: MasterChef

“MasterChef” gibi reality TV programlarının popülerliğini düşünün. Aşçılık becerilerini sergilemek için bir platform olarak başlayan bu program, kişisel hikayelerin, rekabetlerin ve duygusal anların izleyicilerin ilgisini bağlamak için güçlendirildiği dramatik bir gösteriye dönüşüyor.
Yarışmacılar program yayınlandığı sürece geçici ünlüler haline geliyor; hayatları ve kişilikleri izleyicile tarafından mercek altına alınıyor. Program, son derece kişisel ve yaratıcı bir eylem olan yemek
pişirmeyi, şöhret arayışının çoğu zaman yemek pişirme sevgisini gölgede bıraktığı halka açık bir  yarışmaya dönüştürüyor.

Apple ile Statü Arayışı

Markalar da insan ilgisini metalaştırma sanatında ustalar. Örneğin neredeyse dini bir takipçi kitlesine sahip olan Apple’ı ele alalım. Apple’ın ürün lansmanları sadece yeni teknolojiyi sergilemekten ibaret değil; bunlar muazzam bir medya gürültüsü ve tüketici çılgınlığı yaratan, titizlikle düzenlenmiş etkinlikler. En son teknoloji olan bir Apple ürününe sahip olmak kişinin sosyal konumunu yükseltmek olarak algılanıyor ve markanın başarısı bu arzuları metalaştırma becerisinin bir kanıtı haline geliyor.

Jean Baudrillard

Metalaşma Felsefesi

Filozof Jean Baudrillard, tüketim toplumu üzerine yaptığı çalışmalarda metaların sadece kullanım nesneleri değil, sosyal anlamlar taşıyan semboller olduğunu savunur. Tüketim odaklı bir dünyada bireyler sahip oldukları şeyler aracılığıyla kimlik ve amaç arayışına girer, bu da sürekli bir arzu ve tüketim döngüsüne yol açar.. Bu olgu, Gucci ve Louis Vuitton gibi lüks markaların sadece kıyafet değil; bir yaşam tarzı, bir kimlik, elit bir gruba ait olma duygusu sattığı moda dünyasında da canlı bir şekilde görülüyor. Apple’ın pazarlama stratejileri de Baudrillard’ın
görüşlerini yansıtıyor. Marka sadece cihaz satmıyor; bir imaj, insanların arzuladığı bir statü sembolü satıyor.

Influencer’lar ve Takipçileri

İnsan ilgisinin metalaştırılması sosyal medya platformlarına da uzanıyor. Örneğin Instagram fenomenleri, gerçekliğin idealize edilmiş bir versiyonunu yaratmak için hayatlarını düzenliyorlar ve görünüşte mükemmel hayatlarını arzulayan milyonlarca takipçiyi kendilerine çekiyorlar. Bu durum, influencer’ların sponsorlu paylaşımlar ve marka ortaklıkları yoluyla popülerliklerinden para kazandıkları, takipçilerin ise benzer bir statüye ulaşmak için zaman ve para harcadıkları bir
döngü yaratıyor. Sonuç, öz değerin beğeniler, takipçiler ve marka bağlantıları ile ölçüldüğü yüzeysel bir kültür.

Varoluşsal Yoksulluk: Sahip Olmak mı Olmak mı?

Bu amansız metalaştırma daha derin bir varoluşsal krizi yansıtıyor. İnsanlar anlam bulmak için ünlülere ve markalara bel bağladıkça, bir tür varoluşsal yoksulluk yaşıyorlar. Filozof ve psikanalist Erich Fromm “Sahip Olmak Ya Da Olmak” adlı kitabında bu tehlikeye karşı uyarıda
bulunuyor: “Sahip olmaya” – mal ve statü biriktirmeye -; olmaktan – karakteri ve ilişkileri geliştirmekten – daha fazla odaklanmanın yabancılaşma ve tatminsizliğe yol açtığını savunuyor.

Gerçek Hayattan Bir Hikaye: Anna Sorokin

New York’ta zengin bir sosyetik gibi davranan dolandırıcı Anna Sorokin’in trajik hikayesini düşünün. Sorokin’in hikayesi, statü ve marka takıntısının kişinin çöküşüne nasıl yol açabileceğinin gerçek hayattan bir örneği. Elit çevrelere sızmayı, lüks otellerde kalmayı ve seçkin etkinliklere katılmayı,insanları uydurma zenginliğine ikna ederek başarmış. Halkı büyüleyen ve “Inventing Anna” ismiyle popüler bir Netflix dizisine uyarlanan hikayesi, şöhret ve marka saplantısının tehlikeli cazibesini vurguluyor. Sorokin’in yükselişi ve hapisle sonuçlanan
düşüşü, yüzeysel değerler üzerine inşa edilen bir hayata sıklıkla eşlik eden boşluğu ve nihai çöküşü gözler önüne seriyor.

Metalaşmanın Ötesinde Gerçek Anlamın İzinde

Dolayısıyla Selçuk Şirin’in gözlemi sadece bir modern medya eleştirisi değil, özerkliğimizi geri kazanmaya ve kendi içimizde anlamı yeniden keşfetmeye yönelik bir çağrı. İnsan ilgisinin metalaştırılması sadece sosyal bir hastalık değil, aynı zamanda zamanımızın, dikkatimizin ve hayatımızın çalınması. Bireysel deneyimlerimizin zenginliğini ortadan kaldırarak bizi sonsuz bir arzu ve tüketim döngüsü içinde sadece tüketicilere indirgeyen bir düzen. Bu döngüden kurtulmak için sahip olmaktan ziyade olmaya değer veren, değerimizin satın aldıklarımız veya sosyal konumumuzla değil, karakterimizin derinliği ve ilişkilerimizin samimiyetiyle ölçüldüğü bir yaşam geliştirelim. Bunu yaparak, modern varoluşun metalaşmış manzarasını aşabilir ve insanlığımızın kalbinde yatan gerçek anlamı yeniden keşfedebiliriz.

Derya ULUSOY/Felsefeci

Derya ULUSOY/kentekrani

Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız

www.kentekrani.com 28 Temmuz 2024