“ÖLDÜRMEYİN GARİPLERİ!”
Son günlerin popüler tartışması, sahipsiz sokak hayvanlarının belirli bir sürede sahiplenilmezlerse uyutulması meselesi.
Bu görevi yerine getirmesi öngörülen de devletin ilgili birimleri.
Bu konu gündeme geldiğinden beri, köşe yazılarında, sosyal medya platformlarında insanların birbirine hakaret düzeyine varan atışmalarına tanık oluyoruz.
Hayvanseverler “suçsuz masum hayvanlar yaşayıp gidiyorlar, ne istiyorsunuz onlardan?” diye feverân içinde.
Uyutulma fikrini destekleyenler ise, zaman zaman saldırganlaşan sokak hayvanlarının, özellikle köpeklerin insanlara zarar verdiklerini iddia ediyorlar.
Bazı kentlerin bazı semtlerinde çeteleşen köpek grupları yüzünden sokaklarda yürünemediği söyleniyor.
(Bu arada sokak kedileri meselesine değinen yok, zira hem onlar saldırgan değil, hem farelerin ortalıkta cirit atmasına bir yerde varlıklarıyla engel oluyorlar.)
Köpekler konusunda her taraf “kendine göre haklı” gerekçelerle görüşlerini savunuyor.
Tartışma, insana zarar verilip verilmediği üzerinden yürütülüyor.
Oysa, bu yasa önerisi gerçekleşirse, halen yürürlükte olan ve ihlal edildikleri için hayvanlara işkence eden hastalıklı tiplerin derdest edilip cezalandırıldığı yasalar alenen çiğnenmiş olacak.
Yeni yasa eskisini ortadan kaldırır demeyin.
Bu durumda da, Türkiye, gelişmiş dünyanın standartlarına uyum sağladığı düzenlemelerden geri adım atacak ve bile bile çağdaş dünyanın gerisine düşecek.
Oysa herkes bilir ki, tarih boyunca toplumların başta insan hakları olmak üzere sosyal alanda kaydettiği ilerlemeler kolay kolay geri gitmez.
Geri götürdüklerini zannedenler olsa da, sadece geçici durumlarla kendilerini avuturlar.
Örneğin bazı yerlerde uzak geçmişin iğrenç izleri hala kendini gösterse bile kölecilik artık resmen geri getirilemez.
Ya da toprak ağalarının feodal sistemleri , etkili göründükleri kimi geri kalmış bölgelerde de zaman içinde yok olmaya mahkumdur.
Ortaçağın dine dayalı devletleri, laiklik ilkesiyle büyük ölçüde ortadan kalkmıştır. (Hala dine dayalı yönetilen rejimlerin de giderek güç kaybettiği görülüyor.)
Zira, 18. yüzyılın sonundan itibaren, insan hakları kavramı ortaya çıkmış ve giderek dünya çapında çok ileri düzeylere taşınmıştır.
Örneğin ikinci sınıf insan muamelesi gören kadınlar, hala tam küresel olmasa bile çok büyük haklar elde etmiş, o hakları savunacak örgütlenmeler içine girmişlerdir.
Durum pek çok insanlığı geri bırakan alanlarda da böyledir.
İnsan haklarının herkese uygulanması, artık kendini demokratik olarak tanımlayan tüm ülkeler için olmazsa olmaz bir yaşam koşuludur.
Çevrenin koruması da aynı şekilde.
Hayvan hakları da 21. Yüzyılda giderek daha yaygın olarak benimsenmiştir.
Aslında insan hakları kavramı ile çevre ve hayvanları koruma kavramları birbirinden hiç de bağımsız değildir.
İnsanların yaşama hakkı, hayvanların ve bitkilerin yaşama hakkı birbirini tamamlar.
Yani, mesele, sokak köpeklerinin insanlara saldırıp saldırmaması tartışmasının çok üzerinde, deyim yerindeyse uygarlığın insanlığa kazandırdıkları ile ilgilidir .
Eğer bir ülke, hayvan hakları diye bir kavramı kabul edip, hayvanların öldürülmesini, işkence ve eziyet görmesini yasaklamışsa, devletin de yok etme yetkisine sahip olmaması gerekir.
Çünkü devletin, her türlü yasal düzenlemelerin işlemesini sağlama yükümlülüğü vardır.
Bu yükümlülük, gerekli eşgüdüm sağlanarak insanların en çağdaş biçimde korunmasını da, çevre duyarlılıklarının en üst düzeyde gözetilmesini de, hayvan haklarının kollanmasını da kapsar .
Bu yükümlülük, insanlara saldıracakları endişesiyle hayvanları yok etmeyi değil, saldırganlıklarını önleyici tedbirler alınmasını gerektirir.
Öldürmek, yok etmek çözüm değildir, kamu vicdanını yaralar. (Geçen yüzyılda bazı yerlerde belediyeler sokak köpeklerini zehirlerlerdi. Hayvanlar ağızlarından köpükler saçarak sokakta kıvranırken, neredeyse çevredeki tüm ev kadınları alelacele hazırladıkları sarımsaklı yoğurtları elleriyle yedirerek onları kurtarmaya çalışırlardı. İşte kamu vicdanı budur.)
Belki , bir süre için sokaklarda gruplaşmaların (çeteleşmelerinin) önüne geçecek eğitilmiş elemanların sokaklarda görevlendirilmesi gereklidir.
Aslolan sadece yardımseverlerin sokaklara bıraktığı yiyeceklerle beslenen ve özellikle kışın büyük cefalar çeken hayvanların, sıcak, bu işe gönül vermiş eğitimli insanların görev yaptığı gerçek barınaklarda (ya da özel çiftliklerde) toplanmasıdır.
Zaman içinde de en çok o “sahipsiz”canlılara zarar veren sokak hayvanı kavramının olabildiğince azaltılmasıdır.
Coşkun KARTAL/Gazeteci
Coşkun KARTAL/kentekrani
Youtube Abone Olmak İçin Tıklayınız
www.kentekrani.com 27 Mayıs 2024