Köpeklerin kaderi…
Türkiye’de son 2 yılda 40’ı çocuk 92 kişi başıboş köpekler yüzünden hayatını kaybetti. Bir yanda her bir canlının yaşama hakkı diğer yanda çoluk çocuğun sokakta saldırıya uğrama korkusu bu sorunu önemli bir madde olarak ülke gündemine soktu. Hazırlanan yasa taslağında ise 30 günde sahiplenilmeyen sokak köpeklerinin uyutulmasına ilişkin maddenin yer alması tartışmayı körükledi.
Hayvan sözcüğü’ Arapça ‘canlı’, ‘diri’ anlamındaki ‘Hayevan’ kelimesinden geliyor. Kelimenin kökeni gibi canlı olarak her birinin yaşam hakkı tartışmasız. Ancak geçmiş tarihten beri yol açtıkları sağlık sorunları onların yaşam hakkını tehdit ediyor. Resmi rakamlara göre 2 milyon olan ülkemizdeki sokak köpeği sayısının gerçekte 4 milyona ulaşması sorunun büyüklüğünü de ortaya koyuyor.
Türk halkı sevgi ve merhamet duygularının yanı sıra hayvan beslemeyi sevap olarak da görüyor. Osmanlı’da bu nedenle toplumda ‘Mancacılık’ denilen meslek dahi vardı. Sokakta koloniler halinde yaşayan kedi köpekleri beslemek içindi.
İtalyanca yiyecek anlamında olan ‘Manca’ kelimesi Osmanlı’da halk dilinde ‘ciğer’, ‘dalak’ gibi sakatatlara verilen isimdi. Mancacılar, sırıklar üzerine dizilen pişmiş sakatatları sokakta dolaştırır, ‘Kedi mancası’ veya ‘Köpek mancası’ diye bağırırdı. Bunu duyan halk da mancacıdan parasını verip aldığı ciğer, dalak gibi yiyecekle hayvanları beslerdi.
Şimdi mancacılar kalmasa da hala kuş yemi satanları görmek mümkün.
Halkın sevgisinin yanı sıra padişahlar da hayvanları koruyan önlemler alırdı. Hayvanlara aşırı yük taşıtılmaması, yük taşımaktan dönen hayvanları dinlendirmeden üstüne binilmemesi gibi düzenlemeler yapıldı.
Yabancı gezginler, gerek mancacıları gerek halkın hayvan sevgisini kaleme aldı. Bugün olduğu gibi o zamanlar da Avrupa’da sokak hayvanı olmaması dikkat çekiyordu. Bu nedenle yabancılar şaşırıyordu. Kimi bizdeki durumu ilkellik olarak nitelendiriyor kimisi de köpeklerin sokaklara atılan çöpleri yediği ve geceleri bekçi gibi kullanıldığı için beslendiğini yazıyordu. Bu kısmen doğruydu da…
-Sürgün denemeleri-
2. Mahmud döneminde bir İngiliz’in sokakta saldırıya uğraması diplomatik krize neden olunca ilk sürgün denendi. 2. Mahmud köpekleri ıssız adaya göndertti. Ancak halkın karşı çıkmasıyla köpekler yeniden İstanbul’a geri getirildi.
Adülaziz döneminde de köpekler yine ıssız bir yere sürüldü, ancak Çemberlitaş’ta çıkan ve Kumkapı’ya kadar yayılan büyük yangın bir ceza olarak yorumlandı. Köpekler yine geri döndü.
-Moderleşme ve köpekler-
Ancak modernleşme çabalarına engel görülen köpeklerle ilgili uzaklaştırma çabaları aralıklarla devam etti.
Başıboş köpeklerin çoğalmasının modernleşmeyle bağdaşmadığı o zamanlar da yazılıp çizildi. Şinasi, Abdullah Cevdet gibi modernleşme yanlısı yazarlar, sokak köpeklerine karşı çıktı.Şinasi, itlafı değil dişi ve erkek köpeklerin birbirinden uzak noktalara götürülmesini önerdi.
-80 bin köpek ölüme terk edildi-
2. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul Belediye Başkanı Suphi Bey’in emriyle toplatılan köpekler hayırsız ada olarak bilinen Sivriada’ya sürüldü. 1910 haziran ayındaki bu sürgün tarihteki ilk köpek sürgünü olarak yerini aldı. Halk da para vaat edilerek hayvan toplama işine dahil edildi. Yakaladığı köpeklerin kuyruğunu kesenler kuyruk başına para aldı. Toplanan köpeklerin sayısı 80 bine yakındı.
Avrupa ve hayvan hakları savunucuları tepki gösterdi. Tarihimizin ilk hayvan hakları sivil toplum örgütü Beyoğlu’nda kuruldu. Adı Himaye-i Hayvanat Cemiyeti oldu. Ancak cemiyet ‘hayvanlara sürgün’ yerine ‘acısız ölüm’ üzerine çalıştı.
-Kuduz tehlikesiyle itlaf-
Sonraları belediye başkanı olan Cemil Topuzlu anılarında, yaşanan sürgüne rağmen görevi sırasında kentte 30 bine yakın köpeğin olduğunu yazdı.
Bu tarihten sonra hayvanların sürgünü yerine kuduz tehlikesi nedeniyle itlaf edilmesi öne çıktı.
1932’de yayınlanan genelgeyle sahipsiz ya da maskesiz köpeklerin itlaf edileceği, sahipli köpeklerin başıboş dolaştırılamayacağı sadece geceleri bekçi olarak kullanılmak üzere başıboş bırakılabilecegi duyuruldu.
-Eşyadan canlıya-
Günümüze kadar uzanan dönemlerde genelde sevimli dostlarımızın yaşam hakları gözardı edildi. Birer eşya gibi görüldü. 1926’da uygulanmaya başlanan yasada “sahipli hayvanı öldürene ‘mala zarar vermek’ suçundan para cezası” getirildi.
2003’te Hayvanlarının Korunmasına Dair Avrupa Sözleşmesi TBMM’de kabul edildi. 2004’te 5199 sayılı yasa yürürlüğe girdi.
Türkiye şimdi sorunun her canlının yaşam hakkına saygı çerçevesinde çözülmesini bekliyor.
Zeynep Nurten UZER