MÜLTECİ DÜŞMANLIĞI MESELESİ
“Halk geçim kaynaklarını ve yaşam tarzını tehlikede görürse mülteci karşıtlığı, hatta düşmanlığı kaçınılmaz olur.”
Kayseri’de bir çocuğun Suriyeli bir göçmen tarafından taciz edilmesiyle başlayıp birden bire başka boyut kazanan olaylar yüreğimizi titretti.
Üstelik, olaylarla ilgili açıklamalara bakıldığında, epeyce bir süreden beri kanayan bir yara halini alan mülteci sorunu, kısa vadede çözümü kavuşacak bir görünüm arzetmiyor.
Oysa tarihi boyunca pek çok toplumsal göç olayına ev sahipliği yapmış olan ülkemizin bu konuda oldukça deneyimli olması gerekmez miydi?
Bu konuda bu günlere gelineceğini ön görerek alınması gereken önlemler yok muydu?
Bu ülkenin en başta ekonomisini düzenleyenlerin, diplomasisini yönetenlerin, çalışma hayatından sorumlu olanların, asayiş güçlerinin, yüzlerce üniversitenin sosyoloji bölümlerinde görev yapanların araştırmalar yapıp bugünlere gelineceğini gösteren raporlar hazırlaması icap etmiyor muydu?
Sadece “müslüman halkımız savaştan kaçan din kardeşlerini nasıl olsa bağrına basar “ iyimserliğiyle davranıp, ülkede yükselecek itirazlar ön görülmemiş miydi?
X X X
İnsanlık tarihi, bir göçler tarihidir aynı zamanda.
Göçlerin tarihi de göçebelik dönemlerinde başlar.
O dönem kavimlerinin göçlerinin temel nedeni, yaşamınlarını sürdürmek için kaynak arayışıdır.
Bu arayış, her kavmin bulduğu yaşamsal kaynakların kendine yeteceğini düşündüğü toprağa yerleşme günlerine dek devam etmiştir.
Kimi zaman bulunan kaynaklara başka kavimlerin göz dikmesi nedeniyle kanlı savaşlar yaşanmış, en güçlü olan yerinde kalmıştır.
Toplumların kendilerine yurt bellediği tüm ülkelerin göz dikenleri, onları ellerinden almak isteyenleri olmuştur.
Kimi zaman komşuların, kimi zaman uzak ülkelerden gelen gözü doymuş sömürgecilerin kaynakları sahip olanın elinden almak için – zaman zaman başka bahaneler göstererek de olsa- yaptığı saldırılar, küçük büyük savaşların temel nedenidir.
Kuşkusuz, tüm savaşların en büyük kurbanları sivillerdir.
Sahip olduklarını sandıkları ülkede işinde gücünde hayatını sürdürmeye, çocuklarını büyütmeye çalışırken saldırıya uğrayan, hayatı tehlikeye düşen siviller, çocuk, yaşlı, kadın demeden sadece kendilerini ve ailelerini kurtarmak için yollara düşerler.
Gittikleri yerlerde nasıl geçimlerini sağlayacakları, nerede kalacakları , oraların yerlileri tarafından nasıl karşılanacakları konusunda fikirleri yoktur.
Aslında tüm göç olaylarında deyim yerindeyse zurnanın zırt dediği yer burasıdır!
Eğer göç edilen yerlerde, devlet, yerinde düzenlemelerle, yerleşik halkı, yaşam tarzının, işinin gücünün, güvenliğinin tehlikede olmayacağına inandırabilirse, mültecilere yaklaşım daha iyi, hoş görülü olabilir.
Eğer yerleşik halk geçim kaynaklarını, alışa geldiği yaşam tarzını tehlikede görürse mülteci karşıtlığı, hatta düşmanlığı kaçınılmaz olur.
Giderek sağ duyu kaybolur, işler “defolun gidin ülkemizden” meselesine dönüşür.
Yani mesele basit bir ırkçılık, siyasal ideoloji meselesi değildir.
Tabii ki, kendi ırkçılıkları ya da siyasal ideolojileri yüzünden bu ortamdan yararlanmak isteyenler olması kaçınılmazdır.
Hatta bazı resmi açıklamalarda olduğu gibi suç geçmişi bulunan bazı grupların da yağmacılık vb nedenlerle saldıran gruplar içinde yer alması da rastlanacak bir durumdur.
Ancak bu, meselenin temel nedenini belirlemeye, yerleşik insanları bu nefret ortamlarına sürükleyen sebepleri tespit etmeye yetmez.
Bu tür olayların iki yönü vardır.
Belli ki mülteci sorunu ırkçı, ideolojik hiçbir yönü olmayan geniş halk kesimlerinde de büyük rahatsızlıklar yaratmaktadır.
Bu rahatsızlıkların başında, göçmenlere bir çok ayrıcalıklar tanındığı, yerleşik insanlara verilmeyen maddi olanaklar sağlandığı iddiaları geliyor.
Bunun dışında, bazı yerlerde göçmenlerin boğaz tokluğuna çalışması yüzünden kimi iş yerlerinin onları yerli halka tercih ettiklerik çok söylenen bir konu.
Yerli halk, “mülteciler geldi ekmeğimizi elimizden aldı” psikozuna girerse, konuya dostluk duyguları ile yaklaşmaları hayal olur.
Öte yandan, göçmenlerin sayısı milyonları bulduğunda, o toplumun da yerleşik halka yönelik tehlike oluşturma durumu başlar.
Çünkü onlar, gelenekleri, görenekleri, yaşam tarzları, alışkanlıklarıyla gelmiştir ve toplu halde yaşayarak bunları sürdürecek ortamlar içinde bulunmaktadır.
Toplu halde yaşama, karşı örgütlenme olanağı yaratır ki, en tehlikelisi ve önüne geçilmesi gereken de budur.
Onun için görev, devletindir.
Çok sıkı güvenlik önlemleriyle patlama halinde baş gösteren tehlikeye karşı sığınmacılar korunurken, içlerinde gelişebilecek tepkisel davranışlar da törpülemelidir.
Öte yandan, göçmenlerin gelir gelmez sağlanan olanaklarla bu ülkenin yurttaşlarından daha iyi duruma getirileri düşüncesinin ortadan kalkmasını sağlayacak önlemler alınmalıdır.
Yoksa, bu mesele daha çok baş ağrıtır!
Coşkun KARTAL/Gazeteci
Coşkun KARTAL/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 4 Temmuz 2024