📽️ Midas’ın Kulaklarından Gratis Çılgınlığına: Güzelliğin Gerçek Yüzü
“Midas’ın kulakları eşek!”
Efsaneye göre güneşin, sanatın, müziğin tanrısı Apollon ile doğanın tanrısı Pan arasında bir müzik yarışması düzenlenir. Kral Midas, bu yarışmada jürilerden biridir. Pan’ın kavalıyla, Apollon’unsa gümüş liriyle melodiler çaldığı yarışmada, tüm jüriler oyunu lirden yara kullanır. Bir kişi dışında: Midas. Tanrı Apollon, oyunu Pan’a veren Midas’a çok kızar. “Güzel müziği ayırt edemeyen kulak insan kulağı olamaz, sana eşek kulağı yakışır,” diyerek Midas’ın kulaklarını eşek kulaklarına dönüştürür.
Midas, utancını gizlemek için kulaklarını büyük bir sarıkla gizlemeye çalışır. Ancak, saçlarını kesen berberi kulaklarını görür. Sessiz kalmaya yemin eder etmesine berberi, ancak sır bir insanın içinde uzun süre kalabilir mi? Berber, bu büyük sırrı saklamanın acısıyla başa çıkamayınca, dayanılmaz bir ıstırap çeker. Sonunda, sırrını bir kuyuya söylemeye karar verir.
Kuyunun başına eğilerek, “Midas’ın kulakları eşek!” diye bağırır. Böylece sır kuyudaki suya, sudan sazlara, sazlardan da rüzgarla etrafa yayılır. Sonunda kısa sürede bütün ülke Midas’ın eşek kulaklarını öğrenmiş olur…
Bu efsane, toplumun dış görünüşe olan takıntısı için uygun bir metafor sağlıyor. Midas’ın eşek kulaklarını gizleme çabası nasıl başarısızlıkla sonuçlandıysa, bizim gerçek görüntümüzü filtrelerle, photoshopla, makyajla maskeleme çabalarımız da aynı şekilde boşuna ve başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkum değil mi?
Gratis Çılgınlığı
Türkiye’nin popüler kişisel bakım ve kozmetik zincirlerinden Gratis, geçtiğimiz günlerde 15. kuruluş yıldönümünü ürünlerinde %75 oranında indirim yaparak kutladı. Coşkulu geçmesi beklenen etkinlik kısa sürede kaosa dönüştü. Güzellik ürünlerindeki yüksek indirimlerin cazibesine kapılan müşteriler, mağazalara akın etti; bu da kavgalara, ürün istiflemelerine ve stokların hızla tükenmesine yol açtı.
Midas’ın kulaklarını sarık altında saklama çabası gibi, kozmetik ve makyaj ürünleri aracılığıyla idealize edilmiş bir güzellik standartına ulaşma çaresizliği de daha derin bir toplumsal saplantıyı gözler önüne seriyor. Güvensizliklerimizin gerçek doğasını ve kusurlarımızı maskelemeye çalışmanın beyhudeliğini hatırlatıyor.
“Çünkü Sen Buna Değersin”
Benzer şekilde, dünyanın en büyük kozmetik şirketi L’Oréal Paris’in ünlü sloganı “Çünkü Sen Buna Değersin” (*”Because You’re Worth It”) , güzellik ürünlerinin görünüşümüzü ve görünüşte
değerimizi artırma vaadini özetliyor. Akılda kalıcı bir pazarlama cümlesinden daha fazlası olan bu slogan, fiziksel görünüm ile kişisel değeri eşitleyen bir denklem sunuyor. Altta yatan mesajsa açık: güzellik ürünleri değere ulaşmanın bir aracı. Bu tüketimci ideoloji, öz-değerin satın alınabileceğini öne sürerek içsel değer kavramının altını oyuyor.
Theodor Adorno ve Max Horkheimer, tüketim kültürünün insanları mutluluklarının ve öz değerlerinin satın aldıkları şeylere bağlı olduğuna inandırdığını savunur. Sonuç olarak, dış görünüşün değerle eş tutulduğu bir toplumda, bireyler değerli kabul edilmek için idealize edilmiş güzellik standartlarını karşılamaları gerektiğine inanmaya yönlendirilir. Bu da hiç bitmeyen bir tatminsizlik döngüsü yaratır, çünkü güzellik arayışı ulaşılamaz bir ideal için sonu gelmeyen bir arayışa dönüşür. Sonuç, öz-değerin içsel tatmin yerine dışsal onaylamaya tehlikeli bir şekilde bağlı olduğu bir toplumdur.
Dove ve Gerçek Güzellik Kampanyası
Bu tüketimci kampanyaların aksine, Unilever tarafından 2004 yılında başlatılan Dove Gerçek Güzellik Kampanyası, gerçekçi olmayan güzellik standartlarına karşı bir hareketi temsil eder.
Kadınların rötuşlanmamış görüntülerine yer veren Dove, güzelliği endişe yerine, bir güven kaynağı olarak yeniden tanımlamayı amaçlar. Kampanyanın videolarından biri olan “Dove Gerçek Güzellik Çizimleri” (*Dove Real Beauty Sketches), kadınların kendilerini nasıl
algıladıkları ile başkalarının onları nasıl algıladıkları arasındaki keskin farkı gösteren ilgi çekici bir sosyal deney sunar.
“Düşündüğünden Daha Güzelsin”
Videoda, sözlü tanımlamalara dayanarak ayrıntılı yüz çizimleri oluşturmak üzere eğitilen bir adli tıp sanatçısı yer alır. Kendisine birkaç kadının iki ayrı portresini çizme görevi verilir. İlk çizim için,her kadın kendi yüz hatlarını sanatçıya, sanatçı onu görmeden tarif eder. İkinci çizim içinse, kadınla kısa bir süre tanışmış olan bir yabancı, kadının yüz hatlarını sanatçıya tarif eder.
Sonuçlar çarpıcıdır. Kadınlar kendilerini tarif ederken, genellikle kusurları ve eksiklikleri olarak algıladıkları şeylere odaklanırlar. Ortaya çıkan çizimler daha eleştirel ve daha az gurur vericidir.
Buna karşılık, yabancıların tanımlamalarına dayanan çizimler daha olumlu ve gerçeğe daha yakındır. İki çizim arasındaki zıtlık, başkalarının bizi nasıl gördüğüne kıyasla kendimize karşı ne kadar sert olduğumuzu ortaya koyar. Video, benlik algısı ve öz-değer hakkında güçlü bir mesaj vererek birçok kadının düşündüğünden daha güzel olduğunu ve algıladıkları kusurlarına çok fazla odaklandıklarını gösterir.
Norveç Mevzuatı: Foucaultcu Bir Perspektif
Bireysel kampanyalardan ulusal politikaya geçecek olursak Norveç’in 2021 yılında çıkardığı ve photoshop ile düzenlenmiş reklam görsellerine etiket konulmasını zorunlu kılan yasaya, Michel Foucault’nun “biyo-iktidar” fikri üzerinden bir bakalım.
Foucault’nun biyo-iktidar kavramı, iktidarın sadece yasalar aracılığıyla değil, aynı zamanda insanların nasıl davrandığını ve kendilerini nasıl gördüğünü etkileyen sosyal normlar ve beklentiler aracılığıyla da işlediğini açıklar.
Biyo-iktidar, neyin normal ya da arzu edilir olduğunu tanımlayarak toplumları düzenlemeyi ve kontrol etmeyi amaçlar. Bu da, insanların kimliklerini ve davranışlarını şekillendiren medya, eğitim ve reklam yoluyla yapılır.
Biyoiktidar ve Güzellik Endüstrisi
Güzellik endüstrisi, etkisini gerçekçi olmayan güzellik standartlarını teşvik etmek için kullanır..
Reklamlar ve medya, insanların nasıl görünmesi gerektiğine dair idealize edilmiş görüntüler göstererek bireylerin kendilerini ve başkalarını nasıl gördüklerini etkiler.
Örneğin, cilt bakım ürünlerinin reklamlarında mükemmel pürüzsüzlükte ve lekesiz bir cilde sahip modeller gösterilebilir. Bu görüntüler, böylesi bir mükemmelliğin ulaşılabilir ve arzu edilir olduğuna dair bir beklenti yaratarak, bireylerin bu standartları karşılamadıklarında kendilerini
yetersiz hissetmelerine yol açar. Bu durum, güzellik ürünlerinin aşırı kullanımı, kozmetik prosedürler ve hatta düşük öz-saygı ve dismorfofobi gibi ruh sağlığı sorunlarıyla sonuçlanabilir.
Biyoiktidara Meydan Okuyan Yasa
Norveç’in mevzuatı, photoshop uygulanmış, filtrelenmiş, düzenlenmiş görüntülerin açıkça etiketlenmesini zorunlu kılarak bu dinamiği bozmayı amaçlıyor. Böylece yasa, bu görüntülerin yapay doğasını kamuya şeffaf hale getirmeyi hedefliyor. Tüketicilerin, bir görüntünün düzenlendiğini belirten bir etiket gördüklerinde, gördüklerinin ulaşılabilir bir gerçeklik değil de, manipüle edilmiş bir ideal olduğunun farkına varmaları sağlanıyor. Bu farkındalık, gerçekçi olmayan standartlara uyma baskısını azaltabilir ve toplumda daha sağlıklı ve gerçekçi bir güzellik algısının teşvik edilmesine yönelik önemli bir adım olabilir.
Oscar Wilde’ın Bilgeliği: Gerçek Güzelliğin Zamansız Özü
Oscar Wilde’ın Dorian Gray’in Portresi’nde bilgece belirttiği gibi,
“Güzellik, Deha’nın bir biçimidir – aslında Deha’dan daha yüksektir, çünkü hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymaz. Güneş ışığı, bahar mevsimi ya da ay dediğimiz o gümüş kabuğun karanlık sulardaki yansıması gibi dünyanın en büyük gerçeklerinden biridir.”
Yapay güzellikler ve ulaşılmaz standartlarla dolu bir dünyada, Oscar Wilde’ın güzellik üzerine düşünceleri bize güzelliğin zamansız ve içsel doğasını hatırlatıyor. Deha gibi gerçek güzellik de içten yayılır, süsleme gerektirmez ve doğa harikalarının sadeliği ve derinliğiyle yankılanır. Kral Midas efsanesi bize hiçbir dış örtünün gerçek benliğimizi gizleyemeyeceğini öğretir; benzer şekilde, yapay güzellik için çabalamak da yalnızca gerçek özümüzü gizler. Bu bilgeliği benimsemek, güzelliği taktığımız bir maske olarak değil, ruhumuzdan parlayan ve etrafımızdaki dünyayı aydınlatan kalıcı bir ışık olarak görmemizi sağlayabilir.
Derya ULUSOY/Felsefeci