Meltem TERZİOĞLU/ Yazar/Çevirmen /Arkeolog / SÖYLEŞİ
‘Bir gün yazmasam delirir miyim, bilmem. Belki de deli olduğum için yazıyorumdur. Bilinmez.”
‘Derin’ ve ‘Hiçkimsenin dünyasında’ kitaplarının yazarı, ‘Tanrıların Oyunu’ kitabının çevirmeni İzmirli Arkeolog/Yazar Meltem Terzioğlu ile edebiyat ve yazarlık üzerine konuştuk. İyi okumalar
Edebiyatla tanışmanız ne zaman oldu diye söyleşiye başlamak istiyorum ve devamında da ekleyeyim; Hayatınızın neresinde konumluyorsunuz yazmayı?
Öncelikle merhaba. Bu soruya yanıt vermem için 12-13 yaşlarıma, çok zaman önceye gitmem gerek. Buna edebiyatla tanışmak denir mi, bilmem. Henüz kendimi tanıyamamış biri olarak kim olduğuma dair kafamda dönen soruları bulmaya çalıştığım vakitler belki de. Ancak insan farkında olmadan yönelimi olduğu alanlarla bir şekilde buluşuyor. Edebiyatla tanıştığım ortaokul yıllarımda -belki klasik bir yanıt olarak görülecek- hayatıma dokunan bir öğretmen eli var. Aslında çok unutkanımdır, isim hafızam hiç iyi değildir ancak Türkçe öğretmenimin adını hiç unutmam, Mehmet. Kendisi yazmaya olan olan eğilimimi fark etmiş olacak ki yarışmalar katılmam için beni çok cesaretlendirdi. Sürekli olarak kompozisyon ve şiir yazıp kendisiyle paylaştığım yıllardı. Bir gün öğretmenimin verdiği cesaretin de etkisiyle ilçe çapında düzenlenen bir şiir yarışmasına katıldım ve birincilik elde ettim. Unutulmaz bir anı ve büyük motivasyon oldu bu benim için. İşte edebiyatla ilk merhabalaşmam böyle oldu. Yazmak, aklımdan geçip de dile getiremediklerimi hayal gücümle harmanlayıp fırına verdiğim bir akşam yemeği gibi benim için. Yemeğin lezzetli olup olmadığı okurlara kalıyor, bazen bu yemeği kimseyle paylaşmadığım da oluyor tabii. Okurlar beslenmese de ben besleniyorum. Besin, herkesin hayatında önemli bir noktadadır öyle değil mi? İşte, yazmak da benim hayatım da bu denli önemli. Bir gün yazmasam delirir miyim, bilmem. Belki de deli olduğum için yazıyorumdur. Bilinmez.
Arkeologsunuz, yazarlığınız, şairliğiniz ve bir de çevirmenliğiniz var. Bilmediğim başka bir yeteneğiniz var mı? Bunları sormuşken ekleyeyim. Sizi tanıyabilir miyiz? Meltem Terzioğlu kendisini en iyi nasıl ifade eder? Kimleri sever, kimleri okur? Olmazsa olmazları var mıdır?
Teveccühünüz, teşekkür ediyorum. Ben her çiçekten bal alan bir arı gibi hissediyorum kendimi. Bu bazen güzel bir şey olmuyor, tek bir alanda uzmanlaşmak varken birçok konuda fikir sahibi olup derine inemiyor insan. Tabii arkeolojiyi saf dışı bırakıyorum. Mesleki hayatım arkeolog olma yolunda ilerledi keza yüksek lisansım da arkeoloji üzerine, aktif bir şekilde de hayatımı arkeolojiyle idame ediyorum. Geri kalan zamanlarda da okumak ve yazmakla nefes alıyorum. Sanatın her kolu beni kendine çekiyor aslında. Yetenek diyemem, sadece kendime kalmak diyebilirim bu söyleyeceklerime ama bir dönem karakalem çizimlerle haşır neşirdim. Bir dönem mızıka öğrenmeye heves ettim, tabii ki hepsi yarım yamalak. Küçük yaşlarda tiyatroyla uğraşıp küçük çaplı oyunlarda sahne aldım. Hâlâ içimde dinmeyen bir istek besliyorum tiyatroya karşı. Dediğim gibi, hepsinden ufak parçalar. Kendimi çok renkli bir kişi olarak ifade edebilirim sanırım. Giyim kuşam ve sonunu getiremediğim çeşitli ilgi alanları. O sebeple tek tip biri hiç olamadım. Olmazsa olmazlarım yok ancak sevdiklerim var tabii. Eskiden klasikçiydim yani okumalara klasikler ile başladım. Okuma zevkim de sabit kalmadı tabii. Şiirin yanında öykü yazıyor olduğum için de sanıyorum öykü kitapları okuma listemde ağır basıyor. Bir de büyülü gerçekçilikle yazılan eserleri ayrıca ilgi çekçi buluyorum. Bu alanda Jorge Luis Borges, Alberto Manguel, Sadık Hidâyet ve Türk edebiyatında İhsan Oktay Anar keyifle okuduğum isimler. Büyülü gerçekçilik dışına çıkarsak Ayfer Tunç ismini anmazsam olmaz, kendisi keyifle okuduğum isimlerden. Murathan Mungan’ın Eldivenler, Hikâyeler kitabını bitirdim güncel olarak.
Yazarlıkla çevirmenlik arasındaki en belirgin fark nedir diye bir soru sorsam cevabınız ne olur?
Yazarken serbestsiniz ve temeli atılmamış bir alanda koca bir dünya inşa etmeniz mümkün. Kendinize ait bir dünya. Ancak çeviride bu özgür alanınız yok, hâlihazırda inşa edilmiş bir dünya. Üstelik kendi dünyanız da değil bu ve siz buradaki düzeni, duyguyu bozmadan okurlara bunun izahını yapmak durumundasınız. Hem doğal bir çizgide gitmeli hem de bütünlüğü bozmamalısınız. Zorluklarına karşın çok büyük keyif aldım, yazarın dili olmak büyük bir haz uyandırıyor insanda. Çevirisini yaptığım Tanrıların Oyunu adlı eserde Afro-Amerikan yerel dili hâkimdi ve bu beni ilk etaplarda oldukça zorlamıştı. Ancak yeni bir şeyler öğrenmek ve yenilenmek gibisi yok.
Yazarken belirli bir rutin veya ritüeliniz var mı? İlham tıkandığında veya yazma motivasyonunuzu kaybettiğinizde ne yaparsınız?
Aslında herhangi bir ritüelim olduğunu söyleyemem, bu da standart bir hayat anlayışım olmadığı için belki. Özellikle şiirlerimin bazılarını yeri gelir dışarıda, yolculukta yazdığım da olur. İlhamın ne zaman geleceği belli olmuyor, bazen de uğrayası gelmiyor tabii. Evdeysem müzik ve içecek bir şeyler eşliğinde laptop başına geçebiliyorum bunu ritüelden sayacak olursanız. Bir de özellikle dinlendirici müzikler seçiyorum. İlham gelmeyecek olursa bazı şeyleri akışına bırakmayı tercih ederim, zorlama olan her iş samimiyetsiz ve eğreti duruyor kanımca.
Eserlerinizde toplumsal meseleleri ele alıyor musunuz?
Sanıyorum birkaç istisna haricinde şiirlerim kendi dünyamı yansıtıyor. Daha bireysel bir izlek yakalıyorum diyebilirim, tamamen bilinç dışı yaptığım bir şey. Ancak öykülerimde öyle olmuyor, genelde insan ilişkilerine dayalı bir sonuca varıyorum. O sebeple karakter yaratımı öncelikli geliyor bende. Karakterler ve kurgu bağlamında oluşuyor mekân.
Günümüz edebiyat dünyasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’deki ve dünyadaki edebi trendler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Günümüz edebiyatında yapılan bazı deneysel çalışmalar, kaliteli üretimler elbet oluyor. Mesela Latife Tekin gibi duruşu sağlam, edebiyatın kalitesini arttıran yazarlarımız mevcut. Kendisinin en son romanı olan “Zamansız” adlı eseri okudum ve yazarın güvenli alanından çıkarak yarattığı bambaşka bir dünyaya şahit oldum. Büyülü gerçekçiliğin büyülü kısmı ağır basıyor eserde ve düzyazı şiir diyebileceğim bir şiirsellikte. Bu çalışmalar çok kıymetli, olanın dışına çıkabilme cesareti. Fakat günümüz edebiyatının “maalesef” ile başlayacağım eksileri de mevcut. Maalesef günümüz edebiyatında popülizm işliyor ve popülizmle beraber kalite düşüyor, nicelik arşa çıkıyor. Üretmek güzel de asıl önemli olan ne ürettiğin. Adının bıraktığı izin kadar varlığın. Eş, dost güzellemeleriyle kaleminin değeri biçiliyor. Bunun için inandığın yoldan sapmadan, kendini gelişime kapatmadan yaptığın işe devam etmen gerekiyor. Bir de özellikle ‘‘Kitap mı yazdınız? Gelin, basalım’’ sloganlarıyla niteliksiz yayınevleri çok fazla. Üretmek ve üreteni teşvik etmek elbette çok güzel bir şey. Ancak işin içine ticari kaygılar girdikçe yazarlık, ‘‘Haydi bir kitabım olsun’’ diyen kişilerin tutkusundan öteye gidemeyecek.
Sosyal medyanın edebi dünyada yarattığı değişiklikler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Verimli kullanıldığı taktirde gelişmeyi, dijital çağın getirilerini yanlış bulmuyorum aslında. Tamamen nasıl kullanıldığına bağlı bir durum ancak sosyal medyanın yaratımı olan bazı götürülerden kaçmak mümkün olmuyor. Edebiyat dediğimizde şiir, roman, öykü, deneme gibi türleriyle “metin” kavramı aklımıza gelir. Edebiyat, metin yazma, sözü sevme ve sürdürme, dünyayı dile çevirme ve dilde görme sanatı demektir aslında. Edebiyatın birçok alanla ilişkili olması sosyal medyada da kendine yer edinebilmesini sağladı. Edebiyatın hem etkileyen hem de etkilenen konumda olması, dilin değişime uğraması gibi unsurlar, edebiyatın yeni değişimler içerisine girmesine neden oluyor tabii. Teknolojinin gelişmesi, popüler kültürün güçlenmesi, özgürlükçü, demokratik ve modern bir sistem vaadinin getirmiş olduğu yenilikler… Edebiyatı büyük ölçüde boyunduruğu altına alan unsurlar. Sosyal medyanın Türkçe ve alışılmış edebiyatı etkilemesi, edebi ürünlerin hem biçimini hem de kalitesini büyük oranda etkiliyor. Sosyal medya şair ve yazarlarının birçok kişiye ulaşmak ve dikkat çekmek adına ürünlerini hızlı ve özentisiz bir şekilde meydana getirmeleri, ürünlerini basit ve estetikten yoksun bir hâle getiriyor. Bu durum, dilin ve edebiyatın yozlaşmasına sebep oluyor bana soracak olursanız. Güzel şeyler olmuyor mu? Oluyor tabii. Yine de günümüz edebiyatına dair içimdeki acabalar ağır basıyor.
Kitaplarınızdaki karakterleri oluştururken nelerden ilham alıyorsunuz? Gerçek hayattan esinlenme durumu oluyor mu? Kendinizden esintiler taşıyan karakterleriniz var mı?
İlham, ucu açık bir kavram bende. Anlık ve nereden geleceği belli olmayan. Dolapta unutulmuş, köşede kalmış, kurumuş bir kuru eriğe şiir yazdığım da oldu. Aslında karşıma çıkan nesne, kişi her neyse onunla bir bağ kurmalıyım ilham ala bilmem için. Genelde iç dünyamın hasbihâl edişiyle canlanıyor yazdıklarım ve karakterlerim. Öykü kitabımdaki karakterlere baktığımda kendime çok zıt olduklarını görüyorum. Bir de ana karakterlerimin çoğunun erkek olduğu gözlemine vardım, bu bilinçli bir üretim değildi bu arada. Sanırım kendimi yaratacağım kişi yerine koymak, kendimden başka karakterler yaratmak çok daha zevkli geliyor bana. Diğer türlü işin kolayına kaçmak gibi.
Gelecek projeleriniz neler, isminizi nerelerde göreceğiz?
Çevirilere devam etme niyetindeyim. Dosya hâline getirilecek bir öykü bir de şiir çalışmalarım mevcut. Kitap çıkartmak için bu kez acele etmeye niyetim yok aslında. Aynı zamanda Öykü Gazetesi’nin yayın kurulunda yer alıyorum, işin mutfağında olup da çorbaya tuz ekebilme gayretinde olduğum uğraşım da var.
Genç yazarlara ve yazma hevesi olanlara ne gibi tavsiyeler verirsiniz?
İyi bir yazar olduğum iddiasıyla söylemiyorum bu dediklerimi. Ben de gelişiyor, ilerlemek için çaba sarf ediyorum elbette. Tecrübeyle sabitlenmiş detaylar denebilir. Öncelikle yazabilmek, kaliteli üretim yapabilmek için -klasik bir söylemdir, ancak gerçektir- okumak gerekir. Yazma hevesi çok cılız kalıyor bana göre, hevesten öte bir uğraştır yazmak bence. Bir şeylere heves edip, hızlıca davranarak hareket etmek kontrolsüzlüğü getirir. Sabretmek iyidir. Okuma arkadaşları güzeldir, yazdıklarının üstüne eleştiri yaparak seni bir sonraki adıma taşıyacak dostlar baş tacıdır.
Röportajlarımın klasik sorusudur. Size de sormak istiyorum. Elinizde sihirli bir değnek olsaydı ne yapmak isterdiniz?
Ne yapardım bilmiyorum ancak ne yapmayacağımı biliyorum. Dünyanın renklerine dokunmazdım. Ne demek istediğimin detayı Pleasantville filminde yer alıyor. İzleyeceklere iyi seyirler dilerim.